Allah'ın küllî iradesi ile insanın cüzî iradesi nasıl bağdaştırılabilir?

Tarih: 02.12.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Allah'ın sonsuz ilmi karşısında insan özgür olabilir mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuyu birkaç madde halinde özetlemek faydalı olur:

a. Allah’ın her yerde geçerli küllî bir iradeye sahip olması, O’nun Yaratıcı, Rab ve ilah olmasının olmazsa olmaz şartıdır. Kader noktasında hayrı da şerri de yaratan Allah'tır. Fakat imtihana tabi tutulanlar da birer kukla değildir. O kötülüklerin meydana gelmesinde onların önemli payı vardır. Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: İnsanları ilgilendiren konularda, her olayın iki yönü vardır:

Biri: Allah'ın yaratmasına bakan icat noktalarıdır. Yani hayrın da şerrin de yaratıcısı Allah'tır. Tevhit / Allah'ın birlik sıfatı bunu gerektiriyor.

Diğeri: İnsanların kazancına bakan ve içinde yaratma işi olmayan tasarruflar, meyiller ve Allah'ın yaratmasına bir vesile hükmünde olan şeylerdir. Özgür bir iradeyle imtihanın yapılmasını sağlamak ve sonuçtan insanları sorumlu tutmak için, insana bu cüzî iradenin verilmesi şarttır ve adaletin gerçekleşmesi adına kullara verilmiştir.

Söz gelimi, ortada bir hastalık varsa, onun yaratıcısı Allah'tır. Fakat icat noktaları içermeyen yönleri ise insana aittir. Mesela, terli terli soğuk su içmek bir suistimaldir, neticesinden sorumlu olan insanın kendisidir. Bademciklerinin şişmesinden, grip olmasından kendisi sorumludur. Fakat hastalığı yaratan Allah'tır. Edepli olan kimse, Hz. İbrahim (as) gibi, vesilelik yönüyle kötülüğün kendisine; yaratıcılık yönüyle de iyiliğin Allah'a ait olduğunu düşünür ve:

"Ben hastalandığım zaman bana Allah şifa verir." (Şuara, 26/80) der.

Eğer böyle düşünmezsek, bu takdirde kolumuzu, bacağımızı kıran, malımızı çalan, hatta bir insanı öldüren kimseye kızmamamız gerekir. Ve Allah'ın da bunlara ceza vermemesi lazım gelir.

"De ki: Rabbinizden gelen hak / gerçek budur. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin..." (Kehf, 18/29)

b. Bu konuda değişik hadisler vardır. Bunlardan bir tanesi şöyledir:

Hz. Cabir anlatıyor:

Suraka b. Malik Resulullah (a.s.m)’a gelerek şöyle dedi: 

“Ey Allah’ın Resulü! Yeni yaratılmışız gibi bize dinimizi açıkla. Şimdi (yapmakta olduğumuz) ameller neye göredir? Kalemlerin kuruduğu, miktarların kesinleştiği / kaderin tespit edip belirlediği bir çizgide mi cereyan etmektedir, yoksa istikbalde (Allah’ın yapacağı değerlendirmeye göre) mi şekillenecektir?” Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle cevap verdi :

“Hayır (istikbale ait değil). Bilakis, kalemlerin kuruduğu, miktarların kesinleştiği / kaderin tespit edip belirlediği bir çizgide cereyan etmektedir.” Suraka:

“O halde yaptığımız ameller neye yarar?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.m):

“Çalışın! Herkes yaratıldığı şeye erecektir. Herkes, (yazıldığı) ameliyle amel edecektir.” buyurdu. (Müslim, Kader, 78).

Bu hadis bir kader konusudur. Özeti şudur:

Kader, Allah’ın ilminin bir nevidir. Levh-i Mahfuz'da yazılanlar, bu sonsuz ilahî ilmin bir yansımasıdır. Bütün varlıklar gibi insanların da hayatları boyunca takip edecekleri yolun bütün detayları Allah tarafından bilinmekte ve yanındaki kitaba yazılmış bulunmaktadır. Allah’ın her şeyi bütün detaylarıyla, geçmiş ve geleceğiyle bilmesi, onun ezelî ilminin bir gereğidir. Aksi takdirde, Allah’a cehalet isnat edilmiş olur ki, bu yanlışı bütün kâinat reddetmektedir.

c. Asıl mesele şudur: Allah’ın daha önce her şeyi bilmesi, bizim elimizi, kolumuzu bağlıyor mu? Şayet öyleyse -Hz. Suraka’nın da belirttiği gibi-, yaptığımız amellerin ne faydası vardır?

İşte bunun cevabı hadisteki şu ifadedir: “Çalışın! Herkes yaratıldığı şeye erecektir. Herkes, (yazıldığı) ameliyle amel edecektir.” Bunun anlamı şudur: Herkes yaratılırken Allah’ın ezelî ilminde ne ise, o yolda yürür. Allah sonsuz ilmiyle insanın -kendi özgür iradesiyle- nasıl bir çizgi takip edeceğini bildiğine göre, hiç kimse Allah’ı bu bilgisinde -haşa- yanıltacak şekilde farklı bir yolu takip edemez.

Burada mühim olan nokta, Allah’ın ilminin hiç kimseyi bir yöne zorlamadığı gerçeğini kavramaktır. Gerçekten ilim sıfatı, kudret sıfatından farklıdır. Kudretin yaptırım gücü vardır. İlmin yaptırım gücü yoktur, zorlama özelliği yoktur. Bir şey nasıl olacaksa, onu o şekliyle bilir.

Allah âdildir, zulmetmez. Bunu kabul etmek Allah’a imanın başında gelen bir husustur. Öyleyse, Allah imtihana tabi tuttuğu kulları hakkında âdil muamelede bulunmak için, mutlaka onlara kalp, akıl, duygu  vb. unsurları verdiği gibi, özgür bir iradeyi de vermiştir. Ve O’nun önceden imtihanın sonucunu bilmesi, asla bu özgür iradeye bir müdahale anlamına gelmeyecektir. 

d. "De ki: En kesin delil ancak Allah’ındır. Allah dileseydi, elbette hepinizi hidâyete erdirirdi.” (Enam, 6/147-149).

"Allah dileseydi, elbette hepinizi hidâyete erdirirdi." cümlesinden şunu anlayabiliriz:

Ey insanlar! İmtihan şeklini belirlemek Allah'a aittir. Eğer dileseydi, hepiniz sınıfı geçecek şekilde bir imtihan düzenleyebilirdi. Veya hiç imtihan etmeden hepinize -doğruyu gösterir- sınıftan geçirirdi. Bu konuda hiç kimse mani de olamazdı. Fakat Allah bu imtihanla iyi insanlar ile kötü insanları, çalışkan öğrencilerle tembel olanları, Ebu Bekir (ra) gibi hakkın hatırını sayan, doğruyu tavsiye eden, aklını kullanan insanlarla, Ebucehil gibi gururunu okşayan, nefsinin peşine takılanları birbirinden ayırmak istedi. Bu adaletin de bir gereğidir.

Bu düzenlemeyi yapmakla Allah'ın insanlara asla zulüm ve haksızlık yapmadığına dair, katında herkesi ikna edecek delilleri pek çoktur.

Gerek tekvinî şeriat olan yaratılış kanunlarında, gerek teşrii şeriat olan vahiy/Kur’an-ı Kerim'in ders verdiği prensiplerde ortaya konan adalet kavramı, Allah’ın ve Onun bir takdiri olan kaderin âdil olduğunun göstergesidir. Varlıktaki ekolojik, astronomik, jeolojik dengeler bu ontolojik adaletten haber verdiği gibi, Kur’an’ın ders verdiği dört temel konularından biri de adalettir.

e. İnsanın fiillerinin kader konusuna dâhil edilmesi ve bunu Allah'ın ilmi olarak açıklanması, sahabeye ve özellikle de Hz. Ömer'e (ra), onlardan da Hz. Peygamber'e (a.s.m) dayanmaktadır. Kaderin ilm-i İlâhî olduğunu gösteren bir rivayet şöyledir: Bir adam Abdullah ibn-i Ömer'e (ra) gelerek:

"Ey Ebû Abdurrahman! Bir topluluk zina ediyor, içki içiyor, hırsızlık yapıyor ve adam öldürüyor, sonra da 'Bunlar Allah'ın bilgisiyle oluyor.' diyorlar, ne dersin?" deyince o gazaplanmış ve şöyle demiştir:

"Sübhânallah! Onlar Allah'ın ilminde olanı yapıyorlar; fakat Allah'ın ilmi onları yaptıklarına zorlamıyor ki! Nitekim babam Ömer, Hz. Peygamber'den şöyle bir hadîs rivâyet etmiştir:

"Size nispetle Allah'ın ilmi, sizi altında barındıran gökyüzü ve sizi üstünde taşıyan yeryüzü gibidir. Siz nasıl ki yeryüzünden ve gökyüzünden dışarı çıkamazsınız, Allah'ın ilminden de çıkamazsınız. Yeryüzü ve gökyüzü nasıl ki sizi günah işlemeye zorlamazsa, Allah'ın ilmi de zorlamaz." (İbnü'l-Murtazâ, Tabakâtu'l-Mu'tezile, Beyrut 1961, s.12).

Bu rivayette insan fiillerinin Allah'ın ilmi dâhilinde gerçekleştiği ve Allah'ın bilgisinin insanları icbar etmediği daha açık bir şekilde ifade edilmiştir.

Hz. Ömer (ra), Şam'daki karantina bölgesinde Ebû Ubeyde b. Cerrah'la (ra) aralarında geçen konuşmada da insan fiilleriyle ilgili kaderi (bir rivayete göre kazayı) yine Allah'ın ilmi olarak tefsir etmişti. 18/639 yılında Suriye'de sahâbenin önde gelenlerinden pek çoğunun vefat ettiği bir veba salgını olmuş, Hz. Ömer (ra) de bu durumu yerinde görmek için Suriye'ye gelmişti. Hz. Ömer (ra) karantina bölgesine girip girmeme konusunda yanındaki sahâbîlerle istişâre ettikten sonra, salgın bölgesine girmeyip geri dönmek isteyince, Ebû Ubeyde (ra):

"Yâ Ömer! Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" deyince, Hz. Ömer de:

"Ey Ebû Ubeyde! Keşke bu sözü senden duymasaydım! Evet, Allah'ın kaderinden kaçıp yine O'nun kaderine sığınıyoruz. Farzet ki develerin, bir tarafı otlu diğer tarafı kıraç olan bir vadiye inmiş olsun. Onları otlu yerde otlatsan da kıraç yerde de otlatsan da yine Allah'ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?"

diyerek cevap vermiştir. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf da (ra):

"Ben Resulullah'ın; ‘Bir yerde veba olduğunu duyarsanız, oraya girmeyin, şayet salgın sizin bulunduğunuz yerde ise, oradan çıkmayın.' buyurduğunu işittim demiştir." (Müslim, Selâm, 32).

Hz. Ömer (ra), menfi olsun müsbet olsun insanın bütün yaptıklarının da, tedbire riayet etmenin de kader olduğunu vurgulamış ve bunu güzel bir örnekle açıklamıştır. Bu izahdan onun kaderi, Allah'ın ilmi olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır.

f. Kader denince akla hemen insanın kaçamadığı cebrî bir kader anlayışı gelmemelidir. Kaderi; mahlûkatın yaratılış plânı, irademiz dışında başımıza gelen hâdiseler ve insanın iradî fiillerinin takdiri olmak üzere üçe ayırmak lâzımdır. Kaderin taalluk ettiği bu üç durumdur.

Mahlûkatın yaratılış plânı açısından baktığımızda kader, yaratıkların sayı, şekil vs. bakımından miktarı ve takdiridir. Bunda cebir vardır, yani yaratılış cebrî-lutfîdir. Her bir varlık kendine özgü bir şekil içinde meydana gelmektedir. İnsan dâhil hiçbir varlığın, zaman, mekân ve şekil itibariyle kendi seçimiyle varlık dünyasına çıkmadığı bir gerçektir. Bunlar, Allah'ın mutlak irâde ve takdiriyle olmaktadır. Kaderin bu taalluku, hem

"Allah her şeyi yaratmış ve her birine muayyen bir nizam vererek mukadderâtını tayin etmiştir." (Furkân, 25/2)

mealindeki âyette hem de

"Allah gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene evvel mahlûkatın kaderini tayin ve tespit etmiştir." (Müslim, Kader, 16)

mealindeki hadîste açıkça beyan edilmiştir.

İrademiz dışında başımıza gelen hâdiseler de cebrîdir ve biz onlara sadece maruz kalırız. Bazen onların tedbirlerini almak isteriz; fakat bu defa da başkalarına maruz kalırız. Kaderin bu taalluku da

 "Yeryüzünde size isabet eden hiçbir musibet yoktur ki, daha önceden bizim yazmış olduğumuz bir kitapta bulunmasın. Bu Allah için çok kolaydır." (Hadid, 57/22)

mealindeki âyette ve benzeri âyetlerle açıkça belirtilmiştir. Hadîslerde de bunların Allah'ın takdiri ve yazmasıyla olduğu ifade edilmiştir. Bunu gösteren bir rivayette Abdullah b. Abbas (ra) şöyle anlatır:

Bir gün Peygamber Efendimiz (a.s.m)'in terkisinde idim: "Ey delikanlı sana bazı sözler öğreteceğim." buyurdu ve şunları söyledi:

"Allah'ı(n emir ve yasaklarını) gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah'ı(n emir ve yasaklarını) gözetirsen, O'nu karşında bulursun. İsteyeceğin zaman Allah'tan iste, yardım gerektiğinde Allah'tan yardım talebinde bulun. Bil ki, ümmet sana bir hususta fayda vermek üzere toplansalar ancak Allah'ın sana yazdığı bir hususta fayda sağlayabilirler. Bir hususta zarar vermek için toplansalar, yine sadece Allah'ın senin için yazdığı bir hususta zarar verebilirler. Kalem kalkmış, sayfa kurumuştur." (Tirmizi, Kıyame, 59).

İnsanın iradî fiillerinin takdiri anlamındaki kadere gelince bu da, Hz. Ömer (ra)'in anlayışında olduğu gibi Allah'ın önceden bilmesidir ki, bunda cebir yoktur. Bu bilgi ve iradenin insanı bir şeyler yapmaya zorlamadığı da unutulmamalıdır. İnsanlar programlanmış robotlar değillerdir. İnsan düşünen, kararlar veren ve almış olduğu bu kararları uygulayan bir varlıktır. Hayatın gerçekleri de bize bunu göstermektedir. Ancak insanın bütün fiilleri de, kaderin bir neticesi olup Allah'ın ilim ve irâde sıfatlarına bağlıdır. Aksi takdirde O'nun bazı şeyleri bilmediğini ve mülkünde irâde etmediği birtakım fiillerin meydana geldiğini söylemek gerekir ki bu, ulûhiyet makamı için düşünülemeyecek bir eksiklik ve âcizliktir. Şu hâlde âlemde vukû bulan iyi ve kötü bütün fiillerin, hâdiselerin Allah'ın takdiri ve dilemesiyle gerçekleştiğine inanmak gerekir. 

Bize düşen, O’nun hikmetine inanmak, rahmetine güvenmek, affına karşı ümit-var olmak, asla haksızlık yapmayacağına iman etmek, Müslüman olarak ona teslim olmak ve bu imanla huzuruna varmak, huzura ermektir.

İlave bilgi için tıklayınız:

"Madem Cenâb-ı Hak ezelî ilmiyle benim ne yapacağımı biliyor, öyleyse benim ne kabahatim var?"

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun