Mevlana Celaleddin-i Rumi Mesnevi'yi nasıl yazmıştır ve hikayelerin kaynakları nelerdir?

Mevlana Celaleddin-i Rumi Mesnevi'yi nasıl yazmıştır ve hikayelerin kaynakları nelerdir?
Tarih: 05.04.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Mesnevi'nin ne zaman yazılmaya başlandığı konusunda kesin bilgi bu­lunmamaktadır. Mevlânâ sadece II. cil­din yazımına 662 Recebinin 15. günün­den (13 Mayıs 1264) itibaren devam et­tiğini ve I. cildin bitmesinden sonra yazılmasının bir süre durakladığını bil­dirir.(Mesnevî, II. beyit 6-7)

Eflâkî, bu duraklamanın Hüsâmeddin Çelebi'nin hanımının ölümü üzerine yeniden evlenmesi sebebiyle olduğunu ve iki yıl sürdüğünü kaydeder. Sahih Ahmed Dede. I. cilde 659 Cemâziyelâhirinde (Mayıs 1261) baş­landığına, bu sırada Mevlânâ'nın elli beş, Hüsâmeddin Çelebi'nin otuz yedi yaşında olduğuna dair bir rivayet aktarmaktadır.

Abdülbaki Gölpınarlı, Mesnevinin I. cildinin sonla­rındaki beyitlere dayanarak eserin bu cil­dinin 656'da (1258) Abbasî halifeliğinin ortadan kalkmasından önce tamamlan­mış olabileceğini ve I. cilt ile II. cilt arasın­daki duraklama süresinin de altı yıl olma­sı gerektiğini belirtir.

Bedîüzzaman Fürûzanfer, I. cildin 657-660 (1259-1262) yılları arasında yazıldığını ile­ri sürerek Eflâki'nin rivayetini benimser. Farklı riva­yetler değerlendirildiğinde Mesnevi'nin I. cildinin 1258-1261 arasındaki bir tarih­te yazılmaya başlanıp 1263 veya 1264 yı­lında tamamlandığı söylenebilir. Diğer beş cilt ise ara verilmeden telif edilmiştir. Eflâkî ve Ferîdun Sipehsâlâr bu konuda tamamlan­dığını kaydetmektedir. Bedîüzzaman Fü­rûzanfer, Sahih Ahmed Dede'nin bu riva­yetini doğru kabul eder.

Farklı tarihler dikkate alınarak Mesnevî'nin yazımının sekiz on yıl sür­düğü ve 666 (1268) tarihinde sona erdiği söylenebilir. Eserin yedi cilt olduğuna inanan İsmail Ankaravî ise VII. cildin 670'te (1271) kaleme alındığını belirtir.

Hüsâmeddin Çelebi'ye irticalen yazdı­rılan Mesnevi'de muhteva ve şekil açı­sından sistematik bir yöntem takip edilmemiştir. Eserde Mevlânâ'nın teiif süre­cinde bazan sabaha kadar söylediği ve Hüsâmeddin Çelebi'nin bu yüzden uyku­suz kaldığı, acıkıp bir şeyler yediği sırada ilham kaynağının bulandığı gibi hususlar anlatılır. Hüsâmeddin Çelebi, Mevlânâ'nın Mesnevi'yi yazdırırken hiçbir kitaba müracaat etme­diğini, eline kalem almadığını; medresede, Ilgın kaplıcalarında, Konya hamamında, Meram'da aklına ne geldiyse söylediğini; kendisinin de bunları hemen zaptettiği­ni, hatta yazmaya yetişemediğini söyler. Bazan geceli gündüzlü birkaç gün hiç durmadan söylediğini, bazan aylarca sustuğunu belirtir. Bu durum, ilâhî hakikat­lere dair mânaların insân-ı kâmilin ayna mesabesinde olan kalbine daimî bir su­rette tecelli edip bazı anlarda dilden taş­masına (feyiz) işaret eder.

Mesnevi'nin her cildi tamamlandığın­da Mevlânâ'ya okunmuş (mukabele), Mevlânâ düzeltilecek yerleri bizzat Hüsâmeddin Çelebi'ye yazdırmış, yaptığı hizmetten dolayı ciltlerin muhtelif yerlerinde onu "Hak ziyası, sâmî-nâme, ruh cilâsı, nazlı ve nazenin varlık,.." gibi lakaplarla anmış ve eseri kendisine ithaf et­miştir. Mevlânâ cilt başların­daki Arapça dîbâceleri her cildin bitimin­den sonra, kırmızı mürekkeple yazıldığı için "surh" denilen başlıkları da her cilt bitimindeki okumalar esnasında yazdır­mıştır. Eflâkî, Hüsâmeddin Çelebi dışın­da Mesnevi yazmakla görevli kâtiplerin de bulunduğunu kaydeder. Sahih Ahmed Dede, Sultan Veledin VI. cildin sonunda­ki üç kardeş hikâyesinin yarım kaldığını Mevlânâ'ya hatırlattığını ve hikâyeyi ken­disinin tamamlayarak Mesnevi'ye ek­lediğini aktarır. Ancak Sultan Veled'in zeylinde de hikâyenin bitmediği görülmektedir.

Mesnevi'yi şiir söylemek amacıyla te­lif etmeyen Mevlânâ'nın poetikasında (şiir sanatında) şiir, düşüncelerini anlatmak için bir aletten öteye geçmez; hatta şiiri küçümseyen ifa­deler kullanır, mânanın şiire sığamayacağını, harfin lâyıkıyla mânaya suret olama­yacağını belirtir. Şiiri mânayı tasvir eden suret olarak görür, ancak sûretsiz mâ­nanın zuhur edemeyeceğini de vurgula­yarak tasavvufî mâ­naların şiir şeklinde söylenmesini uygun bulur ve bu anlamdaki şiiri yüceltir.

Mesnevi aruzun remel bahriyle (fâi-lâtün fâilâtün fâilün) yazılmıştır. Mevlânâ Mesnevi'nin lafız, vezin, şiir ve hikâyeden (suret) ibaret bulunmadığını, asıl amacın mânanın muhataba ulaştırılması olduğu­nu söyleyerek surete takılıp kalınmaması için uyarılarda bulunmuş, surete takılanların mânadan nasip alamayaca­ğını, mânadan nasip alanların ise bunu suret vasıtasıyla gerçekleştirdiğini be­lirtmiştir.

Mevlânâ, her cildin başına yazdırdığı dibace(ön söz)lerde eserin konu ve muhtevasını genel anlamda ortaya koy­muştur. I. cildin dibacesinin ilk cümlesi olan, "Mesnevi dinin usulünün usulünün usulüdür." İfadesinde üç defa geçen "usul" kelimesini Mesnevi şarihlerinin çoğu şe­riat, tarikat ve hakikat olarak yorumla­mıştır. Mesnevi bu asıllar zinciri içerisin­de ve asılların birbirini gerektirmesi üze­rine temellendirilmiştir. Bu açıdan Mesnevi'nin asıl konusu din ve dinin üç temel dayanağı olan amel (şeriat), hâl (tarikat) ve hakikattir. Hakikati elde etmek amel ve hali gerektirdiği gibi amel ve halde anla­mını hakikatten alır. Bu mânada hakika­ti elde etme aslının bilgisini konu edinen Mesnevide bu bilgiye (keşfî bilgi) ulaşma yolları olan amelier (şer'î ilimler) ve halle­re dair bilgiler de (sülük ilmi) hakikat bil­gisi (ilm-i ilâhî) bağlamında ele alınmış­tır. Abdest, namaz, oruç gibi amellerin neticesinde kazanılan tasavvufl haller, bunlar da hakikat denilen Hakk'ın bilgisi ya da tahakkuk eden ilâhî ilim bağlamın­da açıklanmıştır. Dolayısıyla Mesnevi, ilm-i ilâhî olan tasavvufun asıl konusu vücûd ve vücûdun zuhur mertebelerinden (merâtib-i vücûd), insân-ı kâmil ve Hakk'a vuslat yollarından (sülük ve mertebeleri) bahseden bir eserdir. Nitekim Mevlânâ, Mesnevi'nin vuslat ve yakın sırlarını keş­fetme konusunda sâlike rehber (burhan) oiduğunu söyler. Mesnevi'nin tarikat yo­luna girenlerin mürşidi olduğunu, sâliklerin bütün mertebelerinin onun içinde dercedilidiğini, görünüşte şiir ise de baş­tan başa tevhidin sırrı, Kur'an ve hadisin tefsiri, hakikatlerin özü olduğunu kayde­den Sipehsâlâr'ın ifadeleri ilk dönemde Mesne­vi'nin nasıl değerlendirildiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Mevlânâ'nın dini bir bütün olarak konu edinmesi sebebiyle muhteva ve üslûp ba­kımından Mesnevi'yi Kur'ân-ı Kerîm'e benzetmesi ve onu çeşitli Kur'an sıfatla­rıyla tavsif etmesi, bazı Mesnevi münek­kitlerinin yanlış anladığı gibi Mesnevi ile Kur'an arasında lafzî boyutta bir müşte­reklik kurulduğu şeklinde değerlendirilmemelidir. Mesnevi, Kur'an ile aynı kaynaktan gelen mutlak mânayı açıklayan ve küllî mânadan pay alan mânadır. Mevlânâ, Mesnevî'yi Kur'an'ın bâtın mânalarını keşfeden remiz ve işa­retleri te'vil ve tahkik eden (keşşâfü'l-Kur'ân) bir kitap olarak da tanımlar. Eser bu açıdan manzum bir işârî tefsir olarak gö­rülebilir. İçerdiği hikâyelerin bir açıdan muhtevasını yansıtan yaklaşık 950 başlığın elli küsurunu âyetlerin, elli üçünü hadislerin oluşturması bu hikâyelerin naslarla temellendiriidiğinin kanıtıdır.

Eserdeki bazı hikâyeler XIII. yüzyıl kül­türünü yansıtan mizahî veya hezeliyyât (şaka, alay) türünden anlatımlardır. Meselâ böyle bir hikâye olan kabak hikâyesinde (V. beyit 1333-1429) şehvete düşkünlük ve taklidî bilginin zararları ele alınır. Muhatabın hi­kâyenin şekline takılıp kalması, mâna se­viyesini yakalayamaması veya metne bü­tün olarak bakamaması yüzünden amaç göz ardı edilebilir. Mevlânâ bu durumu,

"Mesnevimiz Kur'an gibidir; bazısına doğru yolu gösterir, bazısını da sapıklığa götürür. Benim şiirim şiir değildir, iklim­dir. Benim mizahlarım mizah değildir, tâlimdir."

beytiyle ifade etmiştir. Mesne­vi'deki hikâyelerin kaynağı başta Kur'an kıssaları olmak üzere tasavvufî menkı­beler ve geniş bir tarihî rivayet kültürü­dür. Hikâyeler XIII. yüzyılın örf ve âdetleriyle ilgili birçok unsuru da barındırır. Bu bakımdan eser sosyal tarih çalışmalarına da kaynaklık etmiştir.

(bk. TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2004, MESNEVİ mad., c.29, s.326-329)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun