"Sadece korkak insanlar tanrının varlığına inanırlar. Eğer tanrı olacak olsa, ben ona inanmıyorum diye beni cezalandıracağını zannetmiyorum." diyen inkarcılar hakkında ne dersiniz?..

Tarih: 03.08.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İnsana verilen duygular sonsuz bir Zatın varlığına işaret eder. Örneğin insanda ebedi yaşama, sonsuz var olma gibi istek ve arzular; ona bu duyguları verenin sonsuz olduğunu gösterir. Ayrıca madem ki bu dünyada sonsuz kalamıyoruz öyleyse sonsuz olacağımız başka bir yerin var olduğunu da bildirir.

Yine kendisine iyilik yapanları mükafatlandırma, kötülük yapanları da cezalandırma duygusu, kendine bu kadar nimetleri veren Zatın iyilik edenleri mükafatlandıracağı, kötülük edenleri de cezalandıracağı yerlerin olacağına açık bir delildir. Bu açıdan kendini iyi okuyan bir kimse, kendini yaratanı ve Onun özelliklerini de iyi anlar.

Diğer taraftan askere gitmiş bir kimse, eğer komutan varsa onun şefkati, benim ona isyanımı, emirlerine aykırı hareket etmemi bağışlar, diyebilir mi?

Öyleyse nefis ve şeytanın tuzaklarını bahane göstererek kendimizi kandıramayız. Gözlerimizi yummakla gece olmaz; sadece kendimzi karanlığa gömmüş oluruz.

Anladığımız kadarıyla bu soruda şu hususlar ön plana çıkmaktadır:

Birincisi: Dediğiniz arkadaş, hayatında gördüğü bazı olumsuz şeylerin etkisinde kalmış ve hayatın zevkini yitirmiştir. Bunun verdiği sıkıtının bir sonucu olarak duygusallaşmış ve kaldıramadığı bu yükün altında ezilmeye başlamıştır. Bu eziklikten kurtulmak için çabalarken, aklını kullanmaktan çok, rencide olmuş hasta duygularını devreye sokmuştur.

Böylece sinirli, asabi, ufak bir sıkıntıya tahammül etmez ikinci bir kişilik kendisine hâkim olmuş ve bu psikolojik saplantı altında, güya kendini temize çıkarırken, bütün faturayı "Tanrı"ya kesmiştir. Yani hıncını çıkaracak yer olarak Allah'ı seçmiş ve ona inanmamakla, gördüğü olumsuz şeylerden intikam aldığını ve rahatladığını sanmıştır.

İkincisi: Hepimize musallat olan nefis ve şeytan, bu arkadaşa da musallat olmuş ve yaratılıştan var olan ve her insanın vicdanında yer alan Allah'ın varlığına inanma duygusunu yok etmeye çalışmaktadır. İkide bir "eğer tanrı varsa" sözcüğünü kullanması, vicdanındaki bu iman kıvılcımından haber vermektedir. Daha kötüsü, her hastalık gibi, bu düşüncenin de gerçekte bir hastalık olduğuna ve tedavisinin yapılabileceğine dair içinde beliren bütün düşüncelere anında baskı yapmakta ve onları devre dışında kalmasını sağlamaya çalışmaktadır.

Üçüncüsü: Arkadaşımız, Kur'an'ın ön gördüğü evrensel ahlakî prensipleri hayatında göstermeye ve gereken iyi işler yapmaya muvaffak olmadığı için, bunların bir ceza ile sonuçlanmasından tedirgin olmakta ve çareyi böyle ceza verecek bir varlığın veya böyle bir ceza yerinin olmadığını düşünmekte görmektedir. "Her günahtan küfre götürecek bir yol var." vecizesi, bu gerçeğe işaret etmektedir.

Bu arkadaşın: "Elimde değil, bir çok şey buna itmiş beni.. Eğer tanrı varsa ve o tanrı iyiyse gerçekten beni anlayışla karşılar. Elimde olmayan, beynimin kaldıramadığı bir şey için beni cezalandırmaz." şeklindeki sözleri, onun bu ıstırabını dışa yansıtan bir konumdadır.

Bu arkadaşın bizimle veya bu konulara vakıf kimselerle görüşmesi en iyi yoldur. Çünkü, karşılıklı konuşmada, değişik vesveselerin cevabını verme imkânı doğar.. Bununla beraber, tanımadığımız bu arkadaşımızın içinde bulunduğu psikoloji durumu hakkında "teferrüs empatisini" kullanarak teşhis koymaya çalıştığımız bu çok önemli kalbî hastalık için, ilaç olacak, şifa olacak birkaç noktaya işaret etmekte yarar vardır:

Birincisi: Allah'ın varlığını gösteren deliller:

Genel olarak şu kâinatın, bu varlıkların bir yaratıcısı olduğunu gösteren dört kapsamlı delil vardır:

1. Ontolojik Delil / Kainat kitabının gösterdiği delil

    a. Şu evrenin kendisi, binler yönden kendi yaratıcısını göstermektedir. Çünkü, şu bir gerçektir ki, bir tek harf bile yazarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, bir devlet yöneticisiz, bir il valisiz, hatta bir mahalle, bir köy bile muhtarsız olmaz, olamaz. Bunlar gözle görülen gerçeklerdir.

Bu pencereden bakıldığında, şu kainat kitabını yazarsız, şu evren fabrikasını ustasız, şu harika düzene sahip sistemler devletini yöneticisiz, şu gök ve yer mahallelerini idarecisiz düşünmek mümkün müdür?

Halbuki, bir harf kendi varlığını kendi cismi, kendi hacmi kadar gösterirken, kendi yazarını bir çok yönden gösterir. Örneğin, onun canlı, akıllı, elli, parmaklı olduğunu, parmaklarında kalem tuttuğunu, kaleminde -söz gelimi- siyah veya kırmızı mürekkep bulunduğunu, kalemin ucu sivri olduğunu vs. göstermektedir.

    b. Bilgisayarın kendi kendine tesadüfen var olduğunu, iddia etmek ne kadar akıldan uzak ise, bilgisayarı keşfeden ve ondan milyon defa daha harika olan insan beyninin tesadüfen oluştuğunu söylemek bundan milyar defa daha akıldan uzaktır.

    c. Ufacık bir fotoğraf makinesinin ustasız olmasına ihtimal vermeyen bir akıl, ondan milyar defa daha mükemmel olan insan gözünü tesadüfe verebilir mi?

    d. Bir şehrin altyapısını oluşturan elektrik, su, telsiz, telefon ve kanalizasyon şebekelerinin, tarihin herhangi bir evresinde kendiliğinden döşendiğini iddia etmek ne kadar saçma ise, insanın altyapısını oluşturan, kalp, damar, mide, barsak, böbrek sistemlerinin bu harika nizamını tesadüfe vermek ondan binler derece daha saçmadır.

    e. İnsanın varlığı bir tarafa, sadece şunu düşünmek bile Allah'a inanmak için yeterli bir delildir: İnsanın hayatını devam ettirmesi, gıdaya, suya, ışığa, havaya bağlıdır. Demek ki, bunları yaratan, bizi de yaratmıştır. Gıda ve suyun içimize girmesi için onlara özel bir yolun bulunması gerekir. Mideden diğer hücrelere tevzi edilmesi için, mide, ince bağırsak, kılcal damar, metabolizma için gereken diğer bağlantılar, özellikle bunların dışarıya atılması için madde-i gaita için ayrı bir yol, su / idrar için ayrı bir yol olması gerekir. Bütün bunların tesadüfen olduğunu söylemek için her şeyden önce akıldan istifa etmek gerekir.

2. Risalet Delili / Peygamberlik kurumunun gösterdiği delil:

Bu evrenin harika nizam ve intizamı, eşsiz düzen ve dizaynı, onu yaratan Yüce Yaratıcının sonsuz ilmini, hikmetini, disiplinini ve ciddiyetini göstermektedir. Yine, evrenin elementleri, atomları, parçaları ve sistemlerinin karşılıklı dayanışması, yardımlaşması ve birbirinin ihtiyacına kulak verip imdadına koşması, onu bu tarzda düzenleyen Yüce Yaratıcının büyük bir merhamet ve şefkate sahip, yardımsever ve iyiliksever, kutsal bir varlık olduğunun belgesidir.

İşte, bu vasıflara sahip olan Allah'ın evren içerisinde en seçkin bir varlık olarak yarattığı, anlayışlı, konuşkan, iyiliğe karşı minnettarlık hissiyle coşup taşan, yaratıcısını çok seven ve onun sevgisini kazanmayı çok isteyen ve aslında buna muhtaç olan insanoğlunu başı boş bırakması, onlarla konuşmaması, isteklerini onlarla paylaşmaması, her an onların durumunu görmekte olup, yardımlarına koşacağını bildirmemesi düşünülemez. İşte böyle bir diyalog ancak seçkin bazı kimseler vasıtasıyla olur ki, bunlara peygamber diyoruz. Bu peygamberlerin doğruluklarını gösteren deliller ise, ellerindeki Allah'ın fermanları yanında, mucizeler denilen olağanüstü harika belgelere sahip olmalarıdır.

Hz. İbrahim (as)'in ateşten kurtulması, Hz. Musa (as)'ın asası, Hz. Salih (as)'in devesi, Hz. Davud (as)'ın demiri bal mumu gibi yumuşatması, Hz. Süleyman (as)'a rüzgârların, cinlerin hizmet etmesi, Hz. İsa (as)'ın bir çok müzmin hastalıkları -Allah'ın izniyle- iyileştirmesi, hatta ölüleri diriltmesi ve Hz. Muhammed (a.s.m)'in Kur'an'ın dışında, taş, ağaç, deve gibi canlı, cansız varlıkların kendisiyle konuşması, Bedir savaşında düşmanın yüzüne savurduğu bir avuç toprağın bütün bir ordu fertlerinin gözlerine girmesi ve onların kaçıp hezimete uğraması, gibi yüzlerce mucize göstermesi tarihin bize aktardığı gerçeklerdir.

İşte, bu gibi mucizelerle peygamber olduklarını ispat eden bu zatların hepsinin getirdikleri temel mesaj iki unsurdan ibarettir: Allah'ın varlığı ve birliği, öldükten sonra yeniden dirilip şimdiki hayatımızın hesabını vereceğimiz başka bir hayatta, bir ceza ve mükâfat yurtlarının bulunması.

3. İlahî Vahiy Delili / Özellikle Kur'an'ın ortaya koyduğu deliller:

Kur'an, barındırdığı mucizelerle Hz. Muhammed (a.s.m)'in peygamberliğini ispat ettiği gibi, Allah'ın varlığı ve birliğini gösteren en büyük delillerden birdir.

Bütün insanlara meydan okuyarak "Ben Allah'ın kitabıyım, benim bir benzerimi, hatta bir tek sureme benzer bir taklit yapamazsınız. Eğer gücünüz varsa, geçmişten, gelecekten, insanlardan, cinlerden, -Allah'tan başka- güvendiğiniz kimler varsa, çağırın, hep birlikte çalışın, benim en kısa bir sureme bir benzer yapın. Bu takdirde bu semavilik davasından vazgeçerim." dediği ve bu gün dahi bu meydan okuyuş devam ettiği halde, şimdiye kadar böyle bir şeyin ortaya konamaması, Kur'an'ın semavî kimliğini ispat etmektedir.

İslam âlimleri tarafından kırk yönden mucize olduğu ifade edilen Kur'an'ın ders verdiği, temel dört konu vardır. Bunlar, Allah'ın varlığı ve birliğinin ispatı, başta Hz. Muhammed (a.s.m)'in peygamberliği olmak üzere peygamberlik kurumunun ispatı, öldükten sonra yeniden dirilmenin ispatı, ve insanlık camiasında adalet ve kulluk şuurunun tespiti.

4. Fıtrat Delili / İnsanın vicdanında hep var olan Allah tasavvuru.

Dara düşen insanların bütün sebepleri bir kenara itip Allah'a yalvardığı bilinen bir gerçektir. Yıllar önce, ateistler listesinde ismi yazılan birisiyle yapılan bir röportajda Allah'a inanıp inanmadığı sorulduğunda verdiği şu cevap ben de hala etkisini sürdürmektedir:

"Ben artık yaşlandım, bundan sonra daha da yaşlanacağım ve yaşlandıkça da kendimi yalnız hissedeceğim. Onun için ben Allah'a inanıyorum." demişti.

İşte bu sözler, dara düşen bir ateistin dahi -vicdanının derinliklerinde yer alan bir sese kulak verdiğinde- nasıl Allah dediğinin açık belgesidir.

Kur'an'da bu gibi tasvirler vardır:

"Allah'a şirk koşanlar, denizde yolculuk yaparken gemilerinin alabora olma tehlikesini geçirdiğinde, bütün putlarını unutup, yalnız 'Allah!' diye feryat ederler." (bk. Yunus,10/22-23)

mealindeki ayetlerde, insanların vicdanlarındaki bu yaratılıştan var olan ve hiçbir zaman oradan söküp atamayacakları "Allah inancı"nın varlığına vurgu yapılmaktadır.

İnançsızlık, huzursuzluğun en büyük kaynağı olduğu gibi, inanç da huzur bulmanın, mutlu olmanın en büyük kaynağıdır. Nitekim bizzat şahit olduğumuz başka bir ateist, daha sonra şu itirafta bulunmuştu: "Allah yoktur deyip mutsuz yaşayacağıma, Allah vardır, der, mutlu yaşarım."

Ayrıca şu linklere de bakmanızı tavsiye ederiz:

Allah'ın varlığının delilleri nelerdir?

Cennet ve cehennemin varlığı hakkında somut deliller var mı. Kur'an-ı Kerim'in değişmediğini nasıl izah edebiliriz?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun