“Allah’ın zatı alem-i şahadette değildir, bu alemde esmaları tecelli eder.” şeklindeki yorum doğru mudur? Allah’ın Zatî sıfatlarının diğer sıfatlarından mana olarak farkı nedir?

a. Allah’ın Zat-ı Akdesi her türlü mekân ve zamandan münezzehtir. Ne alem-i gayb ne de alem-i şehadetten hiçbir varlık yokken Allah vardı. Şuna dikkat edelim ki, alem-i misal, alem-i beka, cennet ve cehennem de alem-i gaipten sayılır. Onun için gaybu’l-gayb olan Allah’ı mutlak olarak alem-i gaybte tasavvur etmek de yanlıştır.

“Allah vardı, onunla birlikte hiçbir şey yoktu.” (Kenzu’l-ummal, h. No: 29850)

mealindeki hadisten anlaşılacağı üzere, yer ve göklerin, cennet ve cehennemin de içinde bulunduğu yaratılmışlık dairesinde yer alan varlıktan hiçbir eser yokken Allah vardı. Ehl-i sünnetin bu konudaki akidesi de budur. Allah, gökler ve yerler yokken neredeyse yine oradadır. Orada, ne zaman ve ne de mekân vardır. Demek ki, Allah zaman ve mekândan münezzehtir.

Şunu da unutmayalım ki, Allah ilim ve kudret sıfatlarıyla her yerde hazır ve nazırdır; yoksa, kendi Zat-ı Akdesiyle hiçbir yerde değildir. Çünkü, Allah zaman ve mekândan münezzehtir. Çünkü, zaman ve mekân yok iken de o vardı. Onun Zat-ı Akdesini idrak edemediğimiz gibi, onun ezelde nerede olduğunu da idrak edemeyiz. Ezelde nerede idiyse şimdi de oradadır. Orası zaman ve mekânın olmadığı vucup dairesidir.

Güneşin ışıkları / ışınları dünyanın her tarafında tecelli ettiği halde, güneşin zatı sadece bulunduğu yerdedir. Bunun gibi, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri de kâinatın her tarafında söz konusudur, ancak Allah’ın Zat-ı akdesi, ezelde bulunduğu -o mekânsız, zamansız- yerdedir.

Ehl-i sünnetin akidesine göre, Allah’ın sıfatları Zat-ı Akdesine zaittir. Yani zatından ayrıdır. Bununla beraber, bu sıfatlar Allah’ın zatının ne aynısı ne de gayrısıdır. Bu konuyu sırr-ı ahadiyet çerçevesinde açıklarsak şöyle diyebiliriz ki, güneşin zatı gökte olduğu halde, güneşin birer sıfatı / vasfı / özelliği olan yedi renkli ışıkları, ısısı her parlak eşyanın üzerine yansımaktadır. Örneğin bir aynada güneşin ısısı, ışığı, yedi rengi olduğu gibi yansımaktadır. Bu aynada görülen güneşin timsalidir, sıfatlarının yansımasıdır. Fakat güneşin kendisi değildir. Diğer bir ifadeyle aynada yansıyan güneşin gayrısı değil -çünkü, güneşin bütün özelliklerini / sıfatlarını yansıtmaktadır-, ama güneşin aynısı da değil, çünkü güneşin bir aynaya sığdığını, gökteki güneşin bizzat kendisinin aynaya yerleştiğini söylemek mümkün değildir.

Bunun gibi, Allah’ın -ilim, irade, kelam, rahmet, rızık verme gibi- sıfatları Allah’ın vasıfları olması haysiyetiyle Allah’ın gayrısı değil, fakat  bunlar Allah’ın aynısı da değildir. Her şeye şekil veren, suret açan Allah’ın musavvir, fettah gibi isimlerin gösterdiği tasvir ve suret açma sıfatı, mahareti Allah’ın zatı olmadığı açıktır. Ama bunların tamamen Allah’tan ayrı-gayrı olduğunu düşünmek de makul değildir.

Not: Güneşin bir yeri, mekanı ve kütlesi olduğu gibi, aynı zamanda yaratılmıştır. Haşa, Allah için böyle bir durum söz konusu değidlir. Konunun anlaşılması açısından bir örnek olarak bakılmalıdır.

b. Allah’ın Zatı malum-u meçhuldür. Yani varlığı çok açık, ama hakikati çok kapalıdır. Onun için Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın sanatını, eserlerin düşünün ve tefekkür edin; fakat Allah’ın Zatını düşünmeyin, çünkü onu hakkıyla kavrayıp takdir edemezsiniz.” (Mecmau’z-Zevaid, 1/81, Kenzu’l-Ummal, h. No: 5705-7)

Allah’ın zatî sıfatları, Allah’ın zâtına mahsus olan, başka herhangi bir varlıkta bulunması mümkün olmayan sıfatlardır. Bunlara tenzihî / selbî sıfatlar da denilir. Bunlar;

Vücûd: Var olmak. Allah’ın varlığı zâtının gereğidir, zorunludur, başkasına muhtaç değildir. zıddı bulunmamak anlamına gelir.

Kıdem: Ezelî olmak, başlangıcı olmamak.

Beka: Varlığının sonu olmamak, ebedî olmak.

Muhalefetün li’l-havadis: Sonradan var olan hiçbir varlığa benzememek.

Vahdaniyet: Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması.

Kıyâm bi nefsihi: “Varlığı kendinden olmak, var olmak için bir başka varlığa ihtiyaç duymamak” demektir.

Subutî sıfatlar ise; Hayat, ilim, semi’/ işitmek, basar / görmek, irade, kudret, kelam, tekvin / yaratmak şeklinde adlandırılır. Bu sıfatlar da Allah için kullanıldığı zaman, zatî sıfatlar gibi ezelî, ebedî ve eşsizdir. Yalnız şu kadar var ki, bu sıfatlar, kelime olarak başkası için de kullanılabilir, bir vasıf olarak başkasına da verilebilir.

Mesela, Allah’ın hayatı vardır, iradesi vardır, ilmi vardır; -sonsuz bir farkı barındırsa bile- bizim de hayatımız, irademiz ve ilmimiz vardır. Halbuki, kıdem, beka gibi zatî sıfatları başkası için kullanmak aklen de mümkün değildir.

Allah, sırr-ı vahidiyetle kâinatı bir bütün olarak var ettiği gibi, sırr-ı ehadiyetle de onun bütün davranışını, parçalarının bütün görevlerini, kanunlarının bütün fonksiyonlarını bizzat kendisi icra etmektedir. İnsana şah damarından daha yakın olan Yüce Allah, her hadisenin yanında, her işin başındadır; zaman ve mekândan münezzeh olup hiçbir mekanda ve zamanda olmadığı hâlde her yerde ilim ve kudretiyle bizzat hazır ve nazırdır.

İlave bilgiler için tıklayınız:

Allah nerededir?
Allah’ın zatını, aklımızla anlayabilir miyiz?
Zat-ı İlahi, Lafza-i Celal, şuunat, sıfât, esma ve ef'al kavramlarını örneklerle açıklar mısınız?

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun