Özürlü insanlar da en güzel şekilde mi yaratılmış?

Tarih: 14.09.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde, "Şüphesiz ki biz insanı en güzel bir şekilde yarattık.", mealinde ifadeler var; ama dünyada birçok özürlü insanlar var, bunu nasıl açıklamalıyız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Âlemlerin Rabbi,

“Muhakkak biz insanı ahsen-i takvîmde yarattık.” (Tîn, 95/4)

buyuruyor. Ve insan, bu üstün yaratılışıyla, nice güzelliklerin tohumunu saklıyor. Anlamağa, inanmağa, amel etmeğe, sevmeğe, şefkat etmeğe, feyiz almaya aday. Peygamberlik bu ulvi mahiyetten çıkıyor. Evliya, asfiya bu mahiyetin meyveleri. Âlimler, ârifler, muttakiler, sâlihler, cömert simalar, âdil hükümdarlar hep bu ulvi mahiyetin değişik sahalardaki farklı meyveleri.

Ahsen-i takvim, Türkçemize “en güzel şekilde yaratılmış olma” şeklinde tercüme ediliyor ve bundan, çoğu kez, insanın sima ve beden güzelliği anlaşılıyor. Halbuki insan denilince öncelikle insan ruhu anlaşılmalıdır. Beden o misafirin kaldığı bir hanedir. Misafirin şerefi haneye de aksetmiş, onun mükemmelliği sebebiyle hanede mükemmel olmuştur. O halde ahsen-i takvim, insan mahiyetinin diğer bütün mahiyetlerden üstünlüğünü ifade eder.

Nur Külliyatı'nda,

“Küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder.” (Sözler, Yirmi Üçüncü Söz)

denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki, insan ahsen-i takvim ile ifade edilen bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş.

Bilim adamlarımızın ifadelerine göre, elmasla kömürün temel taşları aynı, yani ikisi de karbondur. Sadece kristalleşme şekilleri farklı. İşte bu farklılıktan birbirine zıt iki mahiyet doğuyor. Aynı harflerle farklı kelimelerin yazılabilmesi gibi, aynı insan mahiyetinden de birbirine zıt meyveler çıkabiliyor:

Bu misale göre:

Ahsen-i takvim, “En güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”
Alâ-yı illiyyîn, “Bunu başarabilenlerin ulaştıkları yüksek makam.”
Esfel-i safilîn, ise “Yanlış yazanların düştükleri aşağılık ve çöküş” demek oluyor.

İnsanın ruhu en mükemmel şekilde yaratılmıştır. Bedendeki özürler ise bu dünyaya münhasırdır. Ahirette bu insanlara mükemmel bir beden giydirilerek cennete gönderilecektir.

Varlıklar, Allah’ın sonsuz kudretini, ilmini ve diğer sıfatlarını göstermektedir. İmtihana katılamamış olanların bu açıdan varlıkları önemlidir.

Her eser sahibi kendi eserini önce kendisi temaşa eder ve sanatını kendisi takdir eder. Sonra da başkalarına göstererek onların takdir ve tebriklerini alır. Misal de hata olmasın, Allah Teala Hazretleri yarattığı her mahlukunu, yazdığı her mektubu önce kendisi zatına uygun olarak temaşa etmektedir. Ayrıca bu eserini ve sanatını diğer şuurlu varlıklara da göstermektedir.

Bu açıdan İslamiyet'ten haberi olmayan insanlar da özürlü insanlar da aynı şekilde boşuna yaratılmamıştır.

"Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca" ifadeleri de bize her sanatkârın, her ustanın ruh hâlini yansıtır. Demek ki insana bu duyguyu veren Allah da kendi sanatını görmek ve göstermek istiyor.

"Hüner sahibi her sanatkâr, sanatını teşhir etmekle ve sanatının tasavvur ettiği tarzda işlemesiyle ve istediği neticeleri vermesiyle iftihar eder." (Nursi, Lem'alar, Otuzuncu Lem'a)

Yine "Malumdur ki, her bir cemal sahibi, kendi hünerini teşhir ve ilan etmekle nazar-ı dikkati celb etmek ister ve sever." Ve hüneri gizli kalmış bir güzel hakikat ve güzel bir mana, meydana çıkmak ve müşterileri bulmak ister ve sever.

İşte İslamiyet'ten haberi olmadığı için sorumlu olmayan o insanlar, büyük bir sanat eseridir. Bu yönüyle onun Yaratıcısı o sanatını kendine layık mukaddes ve münezzeh olarak temaşa ediyor, seyrediyor. Ayrıca melaike gibi şuurlu varlılara da seyrettiriyor.

Diğer taraftan her varlığın iki yönü vardır. Biri yaratıcıya diğeri ise yaratılana bakar. Var olmak yaratılan hakkında tam bir rahmettir. Zira varlık mutlak hayırdır. Yaratılan her şey, bu varlık nimetini tadıyor. Çünkü yoklukla mukayese ettiğimizde var olmanın bir rahmet olduğu muhakkaktır.

Allah'ın, sonsuz nimetlerinden bir tanesi de hidayettir. Bu nimetin verilmemesi, varlık nimetini anlamsız kılmaz. Camit olan bir taşın dahi varlığı yokluğuna tercih edildiği için, sadece var olması bile büyük bir nimettir. İslamiyetten haberi olmayan bir insana hidayet nimeti tattırılmasa bile, Allah'ın ona varlık mimetini, hayat nimetini, yaşama nimetini tattırmak için onu yaratması hikmet ve rahmetin gereğidir. Zira o insanın vücudu, hücreleri kafir olmadığı için yine lisanı halle Rablerine ibadet edeceklerdir. Nitekim bütün hayvanların ibadetleri de böyle değil midir? Bir çiçeğin, bir hayvanın varlığını gereksiz görmüyorsak, İslamiyet'ten haberi olmadığı için hidayeti bulamasa dahi bir insanın da yaratılışını anlamsız görmemek gerekir.

Hayvanların, bitkilerin varlık nimetinin dışında, insanlara ve diğer varlıklara faydası vardır, onlara hizmet ediyorlar denebilir. Bunun için de Fâtır-ı Hakîm: "İnanmayan insanları dünyanın imârâtı için halk etmiştir. Mümin kullarına ihsan ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî yapmıştır." denilebilir.

Bilim ve teknoloji sahasında insanlığa hizmet etmek için iman etmek şart değildir. Nitekim nice bilimsel ve teknik buluşlar kâfirlerin elleriyle insanlığın hizmetine sunulmuştur. Kısacası insanın yaratılışının tek gayesi, bilinçli bir hidayet değildir. Elbette insanın yaratılışının en önemli gayesi imandır. Ancak o gaye tahakkuk etmeyecek diye, insanın yaratılmasının diğer gayeleri yok olmayacaktır ve yaratılmasına engel değildir.

Bununla beraber, çocuklar gibi, Allah’ın bu insanları imtihana tabi tutmadan, hayatta çektikleri çeşitli sıkıntıları değerlendirmeye alarak, onları cennete alması onun sonsuz rahmetini göstermekten başka bir şey değildir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun