Hz. Muhammed puta taptı mı?

Tarih: 02.03.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

"Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin..." (Şura, 42/52) ve
"Seni yanılmış (şaşırmış) bulup doğru yola eriştirmedi mi?.." (Duha, 93/7)
- Bu ayetlerin açıklaması nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlk ayetin meali:

"İşte böylece sana da kendi buyruğumuzla bir ruh (Kur'an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilimiyordun; ama şimdi onu dilediğimiz kullarımızı sayesinde doğruya eriştirdiğimiz bir ışık kıldık. Hiç şüphe yok ki sen doğru yolu göstermektesin." (Şura, 42/52)

Müfessirlerin genel kanaatine göre 52. âyetin metninde geçen "ruh" kelimesi mecazî bir anlamda ve Kur'ân-ı Kerîm için kullanılmış olup, asıl anlamıyla bağlantılı olarak "insana hayat veren ilâhî mesaj" şeklinde açıklanmıştır. Âyetin siyak ve sibakına bakılınca, “ruh” kavramından burada daha çok peygamberlik ve kitap kastedildiği anlaşılıyor ise de, bu kelimenin burada, rahmet, vahiy, Cebrail, Kur'ân-ı Kerîm, gibi anlamlara geldiği de söylenmiştir. (bk. Taberî, Zemahşerî, İbn Atıyye, Hazin, ilgili ayetin tefsiri)

Peygamberlik emaneti verilmeden önce Hz. Muhammed'in (a.s.m.) durumu

Peygamberler genellikle “Tevhîd inancı” irfanıyla doğarlar. Onlardaki fıtrî duygu çok daha gelişkindir; yani din ve Allah duygusu onlarda daha parlak bir düzeydedir. Hiç bir peygamberin, nübüvvet döneminden önce de puta taptığı, bâtılı savunduğu görülmemiş ve tesbit edilememiştir. Ezelî kalem onları “peygamber” kaydederken, cahiliyet kirlerinden de temiz ve nezîh kalacaklarını yazmıştır. İlgili 52. âyetle, Hz. Muhammed'in (a.s.m.) nübüvvetten ve kitaptan önceki yılları tasvir edilerek, iki madde halinde özetleniyor: Kitap ve imân hakkında muhteva ve şartlarına; plân ve esaslarına uygun bir bilgisi bulunmadığı bildirilerek, Onun bilgisinin bütünüyle ilâhî vahye dayandığı belirtiliyor.

Çünkü Allah'a ve ahirete ve diğer esaslara iman, ancak kitap ve peygamberlik vasıtasıyla öğrenilebilir. İnsan aklı ve fıtrî duygusu tek başına bunları tafsilî olarak anlamaya yeterli değildir. Ama icmali olarak her peygamber Allah'ın varlığına, birliğine, daha önce kitap indirdiğine ve peygamber gönderdiğine inanır.

Buna birkaç misal verelim;

a)  Musa Peygamber, küçük yaşta iken Allah'ın varlığını, birliğini bilip putlardan, sahte ilâhlardan nefret ederdi.

b)  İsa Peygamber, henüz kundakta iken Allah'ın varlığından ve kendisinin peygamber olacağından, kendisine kitap verileceğinden söz etmiştir.

c) Yahya Peygamber, çocuk yaşta iken İsa'yı (a.s.) tasdîk etmiştir.

d)  İbrahim (a.s.), kendisine henüz vahiy inmeden putlara düşmanlığını ilân etmişti.

e)  Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimiz, birçok manevî işaretlere mazhar olmuş ve küçük yaşından beri putlardan nefret edip uzak durmuş, havaî şeylere ilgi duymamıştır. O nedenle diyebiliriz ki, ilgili âyetle icmalî değil de tafsilî iman kastedilmiştir.

Hz. Muhammed (a.s.m.) kendisine peygamberlik verilmeden önce de putperestlikten uzak duruyor, özellikle ahlâkî erdemleriyle yakın çevresinin dikkatini çekiyordu. Peygamber olduğunu açıkladıktan ve tevhid çağrısına başladıktan sonra ona karşı sert bir mücadele başlatan Mekke'nin ileri gelenleri, kendisiyle çok çetin tartışmalara girmelerine rağmen, onun daha önce kendileriyle birlikte putlara taptığı yönünde bir argüman ileri sürememiş ve ahlâkî üstünlüğüne gölge düşürebilecek en küçük bir ithamda bulunamamışlardı.

Şu halde 52. ayetin "Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun,.." diye çevrilen kısmını bu olgu ışığında şöyle açıklamak uygun olur: Sen daha önce sana verilen kitabın içeriğini ve bütün iman konularını bilmiyordun, bunların hakikatini idrak etmiş değildin. Nitekim bazı ayetlerde iman kelimesi "İslâmiyet, Allah'ın buyruklarına uygun olarak yapılan ameller ve yaşanan Müslümanlık" anlamında kullanılmıştır. (Mesela bk. Bakara 2/143) Ayrıca, âyette "mümin değildin" denmemiş, "iman nedir bilmiyordun" buyurulmuştur. Burada geçen "bilme" anlamındaki "derâ" fiili, sıradan bir bilgiye sahip olmayı değil, bir konunun hakikatine vâkıf olmayı ve inceliklerini idrak etmeyi ifade eder. (Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, "dry" md.)

Pek çok âyet ve hadiste, aklın ve insanın doğasına yerleştirilmiş donanımların iyiyi kötüden ayırt etmedeki rolü ve önemi üzerinde durulur; fakat bu âyet göstermektedir ki insan (aklıyla evrendeki düzene hakim bir iradenin ve gücün varlığını tespit edebilir ve fıtrî özellikleriyle bir takım insanî değerlere ulaşabilirse de), Allah'a nasıl kulluk edileceği ve O'nun hoşnut olacağı hayat çizgisinin hangisi olduğu hususunda ancak vahyin rehberliğinde tam ve kuşatıcı bilgiye sahip olabilir; ilâhî dinlerin ortak amacı da aklın beşerî zaaflara yenik düşmemesi için onun önündeki yolu aydınlatmaktır.

Kitap, kalpleri ve kafaları aydınlatan nurdur.

Ayette, Kitap "nur"a yani ışığa benzetilmiştir; çünkü o inkarcılığın ve cehaletin karanlığını giderip insanın yolunu aydınlatmakta, iman ve hidayete erişmeye vesile olmaktadır.

Nur, bilindiği gibi iki manaya gelir: Birincisi, ilâhî feyiz ve rahmetin tecellisi ve kudretinin remzidir. İkincisi, ışığını başka bir kaynaktan alıp maddî, ya da manevî yönde aydınlatan şeydir. Kur'ân-i Kerîm bu iki nuru birden kendinde taşımaktadır. İkinci anlamdaki nuru manevî yöndedir; yani ilâhî feyiz ve rahmeti kaynağından alıp yansıtmaktadır.

Ay'a da “nur” denilmesi, maddî ve zahirî olarak Güneş'ten ışık alıp yansıttığı içindir.

Cenâb-ı Hak Kur'ân nuruyla, kullarından gönül toprağını küfür ve nifak çoraklığından kurtaranlara ışık ve hayat verir de onları doğru yola iletir.

Fakat bu sonuca ulaşabilmek için Allah'ın dilemesi şarttır ve Yüce Allah kendisine verilen irade gücünü yerli yerince kullanıp tercihini hak yol yönünde yapanları bu kapsama alacağını bildirmiştir. Hz. Peygamber (asm) de insanların bu yolu, yani göklerin ve yerin hükümranı olan Allah'ın hoşnut olduğu yolu bulmaları ve ondan sapmamaları için görevlendirilmiştir. (bk. Kur'an Yolu, Heyet; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, ilgili ayetin tefsiri)

Soruda geçen ikinci ayetin meali:

"Seni yol bilmez halde bulup, yol göstermedi mi?" (Duha, 93/7)

Ayette geçen “DÂLL”, bilindiği gibi yitik, hangi yola gireceği hususunda şaşkın yahut yanlış yola giden sapık mânâlarına gelir. "Sizin arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da." (Necm, 53/2) buyurulmuş olan Resulullah (a.s.m.) hiçbir zaman akıl ve dinde sapık mânâsına "dâll" olmamıştır. Allah'ın birliğine inanarak yetişmiş, hiçbir puta secde etmemiş, Allah'tan başka ilâh tanımamış, ahlâkı temizdi, hiç bir kötü fiil işlememişti. Her hususta güvenilir kişi olarak tanınmıştı.

Dolayısıyla şirk sapıklığı, heva ve hevese göre amel etme sapıklığı onun yüce zatından uzak idi. Yüce Allah onu ta baştan itibaren o gibi sapıklıklardan uzak kılmış, ona sağlam bir bakış ve görüş bahşetmişti.

Bununla beraber peygamber olmadan önceki akıl ve dirayeti ile, peygamberlikten sonraki ilim ve hidayeti arasında büyük bir fark vardı ki, bu fark çocukluk ile ergenlik arasındaki farktan daha büyüktür. Hz. Peygamber (a.s.m.) peygamber olmadan önce de kavminin, Arap müşriklerinin dinlerindeki bozukluğu görmüştü. Karşısında bulunan Yahudilik ve Hristiyanlık gibi iki dinin, çığırından çıkmış olduğunu da sezmişti. Fakat girilmesi gerekli olan ve mücerret (soyut) akıl ile idrak edilip kavranması mümkün olmayan hak din ve şeriatının ne olması lazım geleceğini ve dünyayı sarmış olan bunalım içinden nasıl çıkılıp da Hakk'a erileceğini belirlemede şaşırmış idi. Kitap okumasını bilmez, cihana ruh yayacak olan iman ve İslâm'ın ayrıntılı temel esaslarından,

 "Kuşkusuz sen ondan önce gafillerden idin." (Yusuf, 12/3),

"Sen bundan önce hiç kitap okur değildin, hala da elinle yazı yazmazsın..." (Ankebut, 29/48),

"Oysa sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin." (Şura, 42/52)

buyrulduğu üzere gafil idi.

İşte burada "Seni yol bilmez buldu." buyurulması, bu şekilde peygamberlikten önce ve çocukluk çağlarındaki gafillik ve şaşkınlık hallerine işarettir.

Yani sen, peygamberlikten önce akılların yol bulamadığı hakikatler ve şeriatlardan gafil ve yol arayan bir yitik halinde şaşkın iken, Rabb'ın seni bulup seçerek hidayet buyurmadı mı? Verdiği vahiy, indirdiği kitap ile bilmediklerini bildirerek doğru yolu göstermedi mi?

Hz. Muhammed (asm), peygamber olmadan önce, ayetteki deyimiyle bu konuda "yol bilmez bir halde"ydi. İşte Yüce Allah Kur'an'ı göndererek onu bu durumdan kurtarıp yolunu aydınlattı; ona hem varacağı hedefi hem de o hedefe nasıl varacağını öğretti. (bk. Razi, Mefatih; Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri)

Sonuç olarak, müfessirler ilgili ayeti özetle şöyle yorumlamışlardır:

1. Peygamberlik hususunda senden neler istendiğini tam anlamıyla bilmiyordun, mütehayyir idin. Allah seni irşat etti.

2. Sen daha önce Kur'ân ve şeriat nedir bilmezdin; Cenâb-ı Hak seni Kur'ân'a ve İslâm şeriatına iletti.

3. Sen kitap ve imân nedir bilmezdin; Allah seni bunlara kavuşturdu.

4. Allah seni sapık, doğru yoldan ayrılmış bir kavim arasında buldu da senin vasıtanla onlara doğru yolu gösterdi.

5. Hicret hususunda mütehayyir idin, seni hicret yoluna O iletti.

6. Seni, kıbleyi arzuladığın halde buldu da seni ona irşat edip kavuşturdu.

7. Seni kavmin arasında bir bakıma zayi olmuş halde buldu da onlara yol gösterici olarak sana hidâyet verdi.

8. Seni hidâyeti seçip arzular bir halde buldu ve öylece seni ona eriştirdi.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun