Kadere rıza ile kazaya rıza aynı anlama mı gelmektedir?

Tarih: 02.06.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kader, Allah’ın ezelî ilmiyle bildiği bütün her şeyin bir programıdır. Kaza ise, bu programın ilahî kudret tarafından uygulamaya konulmasıdır. Bu farklı konumlarına rağmen, bunlardan birine rıza göstermek diğerine de rıza göstermek manasına gelir.

İnsan bu takdir edilmiş şeylere tam manası ile teslim olursa, hayatta başına gelecek musibet ve sıkıntılara karşı tam bir metanet ve sabır içinde olur.

Başımıza gelen bir musibet gördüğümüzde, “Kaderde bu vardı...” dediğimiz zaman, bununla her iki hususa da işaret etmiş ve böylece hem ilahî programa hem de uygulamaya rıza göstermiş oluyoruz.

Kadere tam manası ile teslim olmuş bir Mümin için, bağırıp çağırmak yakışmaz, çünkü kadere teslim ve kazaya razı olmak her müminin özelliğidir.

Kafirin, musibet karşısında bağırıp çağırması ve isyan etmesi makuldür; zira kafir, küfür gözlüğü ile hadiselere baktığı için, hadiselerin arkasındaki hikmet ve rahmeti göremiyor ve teselliye medar bir kuvveti kendinde bulamıyor.

Lakin mümin her şeyin ve her hadisenin arka cephesinde Allah’ın rahmet ve hikmetini iman gözlüğü ile gördüğü için, bağırmak çağırmak ve isyan mümine yakışmaz, onun için makul olmaz. İşte bu teslim ve tevekkül hali, mümin için bir şiar ve bir simge olmak gerekir.

Nasıl dürüstlük ve doğruluk İslam’ın şiarı, müminin simgesi ise, aynı şekilde rıza ve teslimiyet de müminin şeni ve şiarıdır; aksi mümine yakışmaz.

Aslında kaza ve kadere iman Allah'a imanın sonucudur. Allah Teala'nın her şeyi bildiğine, her şey onun iradesi, kudreti ve yaratmasıyla vücuda geldiğine inanan bir kimse kaza ve kadere esasen inanmış sayılır.

İslam'da kadere inanılır. Fakat işlenen günahları ve suçları mazur göstermek ve sorumluluktan kurtulmak için kader delil olarak ileri sürülemez. Müslüman, verilen emirlere uymak, konulan yasaklardan uzak durmak zorundadır. Gücü ve iradesi dahilinde bulunan bu emir ve yasaklara uymayanların kendilerini mazur ve haklı göstermek için "Ne yapalım Allah böyle takdir etmiş, kader böyle imiş" demeleri ve suçu kadere, daha doğrusu -haşa- Allah'a yüklemeleri büyük günahtır.

Deprem, yangın, sel ve benzeri felaketlere uğrayan afetzedelerin, insan gücünü ve iradesini aşan bu türlü musibetler karşısında "Allah'ın takdiri böyle imiş, kaderimiz bu imiş" demeleri caiz, hatta böyle düşünüp, buna inanıp ve böyle deyip teselli bulmaları güzel bir şeydir. Ölüm olayı karşısında da aynı şey söylenir.

Bütün gücüyle çalıştığı ve lüzumlu her tedbiri aldığı halde maksadına ulaşamayanlar da "Kader böyle imiş" deyip müteselli olabilir. Ama haram ve günah olan bir şeyi yapan veya farz olan bir ibadeti yapmayan veyahut kendisine verilen görevleri ihmal eden mazeret olarak kaderi öne süremez, sürerse günaha girer. Çünkü hiçbir kimse tecelli etmeden ve gerçekleşmeden evvel kaderinin ne olduğunu bilemez. Bu bakımdan kader bir sırdır. Buna "sırr-ı kader" denir. Gerçekleşmeden önce ne olduğu bilinmeyen kader mazeret olarak kullanılamaz.

Kadere iman etmeyi ve kazaya rıza göstermeyi emr eden İslam, aynı zamanda çalışmayı, kazanmayı, ibadet etmeyi ve verilen görevleri yerine getirmeyi de emreder, haram ve günahların işlenmesini yasaklar. Eğer delil ve mazeret olarak kaderi ileri sürmek caiz olsaydı, emir ve yasakların hiçbir anlamı kalmazdı. İslam kendi kendisiyle çelişirdi.

İslam'ın bütün emir ve yasaklarını görmezlikten gelip sadece kadere sımsıkı bir biçimde sarılmak, sorumluluktan kurtulmak ve suçu üzerinden atmak için ilahi takdire sığınmak, İslam'ı bir bütün olarak göz önünde tutan aklı başında bir Müslüman'ın yapacağı bir şey değildir.

Hz. Mevlana'nın da dediği gibi kaderi o biçimde anlayanlar, eğer inançlarında samimi iseler kendilerine atılan dayağa kızmamaları ve bunu kaderlerinin bir tecellisi sayıp gönül hoşluğuyla karşılamaları gerekir. Halbuki onlar buna hiçbir zaman razı olmazlar.

Veba olan yere gidilmesin diye emir veren Hz. Ömer (ra)'e Ebu Übeyde: "Ya Ömer! Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" diye sorunca, Hz. Ömer (ra): "Evet, öyle, ama Allah'ın bir kaderinden kaçarken biz öbür kaderine doğru gitmekteyiz." (Buhari, Tıb, 30; Müslim, Selam, 98) diye cevap vermişti. Abdülkadir Geylani'nin de dediği gibi Müslüman, hak uğrunda hak için kaderle çekişen ve mücadele eden kişidir. Bunun için tedbir alınır ve türlü türlü çarelere baş vurulur.

Çalışmayı, tedbir almayı ve çare aramayı ihmal etmemek şartıyla, kadere iman, insana huzur ve güven verir. Onu gereksiz vesvese ve vehimlerden, sakıncalı kaygı ve tasalardan kurtarır. Bu bakımdan kadere iman lüzumlu olduğu kadar da faydalıdır. Zor zamanlarda insanı ayakta tutar, yıkılmasına mani olur. Onun için güç ve zindelik kaynağı olur.

İleriye dönük tedbir alan ve planlar yapanların da gereksiz vesveselerden ve kaygılardan kurtulmaları için kader inancına ihtiyaçları vardır.

Hayır da şer de Allah'tandır. Her şey onun iradesi, kudreti ve yaratmasıyla meydana gelir. Fakat Cenab-ı Hakk insanlara, öbür varlıklara vermediği büyük ve değerli şey vermiştir: Akıl ve irade. İnsan aklı ile iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ve faydalıyı zararlıdan ayırd eder ve iradesiyle de bunlar arasında hür ve serbest bir biçimde tercih yapar. Bundan dolayı yaptıklarından sorumlu olur.

İlahi irade, genel ve evrenseldir. İnsana verilmiş olan cüz'i iradenin işlediği alan sınırlıdır. Fakat bir şeyin yapılmasını veya yapılmamasını tercihte etkilidir.

İnsanın eylem ve davranışları da dahil olmak üzere, her şeyi yaratan Allah'tır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Fakat insan, kendisinden meydana gelen hal ve hareketleri irade eder, bunun üzerine Allah onları yaratır. Dilemek insandan, yaratmak Allah'tandır, tedbir insandan, takdir Allah'tandır. Onun için önce kul üzerine düşeni yapmak mecburiyetindedir.

Kaderle ilgili olmak üzere şu hususlar üzerinde durulmaya değer:

a) Dua: Yaratma yönünden hayır ve şer Allah'tan olduğu gibi hidayet ve dalalet, yani doğru yolda olma ve yoldan sapma da Allah'tandır. Yüce Allah dilediğini doğru yola iletir, dilediğini iletmez. Dilediğine yardım eder ve başarılı kılar (tevfik), dilediğine etmez (hizlan). Yardım ve başarı Allah'ın bir lütfu ve ihsanı olduğundan insan dua ve niyazla ondan yardım ve başarı ister, doğru yolda sabit ve daim kılmasını diler. "Mevlam; beni doğru yoldan saptırma ve başarısızlığa düçar etme." diye dua eder. Fatiha Suresi'nde bu duayı yapmaktayız.

b) Rızık: Allah herkesin rızkını ve kısmetini takdir etmiştir. Kimse kimsenin rızkını yemez. Rızk veren Allah'tır. Hak Teala insanların çalışarak, gerekli tedbirleri alarak, çarelere başvurarak, yoluna ve usulüne göre hareket ederek rızk peşinde koşmalarını ve kendisinden rızk istemelerini emr etmiştir. Üzerine düşeni yapan insanın rızkını alemlerin Rabbı'ndan bilmesi ve kısmetine razı olması lazımdır. Rızkın Allah'tan olduğuna itikad eden bir kimse ne haram yer ne de hak.

c) Ecel: Bir kimsenin ne kadar yaşayacağı ve ne zaman öleceği mukadderdir. Vadesi yeten ölür, yetmeyen yaşar. Takdir edilen ecel ve vade değişmez. Fakat insanın kendi eliyle kendini tehlikeye atması ve cana kıyması haramdır. Hastalıkların da tedavi edilmeleri icab eder.

d) Kazaya rıza göstermek icab eder. Kaderin tecellileri karşısında, musibet ve felaket zamanlarında bağırıp çağırmamak, ağlayıp sızlanmamak, çözülüp yıkılmamak lazım gelir. Bu gibi durumlarda kadere teslim ve kazaya razı olmak insanın mücadele gücünü ve mukavemet yeteneğini artırır. İnsanın kaderinden yakınması ve talihsizliğinden şikayetçi olması yanlıştır.

e) Tevekkül: Allah'a güvenmek demektir. Bir insan herhangi bir meşru ve mübah iş yapmadan önce, yaparken ve yaptıktan sonra Allah'a itimat etmelidir. Tevekkül, çalışma ve çabalama sebebi ve sakidir. İnsanı vesvese ve vehimden, gereksiz kaygı ve tasalardan kurtarır. Onu sükuna ve huzura kavuşturur. "Rızkımı Allah verir" diye işi gücü bırakmak çarpıtılmış bir tevekkül anlayışıdır. Zira insan hem tevekkül göstermek hem de rızkını sağlamak için çaba harcamakla memurdur. Tevekkül, çalışan insanın hakkıdır. Çalışan insan her hususta ve her halükarda Allah'a güvenmek, onun keremine ve yardımına bel bağlamak zorundadır. Tevekkül Hz. Peygamber (asm)'in hali, çalışıp kazanmak da sünnetidir. Onun hali üzere olan, sünnetini terk etmez.

İlave ilgi için tıklayınız:

Kadere iman eden kederden emin olur.” sözünü açıklar mısınız? ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun