Peygamberimiz, bir konuda farklı fetvalar varsa, o konuyu bir de kalbinize danışın, demiş midir?

Tarih: 27.07.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hz. Vabisa anlatıyor:

Hz. Peygamber (a.s.m)’e iyilik ve kötülük hakkında her şeyi sormak için yanına vardım. İki veya üç defa "Yanıma gel, yaklaş." diye buyurdu. Meclisteki insanların üzerinden adımlarımı atıp giderken, onlar, yerimde durmamı istiyorlardı. Fakat ben “Bırakın beni, bütün insanlardan bana daha sevgili olan Resulullah’a yakın olmak istiyorum.” dedim. Resulullah (a.s.m) da “Bırakın onu, ey Vabisa! Yaklaş.” diye buyurdu. Yanına yaklaşıp önünde oturdum. Bana “Senin niçin geldiğini ben mi söyleyeyim; yoksa sen mi soracaksın?” deyince, "Siz söyleyin.” dedim. “Sen iyilik ve kötülük hakkında soru sormak için geldin.” buyurdu. “Evet!..” dedim. Bunun üzerine üç parmağını göğsüme dokundurarak “Ey Vabisa! Kalbine danış, nefsine danış.” buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. Sonra da şöyle devam etti, “İyilik nefsin yatıştığı şeydir. Kötülük ise -insanlar sana fetva verseler bile- nefsi tırmalayan, sinede gel-gitler / tereddütler meydana getiren şeydir.” (Müsned, 4/228; Mecmâu'z-Zevâid, 1/175,10/297; Darimi, Büyu, 2; Süyûtî, Câmi’u’s-Sağîr, 1/40)

Aynı konuyla ilgili olarak Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Seni işkillendiren şeyi bırak, işkillendirmeyene geç. Çünkü doğruluk iç huzuru verir, yalan da şüphe ve tereddüt doğurur.” (Tirmizî, Kıyâmet 60)

Allah Teâlâ’nın

“(Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.”(Zümer, 39/17-18)

ayeti de müminin bu vazifesine delâlet etmektedir.

Bu ayet ve hadisler nedeniyle, bazı alimler, içtihat edemeyecek kişilerin, müftülerin verdiği fetvalarda tercihte bulunmasını, alınan fetvanın vicdanı tatmin etmesini şart koşmuşlardır. (Gazzâlî, el-Müstasfâ, 2/390; Şâtıbî, el-Muvâfakât, 4/132-133)

İnsanın ruhunun derinliklerinde gözle fark edilmeyen, mikroskopla görülmeyen ve anatomi ve fizyoloji ilimlerinin tanımadığı gizli bir kuvvet daha vardır. İnsan bu manevi kuvveti içinde hisseder. Bu kuvvet; bir ışıldak (porjeksiyon) gibi insana yolunu gösterir, bir mıknatıs gibi onu iyiye doğru çeker ve bir öğretmenin sesi gibi onu kötülükten uzaklaştırır. İnsan bu gücün emrine karşı gelir veya aksini yaparsa, bu güç lehinde veya aleyhinde karar verir; ya rahat ve huzur kararı verir, ya da acı ve ızdırap hükmü verir.

Bu kuvvet işten önce, iş ile beraber ve işten sonra da bulunur; insanı görevini yapmaya ve günahtan çekinmeğe davet eder. İş ile beraber bulunur; insanı başladığı salih ameli tamamlamağa ve kötü işi terk etmeğe teşvik eder. İşten sonra bulunur; itaat etmişse insana neşe duygusu, isyan etmişse azap ve acı duygusu verir. (bk. Münavi, Feyzu'l-Kadir, 1/495-6)

İşte bu zamir veya vicdan yahut kalp dediğimiz şey, ahlak binasının temeli ve ayaklarıdır. Vicdan insanı hayra götürür, şerlerden alıkoyar ve ahlakı bekler.

Hiçbir toplum, kanun ve karar çıkarmakla -gerçi bunlarsız olmasa da- ilerlemez, düzene girmez ve mutluluğa ermez. Cemiyet ancak canlı kalplerle ve uyanık vicdanlarla ilerler, düzelir ve mutlu olur. Şöyle meşhur hikmetli bir söz vardır:

“Adalet kanunun metninde değil, hakimin vicdanındadır. İçimizde, bizi kötülüklerden çevirecek iyiliklere yönlendirecek vicdan olmadıkça, kanun bizi ıslah etmez.”

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun