Peygamberimiz Hz. Muhammede onun döneminde, şimdiki Darwinistlerin ve ateistlerin tartıştığı konularla ilgili sorular sorulmuş mudur?

Tarih: 06.04.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İnkar çeşitlerine Kur’an’da cevap verilmiş midir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Zamanımızda saf zihinleri bulandırmak, körpe dimağları ifsat etmek için ortaya atılan sorulardan bazıları Peygamber Efendimiz (asm)'e de sorulmuştur. Bunlardan biri "Bu mahlûkatı Allah yarattı, peki ya Allah'ı -hâşâ- kim yarattı?" sorusudur. Bu soru üzerine İhlâs Sûresi indirilmiş ve bununla cevap verilmiştir. Bu sûre ile şirkin bütün çeşitlerini kökünden kesilip atılıyor, tevhidin bütün mertebeleri en güzel bir şekilde izah ve ispat ediliyordu. Peygamber Efendimiz (asm) de bu soruyu soran kimselere yine İhlâs Sûresi ile cevap verilmesini beyan buyurmuşlardır. (bk, Râzi, Suyûtî, Alusi, Elmalılı, İhlas Suresinin tefsiri)

Diyebiliriz ki, Kur’an-ı Kerim'de eskiden beri / tarih boyunca her türlü dinsizliğin gerekçesi olarak öne sürülmüş düşüncelere cevap verilmiştir. Bu konuda bazı genel bilgileri yeniden verdikten sonra, ilgili bazı ayetlerin ışığı altında açıklamalar yapmaya çalışacağız:

Evvela ateist “kâfir” kavramına dahildir. Her kâfir ateist değil, fakat her ateist kâfirdir.

İslam alimleri, Allah’ın sıfatlarını açıklarken “Bila teşbihin ve la temsilin ve la ta’tilin…” derler. Bununla Allah’ın bir benzerinin olmadığını ifade etmekle beraber, onun varlığını yok sayan bir anlayışın da (ta’tilin de) doğru olmadığını anlatmak istiyorlar. Bu sebepledir ki, İslam literatüründe ateistler “muattıla” sözcüğüyle ifade edilmiştir.

Aslında İnsanlık tarihi boyunca Allah’ın varlığının inkârı meselesi yok denecek kadar azdır. Bundandır ki, Kur’an-ı Hakim'de üzerinde durulan konu Allah’ın varlığının ispatından ziyade, Allah’ın birliğinin ispatı meselesidir. Çünkü, kâfirler Allah’ı inkâr etmiyor, sıfatlarında yanlış yapıyorlar. Hatta müşrikler bile Allah’ın varlığını inkâr etmiyorlar. Bu hastalık, materyalist felsefe akımının ortaya çıktığı bu son üç-dört asrın ürünüdür.

Bediüzzaman Said Nursi’nin açıklamasına göre (Sözler, Yirmi Beşinci  Söz, İkinci Suret, Beşinci Nokta), Tur suresinin 29-43. ayetlerinde yer alan ve “Yoksa” anlamına gelen “EM” istifham edatıyla başlayan ayetlerden her biri, inkârın, dalâletin ve dinsizliğin her çeşidini susturan, son derece yoğun, etkili bir hitap harikası ortaya koymaktadır. Bedâhetleri, âşikâr gerçekleri inkârcıların tepelerine füzeler gibi indirir. On beş defa "Yoksa?" lafzı ile pekiştirme ifade eden soru üslubu (istifham-ı inkârî ve teaccubî) ile "Nasıl olur da bu gerçekleri reddedebilirsiniz, şaşılır sizin aklınıza!" diyerek şüphenin bütün çeşitlerini çürütür ve her bir cümlede inkâr gruplarından bir bölümünün iddialarının hülasasını / özünü iptal eder.

Tur Suresi’in ilgili ayetlerinin mealleri ve kısa açıklamaları:

"29. Ey Resulüm, sen irşad ve nasihatına devam et. Sen Rabbinin ihsanı sayesinde kâfirlerin iddia ettikleri gibi kâhin de değilsin, deli de değilsin.

"30-31. Ne o, yoksa onlar senin hakkında: 'Ne olacak? Şairin biri!  "Feleğin onun başına neler getireceğini göreceğiz."' mi diyorlar?”  De ki: "Bekleyin bakalım! Ben de (sizin fecî âkıbetinizi) bekliyorum."

Açıklama:

Acaba bu muarızların, muhakemesiz, mantık muvazenesinden yoksun âmi ve câhil bazı kâfirler gibi sana şâir mi diyorlar? “Biraz sabredelim, ne de olsa bir gün ölür, biz de ondan kurtuluruz.” diyerek senin ölümünü mü bekliyorlar? De ki: "Bekleyin bakalım! Ben de (sizin fecî âkıbetinizi) bekliyorum." Bunlar seni -hakikatten uzak, hayal ürünü süslü ifadelerle yaldızlı şiirler okuyup da sonra gerçekleştirecek hiçbir ideali olmayan- geldiği gibi giden şairlerden biri mi sanıyorlar? Halbuki, senin ortaya koyduğun o çok büyük ve pek parlak hakikatler, şair ve şiirin hayallerinden münezzeh ve tezyinatından / süslü-püslü kuru lafazanlığından müstağnidir.

"32. Akılları mı kendilerinden bunu istiyor, yoksa onlar azgın bir toplum olduklarından mı böyle yapıyorlar?"

Açıklama:

Yoksa bu inkârcılar,  akıllarına güvenen akılsız filozoflar gibi, "aklımız bize yeter" mi diyorlar?  Onun için mi sana tabi olmak istemiyorlar? Halbuki akıl bütün varlığıyla sana tabi olmayı emreder. Çünkü bütün söylediklerin makuldur. Yalnız şu var ki akıl kendi başıyla onlara yetişemez. Çünkü o pek geniş hakikatler aklın tek başına ulaşacağı bir kullanım alanı değildir. Fakat sonsuz ilmin bir tezahürü ve küllî bir akıl hükmünde olan vahyin rehberliğinde yürüdüğü zaman, akıl da o gerçekleri kavrayabilecektir. Yahut: İnkârlarının sebebi, azgın zalimler gibi, Hakk'a boyun eğmeyi gururlarına yedirmeyen kibirleri midir? Halbuki ceberut zalimlerin reisleri olan Firavunların, Nemrutların akıbetleri malumdur. Demek ki akıl-furuşluk yapan, akıl satıcılığına soyunan bu azgınlar gerçekte akılsızdırlar. Eğer akılları olsaydı, kendi akıbetlerini düşünürlerdi...

"33-34. Yahut Kur'ân'ı 'kendi uydurdu' mu diyorlar? Hayır! Onlar bu iddialarında samimi değiller. Onların inanmaya niyetleri yok da onun için bu kabil sözler sarf ediyorlar. Eğer bu iddialarında samimi iseler Kur'ân gibi bir söz getirsinler bakalım!"

Açıklama:

Veyahut: Yalancı, vicdansız münafıklar gibi "Kur'an senin sözlerindir" diye seni itham mı ediyorlar? Halbuki, tâ şimdiye kadar sana Muhammed-ül Emin diyerek içlerinde seni en doğru sözlü biliyorlardı. Vicdanları ağızlarından çıkan bu iddiayı kabul etmez. Zira Araplardan bir ferdin bütün Arapları âciz bırakacak bir eser ortaya koyamayacağını çok iyi bilirler. Demek onların imana niyetleri yoktur. Eğer bu iddialarında samimi iseler, insanların yazdığı eserler arasında Kur'an'ın bir benzerini bulsunlar.

"35-36. Yoksa onlar bir Yaratan olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa kendi kendilerini mi yarattılar?  Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin bilgiye ulaşmaya gitmezler."

Açıklama:

Yahut bu inkârcılar, kâinatı abes ve gayesiz itikat eden felâsife-i abesiyyun / varlığı abes olarak gören ve abesle iştigal eden filozoflar gibi, kendilerini başıboş, hikmetsiz, gayesiz, vazifesiz, yaratıcısız mı zannediyorlar? Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve pek çok güzel gayeleri takip etmektedir.  Bütün mevcuda / varlıklar, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır ve Allah’ın emirlerine boyun eğmektedir.

Yoksa, Firavunlaşmış maddiyyun / materyalistler  gibi, "Kendi kendine oluyorlar, kendi kendini besliyorlar, kendilerine lazım olan her şeyi yaratıyorlar." mı tahayyül ediyorlar ki, imandan, ubudiyetten / kulluktan imtina ederler? Demek kendilerini birer halık, birer yaratıcı zannederler. Halbuki, bir tek şeyin yaratıcısı, her bir şeyin yaratıcısı olmak lazım gelir. Demek kibir ve gururları onları nihayet derecede ahmaklaştırmış ki, bir sineğe, bir mikroba karşı mağlûp bir âciz-i mutlakı, bir kadîr-i mutlak zannederler. Madem bu derece akıldan, insaniyetten sukut etmişler. Hayvandan, belki cemâdattan daha aşağıdırlar. Öyleyse bunların inkârlarından müteessir olma. Bunları dahi bir nevi muzır hayvan ve pis maddeler sırasına say. Dedikodularına aldırma, ehemmiyet verme!

Veyahut bu muarızların, yüce yaratıcıyı inkâr eden fikirsiz, sersem muattıla / ateistler gibi, Allah'ı inkâr mı ediyorlar ki, Kur'an'ı dinlemiyorlar? Öyle ise, semavat ve arzın vücutlarını / göklerin ve yerin varlığını inkâr etsinler veyahut "Biz halkettik, biz yarattık." desinler. Desinler ki, bütün bütün aklın zıvanasından çıkıp, divaneliğin hezeyanına girsinler. Çünkü semada yıldızları kadar, zeminde çiçekleri kadar Allah’ın birliğinin ifadesi olan tevhidin delilleri görünüyor, okunuyor. Demek yakîne ve hakka niyetleri yoktur. Yoksa "Bir harf kâtibsiz olmaz, bir iğne ustasız olmaz, bir mahalle bile muhtarsız / idarecisiz olmaz." bildikleri halde, nasıl bir harfinde bir kitap yazılan şu kâinat kitabını kâtipsiz; bir nakşında binler sanat incelikleri bulunan bu kâinat sarayını ustasız;  atomlardan galaksilere kadar her sisteminde harika bir nizam ve intizam görünen bu kâinat ülkesini idarecisiz zannediyorlar!

"37. Yoksa Rabbinin hazineleri onların mı yanında? Yoksa kâinatı onlar mı yönetiyorlar?"

Açıklama:

Veyahut: Cenab-ı Hakk'ın ihtiyarını, seçme ve tercih hakkına sahip o mutlak hür iradesini inkâr eden bir kısım düşünce sapkını filozoflar  ve akıl fukarası Brahmanistler  gibi nübüvvetin aslını mı inkâr ediyorlar?  Bundan dolayı mı sana iman getirmiyorlar? Öyle ise, bütün mevcudatta görünen ve ihtiyar ve iradeyi gösteren bütün hikmetli sanat eserlerini ve takip edilen hikmetli gayeleri ve harika nizam ve intizamları ve bu harika sistemin çalışmasından elde edilen binlerce faydalı neticeleri ve sonsuz kerem, rahmet ve inayeti  yansıtan varlıkların bu eşsiz vaziyetini ve bütün enbiyanın bütün mucizelerini inkâr etsinler veya "Milyarlarca yaratılmış mahluka verilen rızık, ihsan ve ikramların hazineleri yanımızda ve elimizdedir." desinler. Desinler ki, kabil-i hitap olmadıklarını göstersinler. Sen de onların inkarından ötürü üzülme. "Allah'ın akılsız hayvanları çoktur." de.

Yoksa bunlar, gerçekten aklı hâkim yapan mütehakkim Mutezile gibi kendilerini Hâlıkın / Yyaratıcının işlerine rakip ve müfettiş tahayyül edip Hâlık-ı Zülcelal'i mesul tutmak mı istiyorlar? Sakın fütur getirme. Öyle hodbinlerin, kendini beğenmiş cahillerin  inkârlarından bir şey çıkmaz. Sen de aldırma.

"38. Yoksa onların yükselmelerini sağlayan bir merdivenleri, kuleleri var da o sayede mi göklerin haberlerini dinliyorlar? Öyleyse o haber dinleyenleri kim ise, meleklerin sözlerini dinlediğine dair kesin bir delil getirsin!"

Açıklama:

Veyahut: Bu inkârcılar, cin ve şeytana uyup kehanet-füruşlar, ispirtizmacılar gibi, âlem-i gayba başka bir yol mu bulunmuş zannederler? Öyle ise, şeytanlarına kapanan göklere onunla çıkılacak bir merdivenleri mi var tahayyül ediyorlar ki, senin semavî haberlerini tekzip ederler. Böyle şarlatanların inkârları hiç hükmündedir, sen de aldırma!

"39. Yoksa kız çocukları onun da erkekler sizin mi?"

Açıklama:

Yoksa bu muarızların: Ukûl-ü aşere (on akıl) ve erbab-ül enva' (türlerin rableri) namıyla şerikleri itikat eden müşrik filozoflar gibi ve yıldızlara ve melaikelere bir nevi uluhiyet / ilahlık isnat eden Sabiiyyun gibi, Cenab-ı Hakk'a evlat nispet eden mülhit ve bir kısım ehl-i dâlalet gibi, Zât-ı Ehad ve Samed'in vücub-u vücuduna, vahdetine, samediyetine, istiğna-i mutlakına zıd olan veledi nispet ve melaikenin ubudiyetine ve ismetine ve cinsiyetine münafî olan ünûseti / dişiliği isnad mı ederler? Kendilerine şefaatçi mi zannederler ki, sana tâbi olmuyorlar? İnsan gibi mümkin, fâni, beka-i nevine muhtaç ve cismanî ve mütecezzi, tekessüre kabil ve âciz, dünyaperest, yardımcı bir vârise müştak mahluklar için vasıta-i tekessür ve teavün ve rabıta-i hayat ve beka olan tenasül, elbette ve elbette vücudu vâcib ve daim, bekası ezelî ve ebedî, zâtı cismaniyetten mücerred ve muallâ ve mahiyeti tecezzi ve tekessürden münezzeh ve müberra ve kudreti aczden mukaddes ve bîhemta olan Zât-ı Zülcelal'e evlâd isnad etmek, hem o âciz, mümkin, miskin insanlar dahi beğenmedikleri ve izzet-i mağruranesine yakıştıramadıkları bir nevi evlâd yani hadsiz kızları isnad etmek; öyle bir safsatadır ve öyle bir divanelik hezeyanıdır ki, o fikirde olan heriflerin tekzibleri, inkârları bir hiç hükmündedir. Sen de aldırmamalısın. Herbir sersemin safsatasına, her divanenin hezeyanına kulak verilmez.

"40. Yoksa onlardan vahyi tebliğ, risalet ve irşad hizmetlerinden ötürü bir ücret istiyorsun da, onlar ağır bir borç yükü altında eziliyorlar mı?"

Açıklama:

Yahut bu inkârcılar: Hırsa, hıssete / cimriliğe alışmış tâgi, bâgî / azgın, zalim dünyaperestler gibi senin tekâlifini / getirdiğin yükümlülükleri ağır mı buluyorlar ki, senden kaçıyorlar ve bilmiyorlar mı ki, sen ecrini, ücretini yalnız Allah'tan istiyorsun ve onlara Cenab-ı Hak tarafından verilen maldan hem bereket, hem fakirlerin hased ve beddualarından kurtulmak için, ya ondan (10) veya kırktan (40) birisini kendi fakirlerine vermek ağır bir şey midir ki, zekat emrini ağır görüp İslâmiyet'ten çekiniyorlar? Bunların tekzibleri ehemmiyetsiz olmakla beraber, hakları tokattır. Cevap vermek değil...

"41. Yoksa gayba dair bilgiler kendilerinin elinin altındadır da, onlar oradan istedikleri tarzda yazıp kopyalıyorlar mı?"

Açıklama:

Veyahut: Şu kendini bilmez adamlar, gayb-aşinalık dava eden Budistler  ve gaybî işlerle ilgili tahminlerini kesin bilgi zanneden akıl-füruşlar gibi düşünüyorlar da ondan mı senin gaybî haberlerini beğenmiyorlar? Yoksa gaybî kitapları mı var ki, senin gaybî kitabını kabul etmiyorlar. Öyle ise, vahye mazhar resullerden başka kimseye açılmayan ve kendi başıyla ona girmeye kimsenin haddi olmayan âlem-i gayb, kendi yanlarında hazır ve açık olduğunu hayal edip ondan malumat aldıklarını düşünüyor olmalılar? Böyle gaybî bir kaynaktan yazıyor oldukları hülyasına mı kapılmışlar? Böyle, haddinden hadsiz derece tecavüz etmiş mağrur hodfüruşların tekzipleri, sana fütur vermesin. Zira az bir zamanda senin hakikatlerin onların hülyalarını zîr ü zeber / alt üst edecek.

"42. Yoksa onlar bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Şunu bilsinler ki: Asıl kapana kısılacak olanlar, o kâfirler olacaklar."

Açıklama:

Veyahut: Fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sahir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? Böyle hilebaz şarlatanları insan sayıp desiselerinden, inkârlarından müteessir olarak fütur getirme. Belki daha ziyade gayret et. Çünki onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler ve onların fenalıkta muvaffakiyetleri muvakkattır ve istidracdır, bir mekr-i İlahîdir.

"43. Yoksa onların Allah'tan başka bir tanrıları mı var? Allah onların iddia ettikleri ortaklardan münezzeh ve yücedir."

Açıklama:

Veyahut: Hâlık-ı hayr ve hâlık-ı şer namıyla ayrı ayrı iki ilah tevehhüm eden Mecusiler gibi ve ayrı ayrı esbaba bir nevi uluhiyet veren ve onları kendilerine birer nokta-i istinad tahayyül eden esbabperestler, sanemperestler gibi başka ilahlara dayanıp sana muaraza mı ederler? Senden istiğna mı ediyorlar? Demek ki,

“Eğer kökte ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, gök ve yerin her ikisi de -çoktan-bozulmuş olacaktı.”

mealindeki ayetin hükmünce, şu bütün kâinatta gündüz gibi görünen bu intizam-ı ekmeli, bu insicam-ı ecmeli kör olup görmüyorlar. Halbuki bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam zîr ü zeber olur ve insicam herc ü merce düşer. Halbuki sinek kanadından tâ semavat / göklerin kandillerine kadar o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke yer bırakılmamış. Madem bunlar bu derece hilaf-ı akıl ve hikmet ve münafî-i his ve bedahet hareket ediyorlar. Onların tekzipleri seni tezkirden, uyarmaktan vazgeçirmesin.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun