Allah bazı günahkârlardan nefret edip onların cehenneme gitmesini ister mi?

Tarih: 20.04.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Ayetleri bahane ederek, Allah hakkında ileri geri konuşanlara nasıl cevap vermek gerekir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah insanları güzel isimlerine mazhar kılarak yaratmıştır. Bununla insanlar, Allah’ın sonsuz olan sıfatlarını ve bu sıfatlardan çıkan mükemmel ahlakını, hangi şeylerden hoşlanıp hangi şeylerden hoşlanmadığını öğrenebilirler. İmtihana tabi tutulmuş olan insanların bunları öğrenmesi âdil bir imtihanın da gereğidir.

Örneğin, insan azıcık ilmi ile Allah’ın sonsuz ilmini, azıcı kuvveti ile Allah’ın sonsuz kudretini tanımaya çalışır. Keza, insanoğlu yalan, hırsızlık, fitnecilik, iftira, zulüm gibi çirkin işlerden nefret etmekte; buna mukabil yardım, merhamet, dürüstlük, barışseverlik gibi işlerden ise hoşlanmakta ve bu ahlakıyla Allah’ın sıfatlarını ve ahlakını da öğrenme imkânını bulmaktadır.

Şimdi insafla düşünelim; âciz ve her şeyiyle Allah’a muhtaç olan birer insan olarak biz kendimize yakıştıramadığımız çirkin işleri, nasıl Allah’a yakıştırabiliriz? Biz zalim, yalancı, hırsız gibi insanlardan nefret ettiğimiz halde, nasıl olur da Allah’ın bunlardan nefret etmesine akıl erdiremiyoruz? Nasıl olur da Allah’ın en dürüst bir tüccarı, bir iş adamını, bir devlet adamını sevdiği gibi, bunlardan en sahtekâr olanlarını da aynı şekilde sevmesini isteyebiliyoruz?  Eğer insanlarda, annesinin sütü gibi helal bir şekilde kazanan bir kuyumcu ile, onun dükkanını soyan ve onu öldüren bir hırsız caniyi aynı şekilde sevmeyi uygun gören bir vicdan ve bir akıl varsa, bütün dünya şahit olsun ki, biz bu akıldan da bu vicdan da istifa ediyoruz; deli olmayı böyle bir akılla yaşamaya tercih ediyoruz.

Bu gün yeryüzünde hangi devlet var ki, kendisine itaat eden vatandaşları ile kendisine baş kaldırmış anarşistleri aynı kefeye koysun ve hepsine de sevgi çiçekleri dağıtsın... Suçluyu ödüllendirmek, onu saygı ve sevgiyle karşılamak, suçların işlenmesine izin vermek anlamına gelir; bu ise en çirkin işleri en güzel işlerle aynı görme körlüğü manasına gelir.

Şimdi, “bilerek bir karıncaya basmayı” uygun görmeyen, “bir insanı öldüren kimseyi bütün insanları öldürmüş gibi bir cani olarak gören” İslam dininden, masum insanları öldüren katilleri sevmesini istemek, hangi vicdanlı insanın vicdanına sığar, hangi akıllı insanın aklına yakışır?  Bütün ülkelerdeki adalet mahkemeleri, ceza evleri bu gerçeğin canlı şahitleridir...

Bu kısa girişten sonra  artık konuyla ilgili ayetleri tek, tek inceleyebiliriz. Önce itiraza neden olan ayetlerin yapılan meallerini verip, sonra da tam meallerini ve kısa açıklamalarını yapmaya çalışacağız:

1. "Allah …günah işleyen insanı sevmez!" (Nisa, 4/107)

Açıklaması: Ayetin ilgili ifadesi şöyledir:

“Ve kendi öz canlarına hıyanet edenleri savunma. Çünkü Allah, hainlikte ve günahkârlıkta çok aşırı olanları asla sevmez.”

Bu ayetin inmesine sebep olan adam hırsızlık etmiş ve bunu bir Yahudî’nin üzerine atmıştı. Bunları yaparken âdeta iman ettiği Peygamber'inin (asm) buna vâkıf olamayacağını düşünmüştü. Bu ise aslında bir küfür kokusunu veriyordu. Ayetin şiddetli ifadesi bundan ötürüdür. Nitekim, rivayete göre bu adam bu olayın ortaya çıkmasından sonra Mekke’ye kaçmış ve küfür üzere iken başına bir duvar yıkılmış ve öylece ölmüştür.(bk. Razî, ilgili ayetin tefsir).

Bununla beraber, deli olmayan kimseden başka hangi insan var ki, kendisine saygısızlık edenleri sevsin?  Mecnun olmayan hangi insan var ki hırsızlığı, haksızlığı, zulmü alkışlasın? Bu nasıl bir mantık?

Bu olay İslam’ın insanlara sadece âdil değil aynı zamanda ne kadar merhametli davrandığını, Yahudî de olsa insanların hakkını hukukunu savunduğunu, haksız olan mümin de olsa zulmünü, iftirasını, hıyanetini hoş karşılamadığını, ondan bu açıdan nefret ettiğini göstermektedir.

Şu noktada da anlaşılması gereken önemli bir husustur ki; Kur’an’da prensip olarak şahsiyetçilik yapılmaz, vasıflar üzerinde durulur. Sevilen veya sevilmeyenler insanlardan belli şahıslar değildir, bilakis herkes için geçerli olan belli kriterlerdir. Örneğin (gaipten haber vermek gibi bir mucizeyi yansıtan Ebu Lehep olayı dışında) her yerde güzellikler övülmekte ve çirkinlikler yerilmektedir.

Mesela: “Allah iyi davranış gösterenleri sever”, “Allah kötü davranış sergileyenleri sevmez” manasına gelen ayetlerde hiçbir ayırım yapılmadan bütün insanlar için geçerli bir prensipten söz edilmektedir. Kur’an’a göre, yalan söyleyen bir Müslümanın yalancılığı çirkindir, gayri müslim kimsenin gösterdiği dürüstlüğü güzel bir huydur. Zalim bir Müslümanın zulmü çirkindir, gayri müslim bir kimsenin âdil davranması güzel bir huydur. Kur’an’ın bu bakış açısı onun hukuk üstünlüğüne, adalete ne kadar önem verdiğinin göstergesidir.

2. "Allah, onların kalblerini temizlemek istememiştir." (Maide, 5/41)

Açıklaması: İlgili ayetin meali:

“Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla 'iman ettik.' diyen münafıklarla, Yahudilerden kâfirlikte yarışanlar seni üzmesin. Zira onlar yalancılık etmek için dinlerler. Senin yanında olmayan bir grup hesabına casusluk için dinlerler. Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif ederler. 'Size şu fetva verilirse onu kabul edin, o verilmezse onu kabul etmekten geri durun.' derler. Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun lehinde Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerini arındırmak istememiştir. Onların hakkı dünyada rüsvaylık olduğu gibi, âhirette de müthiş bir cezadır.”

Önce ayette açıkça görüldüğü gibi, söz konusu edilen kimselerde kötülük namına ne ararsan vardır, yok yoktur. Müslümanları aldatmak gibi münafıklık/iki yüzlük mü dersiniz; kâfirlikte yarışmak mı dersiniz; yalancılık mı dersiniz; vatan hainliği sayılan başkaları adına casusluk mu dersiniz; gerçekler ve belgeler üzerinde oynayıp tahrif mi dersiniz; yurttaşlık ve insanlık onuruna yakışmayan pislik adına ne varsa onlarda hepsi vardır. Bu insanlar, bütün bu çirkinlikleri Allah’ın kendilerine verdiği akıl, zekâ ve  özgür iradeleriyle yapmışlar. Artık arınmaya imkân bırakmayacak bir seviyede çamura batmışlardır. Ayetin “Onlar öyle kimselerdir ki Allah onların kalplerini arındırmak istememiştir.” mealindeki cümlesi bu gerçeği ifade etmektedir.

Ayetin baş kısmında -meal olarak- yer alan “Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla “iman ettik.” diyen münafıklarla, Yahudilerden kâfirlikte yarışanlar seni üzmesin ” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, burada -o  yönlü çirkin insanların yaptıkları kötülükleri sebebiyle çok üzülen- Hz. Peygambere (asm) teselli verilmektedir. Bu tesellinin en kestirme yolu, işin Allah’a aidiyetini nazara vermektir. Her işte bir insan tarafı, bir de Allah tarafı vardır. Özgür iradesini kullanarak iyi veya kötü iş yapmak insana aittir, fakat o işi yaratmak ise Allah’a aittir. Kur’an’da hitabın makamına uygun olarak bazen insan tarafı bazen de Allah tarafı vurgulanmaktadır. Her ikisi de doğrudur ve hikmetlidir.

Buradaki makam teselli makamı olduğu için “kadere rıza” göstermek için Allah tarafı öne çıkarılmıştır. Yoksa onların hiçbir suçu yok demek değildir. Allah istese elbette bütün kâfirleri de hidayete erdirir. Fakat bunu yapmaz, çünkü bu imtihan sırrına aykırıdır. Bu bir haksızlık da değildir. Çünkü doğruyu seçmek için Allah akıl, ilim, feraset, basiret ve özgür irade vermiştir. Allah’ın verdiği bütün bu donanımları Allah’a karşı saygısızlık etmek için kullanan kimseyi Allah ne diye temize çıkarsın ki… Oysa “bilerek kendi zararına razı olanın lehinde bakılmaz ve ona acınmaz” diye ilmî ve sosyolojik bir kaide vardır. Madem bilerek bu yolu tercih etmişler, neticesine de katlanacaklardır. Ateşi bilerek eline alan kişi, bunun acısına da zararına da razı olacaktır.

3. "Allah, bazı günahları yüzünden onları felakete uğratmak istiyordur." (Maide, 5/49)

Açıklaması: İlgili ayetin meali şöyledir:

“Aralarında, Allah’ın sana indirdiği ahkâm ile hükmet! Sakın onların keyiflerine uyma ve Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni caydırmalarından sakın! Şayet yüz çevirirlerse bil ki, Allah onları bazı günahlarından dolayı musîbete uğratmak istiyordur. Zaten insanların birçoğu Allah’ın emrinden dışarı çıkmaktadırlar.” (Maide, 5/49).

Şunu iyi bilmek gerekir ki, kâinatı yaratan Allah, onun düzenini sağlamaya yönelik itme, çekme kanunları gibi ontolojik/astronomik/kozmik prensipler vazettiği gibi, insanlık camiasının düzenini sağlamak için de emir ve yasaklarla şer’î prensipler vazetmiştir.

Yapılması gereken her emrin pozitif bir karşılığı olduğu gibi, uyulması gereken her yasağın da negatif bir etkisi vardır. Örneğin oksijenin azalması, ozon tabakasının delinmesi, iklimlerin değişmesi, kutuplardaki buzulların çözülmesinin dışa yansıyan önemli yan etkileri vardır. Bunun gibi, Allah’ın emir ve yasaklarına uymanın dünyada huzur ve mutluluk gibi müspet etkileri olduğu gibi, ahirette de ödül ve mükâfat olarak bir karşılığı vardır. Aksine bu prensiplere uymayanların dünyada da ahirette de görecekleri olumsuz yan etkileri vardır. Bu yan etkilerden bir kısmı dünyada iken gelen bela ve musibetlerdir. “Allah onları bazı günahlarından dolayı musîbete uğratmak istiyor” ifadesi, bu genel ilahî yasanın seslendirilmesidir.

Bunun diğer bir ifadesi “Allah onlara zulmetmiyor, onlara hak ettikleri cezayı vermek istiyor” şeklindedir. Suçluya ceza verdi diye mahkemeyi yadırgamak ne kadar çirkin bir cehalet ise, Allah’ın herkes için eşit olarak uygun gördüğü bir yasayı uygulamasını haksızlık olarak görmek de ondan bin kat daha tuhaf bir mantıksızlıktır. Nice insanlar var ki, hasta olduklarından dolayı suyun tadını acı bulurlar, uysa acılık suda değil onların hasta olan damaklarındadır.

4. "Allah…onlara…kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor." (Tevbe, 9/55)

Açıklaması: İlgili ayetin meali

“Onların ne mallarının ne de çocuklarının çokluğu seni imrendirmesin. O hiç de önemli değil! Çünkü Allah bunlar sebebiyle dünya hayatında onlara sıkıntı çektirmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını dilemektedir.” (Tevbe, 9/55).

İslam inanç sisteminde şu kesin bir prensiptir ki, “Allah kimsenin kafîr olmasını istemez”. “Eğer inkâr edecek olursanız bilin ki Allah sizden müstağnidir, hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ama kullarının inkâra sapmalarına razı olmaz.”(Zümer, 39/7) mealindeki ayette bu husus açıkça ifade edilmiştir. Hatta insanlar için de “küfre rıza küfür olduğu” prensi getirilmiştir.

Bundan da anlaşılıyor ki, ayette yer alan “meşiet/istemek/dilemek” kavramı ikinci manasına göre kullanılmıştır. Allah’ın birinci dilemesi dinî konudaki hoşnutluğunu ifade eden dilemedir. Bu şer’î dilemeyle Allah asla kimsenin kâfir olmasını istemez. İkinci dileme ise Allah’ın yaratma ile alakalı olan iradesi ve istemesidir.

Birinci dileme ilim sıfatına bağlı olarak ortaya çıkan bir istektir. Kur’an’daki bütün emir ve yasaklar Allah’ın bu ilmî, şer’î iradesini ve dilemesini göstermektedir. Bu istek ve irade, imtihanın gereği olarak kimseyi zorlamaz. Nitekim, bu gün de Kur’an’ın emirlerini yerine getirenlerin yanında getirmeyenler de aynı hareket  serbestiyetine sahiptir. “Dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun.”(Kehf, 18/29) mealindeki ayette bu hakikate vurgu yapılmıştır.

İkinci dileme ise, Allah’ın kudretine bağlı olarak ortaya çıkan ve karşı konulmaz bir iradenin adıdır. Allah neyi yaratmak istese ona karşı hiç engel çıkamaz. İşte ayette bu meşiete, bu isteğe, bu dilemeye vurgu yapılmıştır.

Yani, ayet diyor ki, “özgür iradeleriyle küfrü tercih eden bu adamları/münafıkları, tercih ettikleri doğrultuda onların canlarını alacağım. İslam’da küfür ve iman, hayır ve şer olgusu insanın özgür iradesini kullandıktan sonra onları yaratma hususu Allah’a aittir. Allah dilerse kul küfrü istediği halde o küfrü yaratmaz ve ona iman yolunu gösterebilir; bu bir lütuf ve ikram olarak değerlendirilir. İsterse de kulun isteği doğrultusunda onun için küfür yolunu serbest bırakır, onu yaratır ve o kulu da arzusuna kavuşturur; bu ise bir adalettir.”

İşte ayette İslam dinine çok zararları dokunan münafıklar için adalet mekanizmasının işletildiğine işaret edilmiştir. Unutmamak gerekir ki, adaletten kaçanlar suçlu olan kimselerdir.

5. "Kalblerine -onu anlamalarına engel olacak- kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyarız." (İsra, 17/45 ve 46)

Açıklaması: İlgili ayetin meali:

“Sen Kur’ân okuduğun zaman, seninle âhirete inanmayanlar arasına görünmez bir perde çekeriz. Ve kalplerinin üzerine onu iyi anlamalarına mani kılıflar geçirir, kulaklarına da ağırlıklar koyarız. Sen Kur’ân’da Rabbini tek olarak andığın zaman, nefretle arkalarını dönüp giderler.” (Tevbe, 17/45-46).

Bu ayette dikkat edilmesi gereken husus, Allah’ın bu engellemesi, onların kendi özgür iradelerini kullanarak tercih ettiklerine bir cezadır. Nitekim ayette bu engelleme işleminin “âhirete inanmayanlar” için olduğu açıkça vurgulanmıştır.

Bu engellemelerin asıl müsebbibi söz konusu olan kâfirlerdir. Gözlerini, kulaklarını, kalplerini doğru yolda değil de yanlış yolda kullanarak  Allah’ın birer emaneti olan bu aletlere hıyanet ettiler, Allah da onları  gerçeği duymaktan, görmekten ve algılamaktan tamamen uzaklaştırdı.

Bu ayette kullanılan aynı sözcüklerin “Ve (o kâfirler) derler ki: “Senin bizi dâvet ettiğin inançlara karşı kalplerimiz kapalıdır, örtüler içindedir; kulaklarımızda da ağırlık bulunmaktadır. Hem aramızda bir perde çekilmiştir. Artık bu durumda yapacağın bir şey varsa yap, biz de bildiğimiz gibi yapmaya devam edeceğiz!”(Fussilet, 41/5) mealindeki ayette ifade edildiği üzere, kâfirler tarafından kullanılması da işin gerçek boyutunu göstermektedir. Yani bu engellemenin bizzat onlar tarafından  kabul edilen engellerin aynısıyla olduğuna dikkat çekilmiş, onların kendi iradeleriyle kabul edip İslam’a  ters düşen yolda yürümelerine bir bahane olarak uydurduklarına ve onların bu alaycı tavırlarının bir cezası olarak söz konusu göz, kulak ve kalpleri gerçekleri görmekten, işitmekten ve anlamaktan alıkonulduklarına işaret edilmiştir.

Demek ki böyle bir cezanın çok ciddi âdil gerekçeleri vardır. Yüzeysel ve de düzeysel bir yaklaşımla Kur’an güneşini söndürmeye kalkışanlar, kendi cehaletlerini ortaya koymuş olacaklardır. Zira, güneş üflemekle sönmez, güzünü kapayan kendine gece yapar.

6. "Allah kâfirleri sevmez." (Rum, 30/45)

Açıklaması:

Allah, dostlarını sevdiği gibi kendisini inkar eden düşmanlarını da elbette sevmez. Çünkü sevmek, güzel bir hasletin karşılığıdır. Allah’ı inkar eden veya O’nun gönderdiği vahiyleri inkar eden veya pervasızca onları ayaklar altında çiğneyen kimselerin sevilmesi düşünülemez. Kötülük sevimsiz bir haslettir. Çünkü kötülüğü sevmek çirkin bir tavırdır. Bu da, kötülükle, iyilik, güzellik arasındaki farkı ortadan kaldırarak hakikate zulmetmek anlamına gelir. Hangi devlet var ki, sistemini reddeden, anayasasını ilgaya teşebbüs eden eşkıyayı ödüllendirmiş olsun? 

7. "Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez." (Lokman, 31/18)

Açıklaması: İlgili ayetin meali:

“Kibirli davranarak insanlara yüzünü dönme, yerde çalımlı çalımlı yürüme! Çünkü Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman, 31/18).

Aklı başında hiçbir insanın sevmediği bu davranışların, Allah tarafından sevilmesini mi bekliyoruz? İnsaf! Akılla bu kadar oynanır mı? Bir irşat kitabı olan Kur’an’ın bu güzel ahlak dersine karşı itiraz eden kimsenin, aklına mukayyet olmasını tavsiye ederiz.

8. "Kötülüğün cezası…kötülüktür. O zalimleri sevmez." (Şura, 42/40) 

Açıklaması: İlgili ayetin meali şöyledir:

“Ama unutmayın ki haksızlığın karşılığı, yapılan haksızlık kadar olabilir, fazlası helâl olmaz. Bununla beraber kim affeder, haksızlık edenle arasını düzeltirse onun da mükâfatı artık Allah’a yaraşan tarzda olur. Şu kesindir ki Allah zalimleri sevmez.” (Şura, 42/40).

Bu ayette görüldüğü gibi, haksızlığa karşı ayniyle mukabele etme izni verilmiştir ki, bu bir kısastır ve bir adalet ölçüsüdür. Bu adalet mekanizmasının işletilmesinin ötesinde bir toleransa dikkat çekilmiş, haksızlık yapan kimsenin affedilmesinin, barışa katkı yapmanın daha güzel bir davranış olduğu vurgulanmıştır. Ve bu affedici davranışın Allah katında güzel bir mükâfatının da olduğu sözü verilmiştir. Ve ayetin son cümlesinde “ki Allah zalimleri sevmez.” mealindeki ifadeye yer verilmiştir.

Bu uyarı her iki taraf için de geçerlidir. Önce haksızlık yapan veya yapmak isteyen tarafa; “Dikkat et, başkasına zulüm ve haksızlık etme, sonra Allah’ın sevgisinden mahrum kalırsın!” mesajını vererek zulüm damarı olan kimseleri ondan caydırmayı hedeflemiştir. Bunun yanında zulme uğramış kimsenin bu hakkını kısas metoduyla almak isteyen kimsenin de zerre kadar fazla bir haksızlığa girmemesi için “Dikkat et, ufak bir yanlışın ve haksızlığın seni Allah’ın sevgisinden mahrum edebilir!” şeklinde şiddetli bir uyarı yapılmıştır.

Şimdi dünya barışı ve adaleti namına ortaya konmuş ve altınla yazılmaya değer bir muhtevaya sahip olan bu evrensel ilahî mesajı hazmedemeyen kimseyi, normal bir insan olarak algılamak mümkün mü? Bu gerçeklere karşı hazımsızlığı olan kimseye tavsiyemiz ve temennimiz, akıl midesini bir an önce ilim, irfan ve imanla yıkamasıdır.

9. "Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez." (Hadid, 57/23)

Açıklaması: İlgili ayetin meali şöyledir: 

(Üzülmenize veya sevinmenize sebep olacak şekilde) gerek yeryüzünde,  gerek kendi nefislerinizde, size ulaşan hiçbir şey yoktur ki, bizim onu yaratmamızdan önce bir kitapta yazılı olmasın. Bu, Allah’a göre elbette pek kolaydır. Bu (hususu size bildirmemiz), elinizden çıkan şeylerden dolayı gam yememeniz, Allah’ın size nasip ettiği nimetlerle de şımarmamanız içindir. Allah övünüp duran, kibirli, kendini beğenmiş kimseleri sevmez.” (Hadid, 57/22-23).

Bu ayetlerde genel olarak herkesin başına gelen üzücü veya sevindirici olaylardan ötürü insanların aşırı tepki vererek normalin dışına çıkıp psikolojik sorunlar yaşamamalarını sağlamaya yönelik olarak “Allah’ın ezelî ilminin takdiri”ne dikkat çekilmiştir.

Bilindiği üzere, aşırı hüzün gibi aşırı sevinç de psikolojik rahatsızlıklara sebep olabilir. Bu aşırılığın sebeplerinden en önemlisi, bunların “bir sürpriz” şeklinde ortaya çıkan olaylarla ilgili olmalarıdır. Kişi, kazandığı bir nimeti veya kaybettiği bir nimeti hazmetmezse, şoke olması içten bile değildir. Bu konularda hazmı kolaylaştıran en önemli tedavî metodu, moral değerleri normalde tutan “kadere” imandır. Çünkü, hadis-i şerifte ifade edildiği üzere “kadere iman eden, kederden kurtulur.”. Aşırı kederden kurtulduğu gibi, aşırı sevinç ve şımarıklıktan da kurtulur.

Şu da bir gerçektir ki, Allah’ın verdiği nimetlerle şımarmak, insanları kibirlenmeye, başkasına hor bakmaya, hakir görmeye sebebiyet verdiği için çok daha kötü bir hastalıktır. Bu özelliğinden ötürüdür ki ayette en son ona yer verilmiş ve ardından da meal olarak “Allah övünüp duran, kibirli, kendini beğenmiş kimseleri sevmez.” ifadesiyle bu hastalığa tedavî tedavi uygulanmıştır.

Şimdi bu iki psikolojik tedavi için on beş asır uygulanan bu harika terapiyi görmemek gerçekten bu bilgi çağı adına çok üzücüdür.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun