Allah bizi yaratırken ne yarattığını bilmiyor muydu?

Tarih: 13.08.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

-  Allah sağ eliyle cennet ehlini sol eliyle cehennem ehlini yarattı, şeklinde hadisler var.
- Bu durum insan iradesini yok saymak anlamına gelmez mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

- Allah, bütün yaratıklarını bilir, başlarına neler geleceğini de bilir. Bize verdiği bu malzemeyle neler yapacağımızı da bilir. Ve netice itibariyle bizim cennete mi veya cehenneme mi gideceğimizi de bilir. Dinimizde, Allah’ın bazı şeyleri bilmediğini düşünmek küfre götürür.

“O yarattığı mahlukunu hiç bilmez olur mu? O -her şeye nüfuz eden-  Latîfdır, -her şeyden haberdar olan- Habîrdir.”(Mülk, 67/14).

- İşaret edilen hadisler ve benzeri rivayetlerin anlatmak istediği şudur: Allah, kimlerin cennete, kimlerin cehenneme gideceğini ezelî ilmiyle bilmektedir. Sağ eliyle yaratılanların cennete, sol eliyle yaratılanların cehenneme gideceğine işaret eden rivayetlerin bu ifadesi, cennet ehlinin kitabını sağdan, cehennemliklerin ise kitaplarını soldan alacaklarına dair gerçeğe bir işaret bir vurgu söz konusudur. 

Yine “Cehennem ehli cehennemlik amelleri, cennet ehli cennetlik amelleri yapacaklarına” dair hadislerden aynı şeyleri anlamak gerekir: Yani, Allah’ın sonsuz ilmiyle cennete veya cehenneme gideceklerini bildiği kimseler, Allah’ın bu bilgisine aykırı bir yol izlemezler. Çünkü, Allah’ın ilmi -imî bir ifadeyle- sebep ile müsebbebe birden taalluk eder. Bunun anlamı şudur: Allah, sadece kimlerin cennete veya cehenneme gideceklerini bilmez, aynı zamanda kimin hangi işlerinden ötürü oralara gideceklerini de bilmektedir. Bir müminin aklıselimi, böyle bir bilginin, böyle bir ilmin Allah hakkında zorunlu olduğunu anlamakta zorlanmaz. Çünkü, aksi takdirde  bazı konularda Allah’a cehalet isnat etmek anlamı doğar ki, böyle bir düşünce imanla bağdaşmaz.

Cevap 2:

Asıl mesele şudur: Allah’ın her şeyden haberdar olması, kimin cennete, kimin cehenneme gireceğini çok önceden bilmesi, insanlar için bir zorlama değil midir? Ve bu takdirde bu bazıları için bir zulüm olmaz mı?

Aşağıdaki açıklamalarda bu soruların cevabını görmekteyiz.

Bu hadis bir kısım insanların cennete bir kısmının da cehenneme gideceğini açıklamaktadır.

Allah’ın bir kısım insanları cennet için yaratıp ona göre amel işlemesi sözü şu şekilde anlaşılmalıdır; yani bazı insanlar bu dünyada cennete layık olacak ameller işlemeyi isteyecek ve Allah da onların bu isteklerine göre o fiili yaratacak ve bunun sonucunda da o insan cennete gidecektir.

Bazı insanların cehennem için yaratılıp cehennemlik ameller işlettirilmesi ise; kişi cehennemi gerektirecek amel yapmayı ister ve Allah da o fiili yaratır ve kişi bu fiili işlemekle cehenneme girer.

Nitekim kişi kendi isteği ile günah işlenen yerlere de gidebilir, Allah’ın adının anıldığı yerlere de gidebilir. Bu durumda serbesttir. Neticesine de katlanacaktır. İşte bu hadiste bu mana ifade edilmiştir.

Allah her insanı temiz bir fıtrat üzere özünde iyi olarak yaratmıştır. Her insanda iyiliğe olduğu gibi kötülüğe de meyil vardır. İnsanın sorumluluğu, bunlardan hangisine ağırlık verdiğiyle ilgilidir. Allah her insanı potansiyel bir Ebubekir olarak yarattığı gibi, potansiyel bir Ebucehil olarak da yaratmıştır. Peygamberler istisna tutulursa genel olarak bu böyledir. Çünkü Allah âdildir, zulmetmez.

Ama her insan kendisindeki iman filizini aynı şekilde büyütmeye gayret etmez. Hatta bazıları tamamen bunu kurutmaktadır. Kötü meyillerin verilmesi veya nefis ve şeytanın musallat olması ise hayırdır. İnsan meleklerden farklı yüksek makamlara da çıkabilir, alçak mertebelere de inebilir. Kâinatın kurulması ve hayatın devamında asıl amaç kamil insanı netice vermesidir. İnsanın yüksek mertebelere çıkıp kâmil insan olması için, kötü meyillerine, nefsine ve şeytana muhalefet etmesi, gerekmektedir. Bu  olmasaydı melekler gibi makamı sabit kalırdı. Halbuki sabit makamlı olan melekler çoktur.

Allah’ın insanlarda  iyiler yanında kötü meyiller yaratması, nefis ve şeytanı onlara musallat etmesi, onların derecelerini yükseltip kâmil insan olmaları içindir, yoksa cehenneme girmeleri için değildir.

Kaderin esas anlamı Allah’ın, olmuş olacak her şeyi bilmesi demektir. Dikkat edersek bu bilgi, insan iradesini yok saymıyor. Bilmek ayrı, yapmak ayrıdır. Bilen Allah’tır, yapan kuldur. Bu konuya bir misal verelim:

Peygamberimiz (asv) İstanbul’un fethini ve komutanını yüz yıllar önce müjdelemiş ve haber vermiştir. Zamanı gelince de dediği gibi çıkmıştır. Şimdi, İstanbul Peygamberimiz (asv) dediği için mi fethedildi, yoksa fethedileceğini bildiği için mi söyledi. O zaman Fatih Sultan yatsaydı, çalışmasaydı, ordular hazırlatıp savaşmasaydı, yine olacak mıydı. Demek ki Allah Fatih’in çalışıp İstanbul’u fethedeceğini biliyordu ve bunu elçisi Hz. Peygamber (asv)'a  bildirdi.

Buradaki ince nokta: Allah bildiği için biz bir şeyler yapmıyoruz; biz ne yapacaksak, Allah onu biliyor. Zaten Allah’ın geleceği bilmemesi düşünülemez.

Buna bir örnek daha verelim; Allah dostu evliyadan bir öğretmen düşünelim. Öğrencilerinden birisine “Yarın seni şu kitaptan imtihan edeceğim.” diyor. Fakat öğretmen Allah’ın izniyle onun filim, maç, oyun, eğlence, derken sabah okula çalışmadan geleceğini bilerek, akşamdan karnesine “0” yazıyor. Ertesi sabah öğrenci sorulan sorulara cevap veremiyor ve sıfırı hak ettiğini öğrendiği anda, öğretmen cebinden not defterini çıkarıp “Senin çalışmayıp sıfır alacağını bildiğim için önceden deftere sıfır yazmıştım.” diyor. Buna karşı öğrenci “Hocam sen sıfır yazdığın için ben sıfır aldım; yoksa geçer puan yazsaydın, geçerdim.” diyebilir mi?

Demek ki Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bizim yapacağımız şeyleri, önceden bildiği için Allah yazıyor. İşte buna kader diyoruz.

Dünyaya gelen her insan bir kader programına tabidir. İnsanın ne yapacağını, başına ne geleceğini Yüce Allah ezeli ilminde biliyor. Ancak Allah’ın bilmiş olması, insanın o işi yapmasını zorlamaz. Çünkü Allah, insanın önüne sonsuz seçenekler koymuştur.

İnsan kendi iradesini kullanarak, hangi yolu tercih ederse, Allah onu yaratır. Dolayısıyla sorumlu olan insanın kendisidir.

Bu meselede şöyle bir örnek verilebilir:

Bir apartmanın üst katının nimetlerle, bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir kişinin bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz edin. Kendisine, apartmanın bu durumu daha önce anlatılmış bulunan bu kişi, üst katın düğmesine bastığında nimetlere kavuşacak, alt katın düğmesine bastığında ise azaba uğrayacaktır.

Burada iradenin yaptığı tek şey, sadece hangi düğmeye basılacağına karar vermesi ve teşebbüse geçmesidir. Asansör ise, o kişinin gücü ve iradesiyle değil, belirli fizik ve mekanik kanunlarla hareket etmektedir. Yani, insan üst kata kendi gücüyle çıkmadığı gibi, alt kata da kendi gücüyle inmemektedir. Bununla beraber asansörün nereye gideceğinin belirlenmesi, kişinin iradesine bırakılmıştır.

İşte insanın kendi iradesiyle yaptığı bütün işler, bu ölçüye göre değerlendirilebilir. Mesela; Cenab-ı Hak, meyhaneye gitmenin günah, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu bildirmiştir. İnsan ise kendi iradesiyle, örnekteki asansör gibi her iki yere de gitmeye müsaittir.

Hangi düğmeye basarsa, yani nereye gitmek isterse, beden -asansör yardımıyla- oraya doğru hareket etmekte, dolayısıyla da gideceği yerin mükafatı veya cezası o insana ait olmaktadır.

Cevap 3:

Kaderi ikiye ayırabiliriz: Izdırari kader, ihtiyari kader.

Izdırari kaderde bizim hiçbir tesirimiz yok. O, tamamen irademiz dışında yazılmıştır. Dünyaya geleceğimiz yer, öleceğimiz yer-zaman, annemiz, babamız, şeklimiz, kabiliyetlerimiz ızdırari kaderimizin konusu. Bunlara kendimiz karar veremeyiz. Ve bu nevi kaderimizden dolayı mesuliyetimiz de yoktur.

İkinci kısım kader ise, irademize bağlı olan icraatımızı belirlemiş olan kaderdir. Biz neye karar vereceksek ve ne yapacaksak, Allah ezeli ilmiyle onu bilmiş ve öyle takdir etmiştir. Örneğin evlenmek için, siz içinizde bir aday tipi belirliyorsunuz ve onu arıyorsunuz. Allah da  sizin istediğiniz vasıflara sahip birkaç kişiyi önünüze çıkarıyor. Siz de bunlardan birini iradenizle beğenip kabul ediyorsunuz. Allah’ın alacağınız eşin kim olduğunu ezelde bilmesi kader, fakat sizin iradenizle yaptığınız seçim, cüz’i irade dediğimiz insanın mesuliyet sınırları içindedir.

Kalbimiz çarpıyor, kanımız temizleniyor, hücrelerimiz büyüyor, çoğalıyor, ölüyor. Vücudumuzda, bizim bilmediğimiz birçok işler yapılıyor. Bunların hiçbirini yapan biz değiliz. Uyuduğumuz zaman bile bu tür faaliyetler devam ediyor.

Ama şunu da çok iyi biliyoruz ki, kendi isteğimizle yaptığımız işler de var. Yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi fiillerde karar veren biziz. Zayıf da olsa bir irademiz, az da olsa bir ilmimiz, cılız da olsa bir gücümüz var.

Yol kavşağında hangi yoldan gideceğimize kendimiz karar veriyoruz. Hayat ise, yol kavşaklarıyla dolu.

Şu halde, bilerek tercih ettiğimiz, hiçbir zorlamaya maruz kalmaksızın karar verip işlediğimiz bir suçu kendimizden başka kime yükleyebiliriz?

Dikkat edilirse, kaderi bahane ederek “Benim ne suçum var?” diyen kişinin iradeyi yok saydığı görülür.

Eğer insan, “rüzgarın önünde sürüklenen bir yaprak” ise, seçme kabiliyeti yoksa, yaptığından mesul değilse, o zaman suçun ne manası kalır? Böyle diyen kişi, bir haksızlığa uğradığı zaman mahkemeye müracaat etmiyor mu?

Halbuki, kendi anlayışına göre şöyle düşünmesi gerekirdi: “Bu adam benim evimi yaktı, namusuma dil uzattı, çocuğumu öldürdü, ama mazurdur. Kaderinde bu fiilleri işlemek varmış, ne yapsın, başka türlü davranmak elinden gelmezdi ki.”

Hakkı-hukuku çiğnenenler gerçekten böyle mi düşünüyorlar?

İnsan yaptığından sorumlu olmasaydı, “iyi” ve “kötü” kelimeleri manasız olurdu. Kahramanları takdire, hainleri aşağılamaya gerek kalmazdı. Çünkü, her ikisi de yaptığını isteyerek yapmamış olurlardı. Halbuki hiç kimse böyle iddialarda bulunmaz. Vicdanen her insan, yaptıklarından sorumlu olduğunu ve rüzgarın önünde bir yaprak gibi olmadığını kabul eder.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun