Bir kimsenin olaylara bakış tarzının ve niyetinin, eşyanın mahiyetini değiştireceği ve günahı sevaba, sevabı da günaha çevireceği doğru mudur?

Bakma manasına gelen “nazar” kelimesi, çoğu zaman, “bakış açısı ve akıl” manasında da kullanılır.

Meselâ, hastalıklara bir elem ve keder vasıtası olarak nazar edilebileceği gibi, günahları eriten; insanın dünya sevgisini azaltan, kalbini ahirete teveccüh ettiren, acz ve fakrını kemaliyle hissettirip insanın kulluk şuurunu pekiştiren ilahî bir nimet olarak da bakılabilir.

Adam öldürmek günahtır, kötü bir fiildir, ancak bu iş İslamın nurunu söndürmek isteyen küffara karşı yapılırsa, yani maksat i’la-yı kelimetullah olursa, adam öldürme fiili sevaba inkılap eder.

Aynı örneği, sevabın günaha inkılabı için de kullanabiliriz. Allah için cihat etmek büyük bir fazilet iken, bunun şan ve şöhret kazanmak için yapılması halinde “rıza, riyaya, sevap, günaha” inkılap eder.

Bir başka örnek: Din aleyhine yazılmış bir kitabı okumak mutlak manada zararlıdır; kötü bir iştir. Ama, bunda niyetimiz o kitaptaki  yıkıcı fikirlere cevap olursa, bu okuma fiili sevaba inkılap eder.

Bir başa örnek, Allah için yapılan secde ibadettir, Allah’tan başkası adına yapılan secde ise dalalettir.

Niyet de nazara yakın bir kelime; ancak aralarında şöyle bir nüans farkı da var. Nazarda “bakış açısı”, niyette ise “maksat” ön plana çıkıyor.

Buradaki niyeti  en başta “ihlas” olarak anlamamız gerekiyor. Zira en büyük niyet, bir işi Allah rızası için yapmaktır. Namaza “Niyet ettim Allah rızası için” diye başladığımız gibi, konuşurken, ticaret yaparken, sefere çıkarken kısacası bütün işlerimizde de niyetimiz İlâhî rızaya ermek olmalıdır.

Yeme, içme, konuşma, yatma gibi adet olarak yaptığımız işleri, sünnet niyetiyle  yaptığımızda o adetlerimiz ibadet olurlar. Zira, o Hak Elçisine (asm) uymak, Allah’ın razı olduğu şekilde hareket etmek demektir.

Meselâ, uyumak bir adetimizdir. Sünnet üzere yatıp, namazına kalkmayı da niyet ederek yattığımızda bütün uykumuz ibadet oluyor.

Kalabalık bir caddeden geçen bir insan, haram nazardan sakınma niyetiyle başını önüne eğerek yürüdüğünde yüzlerce vacip sevabı kazanabilir. Bir başkası da birisiyle kavga etmiş olsun;  iç âleminde onunla münakaşa ederek ve ona hakaretler yağdırarak yol alsın. Bu adam da sağa sola bakmadan yürümektedir, onun nazarına da hiçbir haram ilişmez, ama niyeti haramdan sakınmak olmadığı için birinci adamın nail olduğu sevabı bu adam kazanamaz.

Şimdi bu kâinatı inceleyen bilim adamlarının niyeti İlâhî hikmet ve rahmeti insanlara ders vermek olsa, bütün çalışmaları ibadet olur. Ama, niyetleri meşhur olmak, ödül almak, ücretlerini artırmak olduğu takdirde, bu çalışmaların onlara sevap namına bir faydası olmayacaktır.

Niyet, manevî kazanç konusunda büyük bir sermayedir. Bu sermayeyi iyi kullanmak gerekir. İnsan halis bir niyetle bir hayır yapmak istese, fakat elindeki imkânlar buna izin vermediği için o hayrı yapamasa ve bundan üzüntü duysa onun bu halis niyeti ona sevap kazandırır.

İnsan, okuduğu bir hatmi bağışlarken bütün müminleri niyet ettiğinde onların her birine bir hatim sevabı hediye edebilir.

Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder. Bu da sevabın günaha kalbolmasına misâl oluyor.

Birçok şeyin sebepler eliyle var edildiği bu hikmet dünyasında, sebeplere tesir vermek cehaletten başka bir şey değildir. Meyveyi ağacın, sebzeleri toprağın yaptığını söyleyen bir kişi, bu meyveler ve sebzeler hakkında ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, bu bilgiler onu cehaletten kurtaramaz.

Elementleri birer harf, ağaçları, tarlaları, denizleri, ormanları birer sayfa olarak görüp, Cenâb-ı Hakk’ın bu sayfalarda kudret kalemiyle yazdığı yazıları, yani meyveleri, hububatı, balıkları, ceylanları bu nazarla inceleyen kimsenin, bütün bu bilgileri marifet-i İlâhîye olur.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun