Hz. Mevlana hakkında bilgi verir misiniz?

Hz. Mevlana hakkında bilgi verir misiniz?
Tarih: 18.10.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Mevlâna, 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan'ın Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.

Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.

1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada yedi yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.

Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.

Mevlâna, Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna, 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! 
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir."

Her türlü kemale erişi aşkta gören Mevlana'nın bütün eserleri aşka dairdir. Zira aşk hayatın aslıdır, özüdür. Kainatın yaratılış sebebi aşktır. 'Sen olmasaydın bu gökleri yaratmazdım.' kudsi hadisiyle; varlık alemlerinin yaratılmasındaki yegane maksadın, Cenab-ı Hakk'ın Hazreti Peygambere (asm) duyduğu sevgi olduğu belirtilir. Mademki varlığın mayası aşktır, aşkın en ileri noktası olan Allah aşkı ve muhabbeti her şeyin üzerinde değere sahiptir. Mevlana bu düşünceden hareketle, binlerce beyitte ilahi aşkı söylemiştir. Onun aşka dair düşüncelerini dört grupta toplamak mümkündür. Akıl ve aşk mukayesesi, aşkın üstünlüğü ve değeri, fanilere duyulan aşkın geçersizliği, aşktan nasibi olmayanların zavallılığı ...

Mana Padişahı Mevlana'ya göre akıl ve ilim, gayb aleminin gerçeklerini kavramada yetersizdir. Bunlar insanı bir noktaya kadar götürür, ancak hedefe ulaştıramaz. Fakat insan aşktan kanatlara sahipse , ilim ve aşkın hayal edemeyeceği kadar yücelir. Tıpkı Miraç Gecesi olduğu gibi. O kutlu gecede Hazreti Peygamber (asm) ve Cebrail (as) gök katlarında yükselirken, Sidre-i Müntehaya gelince; Cebrail (as) "Bir parmak ucu daha ilerlersem, yanarım." diyerek kalmış, Hazret-i Peygamber (asm) ise Sidre'yi geçerek Cenab- Hakk'a yakınlığın son derecesine ulaşmıştır. Sidre-i Münteha denen yer; gerek melek gerekse peygamber, bütün varlıkların ulaşabildiği son noktadır. Bir başka deyişle emr-i İlahiden başka her şeyin son bulduğu yerdir. Mutasavvıflar buradan hareketle, Cebrail (as)'i beşer idrakin , ilim ve aklın sembolü, Hazret-i Peygamber (asm)'i ise gönül ve aşkın timsali olarak görürler.

Hazret-i Mevlana bu hususa işaret eder:

"Gerçi başlangıçta akıl muallimdi. Sonra akıl üstatken ona talebe olur.
Akıl, Cebrail gibi ; ' Bir adım daha gitsem; bu kol, kanat yanar.
Sen bana bakma, yürü, geç! Benim için daha ileri yer yok."
der. (Mesnevi, I/1112-1114)

Bu yüzden Mevlana; aşkı, her sufinin yaşaması gerekli bir hal olarak görür. Ona göre ancak aşkla sevgiliye, Hakk'a bağlanan gönül muteberdir. (Mesnevi,I / 1853). Cebrail (as) gibi, akıl ile insan Allah'a ulaşamaz; yarı yolda kalır. İnsanla Allah arası bir deniz mesafesi ise; akıl bu denizde bir yüzücü, aşk ise bir gemidir. Yüzmek güzeldir, ama uzun bir yolculuk için yeterli değildir. İnsan yüzerken yorulabilir, boğulabilir. Ama gemiye binen hedefine ulaşır. (Mesnevi IV/ 1423-27)

Bu aşkın mahiyeti ise sözle anlatılmaz, satırlara sığmaz. Ancak tadanlar bilir:

"Birisi sordu: 'Aşıklık nedir ?'
Dedim ki : 'Benim gibi olursan bilirsin!..'"
(Mecalis-i Sab'a, 82)

Yüce Sultanın "Ben ol da bil!" sözü Cenab-ı Hakk'a ulaşma yolundaki , "bilmek, bulmak, olmak merhalelerinin son derecesinin aşk ile gerçekleştiğini ifade eder. İlim ve akıl ise sadece bilmeyi sağlar. Yine Mesnevide:

"Aşk; her ne şekilde açıklasam da anlatsam da onu tarifte insan dilsiz kalır.
Kalem, gerçi her şeyi yazar ama , aşka gelince başı döner."

"Akıl, aşkı anlatmada çamura batmış eşek gibidir. Aşkı ve aşıklığı yine aşk izah eder."

"Güneşe delil, yine güneştir. Sana delil lazımsa, güneşten yüzünü çevirme." (Mesnevi, I/117-121)

beyitleriyle aşkın tarife sığmadığı söylenilirken , aklin acizliği bir kere daha dile getirilir.

Aşk yüzünden elbisesi yırtılanın, hırstan ve ayıptan temizlendiğini, aşkın bütün hastalıkların hekimi, kibir ve azametin ilacı olduğunu, topraktan yaratılan bedenin aşkla yüceldiğini (Mesnevi, I/22-25) söyleyen Mevlana; insanların hırs, tamah, kibir, kıskançlık ve kin gibi kötü huylardan ancak İlahi aşk ile arındığını belirtmek ister. Toplumda İlahi sevgi ile manevi alemi tanıyanlar çoğunlukta olursa aksaklıklar düzelir, huzur hakim olur. Diğer yandan insanın dünyadaki geçimi için bir sanat öğrendiği gibi, ahireti kazanmak için de bir sanat öğrenmesi, bu din sanatının, kazancının da aşk olduğu öğütlenir. (Mesnevi, II/2618-27)

Mevlana şöyle diyor;

"Anam aşk, babam aşk,
Peygamberim aşk, Allah'ım aşk,
Ben bir aşk çocuğuyum,
Bu aleme aşkı ve sevgiyi söylemeye geldim."

Buradan anlaşılan şudur ki , yalnızca dinin kurallarına uymakla yetinenler, dinin özünü tanımayıp , kabukta kalanlardır. Asil olan insanin ibadetlerine Allah aşkını katması, tam bir ihlas ve samimiyetle kulluk etmesidir.

Hazret-i Mevlana, Allah aşkının dışındaki sevgilere aşk denemez;

"Aşk, renge ve kokuya bağlı olursa, o aşk değildir, kişiye bir utançtır." (Mesnevi, I/224)

"Faniye olan aşk ebedi değildir. Çünkü insan bu düzenin hükmüne, ebediliğe müsait değildir.
Her an gönüle feyizler veren, goncadan daha taze olan, gözün ve ruhun safası olan İlahi aşk bakidir.
Daima diri ve ebedi olana aşık ol, Sırrını o nura kavuştur.
Onun aşkını iste, çünkü bütün peygamberler, veliler bu aşkı, iksirin ta kendisi bildiler.
'Bu aşka bende kabiliyet yok' deme. Kerem sahibinin ihsan etmediği bir nesne yoktur."
(Mesnevi, I/226-230)

"Külle aşık olanlar, cüz' e itibar etmez. Cüz' e meyleden, küllün isteyicisi değildir." (Mesnevi, I/ 2903)

beytiyle Mevlana, Allah aşıklarının Cenab-ı Hak dışında, başka hiçbir şeye değer vermediğini, sevgisini fani unsurlara yöneltenin ise Allah aşkından yoksun olduğunu belirtir. Ancak bazen istisnai durumlar olabilir. İnsan faniye duyduğu aşkta kararlı, vefalı ve sadık ise, bu mecazi aşk onu gerçek sevgiye, ilahi aşka götürebilir:

"Vehme, hevese aşık olan sadıksa ; bu mecaz onu hakikate götürür." (Mesnevi, I /2861)

Mecnun, Leyla'nın aşkıyla yola çıkmış, neticede Mevla'nın aşkına ulaşmıştır. Ama insanın ne mecazi, ne hakiki aşktan nasibi yoksa Hazret-i Mevlana, bunlara sert bir dille çatar:

"Mademki aşık olmuyorsun, git yün ör, iplik eğir.
Yüz işin var, yüz renge boyanmışsın, yüz rengin var, yüz alacan...
Mademki kafatasında aşk şarabı yok,
Var, geliri bol kişilerin mutfağında kase yala..."
(Rubailer, s.126)

"Her kim aşk ile yanıp tutuşmamışsa; o, uçmayan, kanatsız kuş gibidir." (Mesnevi, I/31)

Yaradılışın özünü ve insanın fani benliğinden yükselişini aşkta bulan Mevlana; aşksız geçen ömrü, ömür saymaz:

"Baht sana yar olur, yaver kesilirse;
Aşk, seninle işe güce girişir.
Aşksız ömrü hesaba sayma;
O sayıdan dışarda kalacaktır çünkü..."
(Mecali-i Saba, 43)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun