"Eğer siz günah işlemez olsaydınız, Allah başka insanlar yaratır, onlar günah işlerler, kendisi de onları bağışlardı." hadisini nasıl anlamalıyız?

Tarih: 11.01.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Allah’ın, tövbe etsinler diye günahı ve insanları yaratması sonra günah işleyenleri suçlaması tezat değil mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Konuyla ilgili iki hadis şöyledir:

“Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zühd, 30)

“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe, 9-11)

Bu hadislerden de anlaşıldığı üzere, insan, günah ve sevap işleme özelliğinde yaratılmış bir varlıktır. Günah işlemek, insanı meleklerden ayıran bir özelliktir. Bilindiği gibi melekler nurdan yaratılmış olup, asla Allah’a karşı gelmeyen, günah işlemeyen varlıklardır.

İslâm fıtrat dinidir. İslâm’da insanın günah işleyebileceği kabul edilmiş ve bundan korunma ve kurtulma yolları insana öğretilmiştir. İşte yapılan kötülükten, işlenen günah ve kabahatten kurtulup manevi kirlerden temizlenme yolu tövbedir. Tövbe ile insan, yapmış olduğu günah ve kusurlardan kurtulup o günah ve hataları hiç yapmamış gibi tertemiz olur. Nitekim bu hususta Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurur:

“Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mace, Zühd 30)

Yüce Allah kullarını tövbeye çağırmakta ve şöyle buyurmaktadır:

“Ey müminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki, felaha edesiniz.” (Nur, 24/31)

Başka bir ayette ise Yüce Allah, Peygamberine şöyle buyurur:

“De ki: Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü o, çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır.” (Zümer, 39/53)

Bu ayette Yüce Allah, Peygamberine, günahkâr kullara, Allah’ın rahmetinden umut kesmemelerini söylemesini emrediyor. Çünkü çok bağışlayan, çok acıyan Allah, dilerse bütün günahları bağışlar. Bundan dolayı kullar, Allah’ın azabı gelmezden önce Allah’a yönelmeli, O’na teslim olmalı, şirki ve bütün günahları bırakmalıdırlar.

Demek ki soruda geçen hadis günah işlemeye teşvik ettiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksine insan günah işlemeye fıtraten meyillidir. Öyle ise gaflete düşüp günah işlerlerse tövbe kapısının da açık olduğunu ifade etmektedir.

"Günah işlemeseydiniz günah işleyen bir topluluk yaratılırdı." sözünden kasıt ise; eğer insanların günah işleme özelliği olmasa idi veya yitirse idi, Allah onlardan başka günah işleme özeliği olan bir varlık daha yaratır ve bu varlıklar bu özelliğine rağmen günahı terk edip Allah’a itaat ederlerdi. Eğer gafletle, hata ile nefsine ve şeytana uyarak günah işlemiş olurlarsa tövbe edenlerin günahlarını da bağışlardı.

Bu hadisler tövbenin önemini anlatmakta ve kim olursa olsun Allah’ın rahmetinden ümit kesmeden Ona yönelmelerini istemektedir.

Cevap 2:

Allah’ın cemal sıfatlarının tecelli yeri olan cennet sadece insanlarla ilgili olmadığı gibi, celali sıfatların mekânı olan cehennem de yalnız insanlara yönelik bir tecelligâh değildir.

Yani, Allah’ın sıfatları ezelî ve ebedî olduğundan, ebede kadar tecelli etmeleri gerekir. Bu tecellilerin diyarı ise, cennet ve cehennem yurtlarının bulunduğu ahiret diyarıdır.

Yani, ne cemalli sıfatların tecellisi sadece insanlara verilen nimetlerle ilgilidir, ne de celal sıfatlarının tecellisi yalnız insanlara verilen ceza ile alakalıdır.

Yani, faraza ahirete göçen insanlar olmasaydı, yine de bu sıfatların ebede kadar tecelli etmeleri için ebedî bir diyar olan ahirette ebedî birer tecelligâh olan cennet ve cehennem olacaktı.

Yani; inanan insanların cennet nimetleriyle mükâfatlandırılmaları, inkârcıların da cehennem azabıyla cezalandırılmaları, cemal ve celal sıfatlarının sadece bir kısım tecellileridir.

Yani, cennet bütün güzellikleriyle, bütün letafetiyle, huri ve ğılmanıyla, oradaki melekleriyle, nurlu manzaralarıyla cemal sıfatlarının gösterdiği gibi, cehennem de zebanileriyle, alev alev yanan korkunç ateş lavlarıyla, zemheririyle, karanlıklarıyla celal sıfatlarının dehşetli bir tecelligâhıdır.

Cennetin, evrende -tecelli eden cemal sıfatlarının bir yansıması olan- mevcut güneşlerin ve yıldızların ihtiva ettiği nuru yansıtan bir ışık, santral merkezi olması mümkün olabildiği gibi, cehennemin de, evrende -tecelli eden celal sıfatlarının bir yansıması olan- mevcut, gök cisimlerin, güneşlerin ve yıldızların barındırdığı ateş, hararet gibi unsurların bir kaynağı olması mümkündür. Bediüzzaman Hazretlerinin -özet halde verdiğimiz- şu ifadeleri bu konuda çok mânidardır.

"Bir donanma elektrik lâmbaları gibi yıldızları saltanat-ı rububiyetine nuranî şahitler yapmış, onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zât-ı Zülcelâlin kemâl-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, cehennemi elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan semânın yıldızlarını onunla iş'âl etsin / tutuşturup yaksın, onlara hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan cennetten yıldızlara nur verip, cehennemden de nar / ateş ve hararet / ısı göndersin; aynı halde, o cehennemin bir kısmını ehl-i azâba mesken ve mahpes/hapis yapsın." (Mektubat, Birinci Mektub, Üçüncü Sual).

Konunun daha iyi anlaşılması için bir misal vermekte fayda görüyoruz:

Şu anda dünyanın her ülkesinde prensip olarak hapishaneler vardır. Bu hapishanelerin varlığı, insanları suç işlemeye iten unsurlar olmadığı açıktır. Bilakis, her zaman suçluların olacağı kesin olarak bilindiği için, bir tedbir olarak hapishaneler inşa edilmiştir.

Cehennemin varlığı da bunun gibidir. Yani, cehennem var olduğu için kimse suç işlemiyor, aksine Allah her şeyi kuşatan ezelî ilmiyle kendi özgür iradelerini kullanarak suç işleyenlerin  var olacağını bildiği için cehennemi var etmiştir.

Şunu unutmayalım ki; Rububiyetin en açık iki özelliği vardır. Bunlardan biri, hâkimiyeti kabul edip itaat edenlere mükâfat vermek; diğeri, bu hâkimiyeti kabul etmeyip isyan edenlere ceza vermek.. Böylece hâkimiyetin inayet ve merhamet tarafını itaat edenlere mükâfatla, haysiyet ve izzet tarafını da isyan eden terbiyesiz eşkıyaları cezalandırmakla gösterir. Allah’ın kendisine iman edip itaat edenlere her türlü tarifin üstünde bir güzelliğe sahip cennet gibi bir mükâfatı olduğu gibi, kendisini, peygamberlerini, kitaplarını inkâr edenler için de her türlü tarifin üstünde bir işkence özelliğine sahip olan cehennem gibi bir zindanı da olacaktır. En büyük olan Allah’ın mükafat ve cezasının da büyüklüğüne yakışır bir tarzda olmasından daha makul ne olabilir ki!..

Aslında, Allah’ın vereceği cezadan kurtulmak için elinden gelen gayreti göstermeyenler, bu cezanın kapıda olduğunu düşünerek sinir krizlerini geçirmekte ve bunun faturasını da bu cezanın varlığından söz eden Kur’an’a kesmek istemektedir.

Halbuki, Allah’a karşı gelmek, kırık elle dövüşmek gibidir ki, acıdan başka bir şey kazandırmaz.

Bir polis memuru veya bir jandarma karşısında eli ayağı birbirine dolanan korkakların, bütün varlıkların yaratıcısına karşı meydan okumaları ibret vericidir.

Beş liralık bir  menfaat uğruna şeytanın elini ayağını öpmekten çekinmeyen bir kısım onursuz insanların, cennet gibi bir mükâfatı vâd eden Allah’a itaat etmeyi gururlarına yedirmemeleri neyle izah edilebilir?

İlave bilgi için tıklayınız:

İnsanlar günah işleme özelliğinde yaratıldığı halde, neden cehenneme atılıyor?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun