"Övünmek, övülmek ve övmek" fiillerini hiç yapmamalı mıyız?

Tarih: 22.11.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bizi öven birini susturup azarlamalı mıyız? 
- Mesela, ayda şu kadar kazanıyorum, günde şu kadar sayfa kitap okuyorum, demek övünme midir? 

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Medh övgü, medih ise yapılan güzel işlerden dolayı dil ile yapılan övgü. Medhin zıttı zemmdir. Zemm birinin aleyhinde kötü sözler söylemek ve onun çirkin, eksik hallerini ortaya dökmek demektir.

Medhe lâyık kimseleri medhetmek, toplum arasında faziletin ve kemalin artmasına neden olabileceği gerekçesiyle hoş görülmüş ve hatta teşvik edilmiştir. Ancak medhe lâyık olmayan kişileri medhetmek, oldukça çirkin bir davranıştır.

Bir kişiyi medhederken, medhedenin dikkat etmesi gereken bazı noktalar vardır. Bunlar; övgüde fazlaya kaçıp sözü yalanla bitirmemeli; söylenen sözün içine riyâ karışmamalı; zalim ve alçak kişileri övme yoluna gitmemelidir.

Hz. Peygamber (s.a.s)'ın huzurunda bir zat, orada bulunan diğer kişiyi övmeye kalkışınca Resulullah (s.a.s): "Kardeşinin boynunu bıçaksız olarak kestin." buyurarak, yüz yüze övgünün yasak olduğunu belirtmek istemiştir.

Hz. Ebu Bekir (r.a) kendisi övüldüğü zaman, utancından ve Allah korkusundan dolayı el açıp şöyle dua ederdi:

"Ey Rabbim! Sen beni benden daha iyi bilirsin. Ben de kendimi başkalarından daha iyi bilirim. Ey Âlemlerin Rabbı! Halkın bende zannettiği iyilik ve faziletleri bana nasip et ve bende olup halkın bilmedikleri günahlarımı af et! Söyledikleri güzel özellikler karşılığında beni, kendini beğenmişlik ve gurur gibi şeylerden koru!"

Medhetme konusuna dikkat etmeli ve olur olmaz, her zaman ve her durumda medhe kalkışmamalıdır. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s),

"Onu bunu medhedip duranları görünce yüzlerine toprak saçınız."

buyurarak, bu tür bir medhe kalkışanın, aşağılayıcı bir sonuçla karşılaşacağını bildirmiştir.

Övgüde Ölçü

Sevgi, övgüyü celp eder. Yapılan bir medih, ölçülü olmazsa, övülen şahıs üzerinde menfi bir tesir icra eder. Aşırı övgü, muhatabının üzerinde bazan kibre, bazan da riya ve gösteriş hevesine sebep olur. Övülmeye alışmış olan kimseler, kendilerinin medh edilmelerini arzu ederler ve halkın arasında kendisini vicâhen medh edenleri mükafatlandırarak maksatlarını açığa koymuş olurlar. Bu işi sanat haline getiren "meddah", elde edeceği mükafatı artırmak için, muhatabının hoşlanacağı lafları söyleyerek gününü gün etme yolunu tutar.

Bir kimseyi kendisinde mevcut haslet ve üstünlükler ile öven kimsenin sözü doğru olsa bile yaptığı hareket doğru değildir. Zira muhatabında gizli bulunan "kendini beğenme" hastalığını açığa çıkarmış olur. Neticede, yıllar boyu yaptığı ibadetlerin ve hayırlı işlerin sevap harmanlarını "riya" ateşi ile yaktırmış olur.

Ashabtan biri, Allah Resûlünün (s.a.v.) huzurunda bulunan bir şahsi, yaptığı bir hayır sebebiyle övmüştü. Hak ve hakikat istikametine ışık tutan Peygamber (s.a.v.),

"Yazık sana! (Sanki) sen, arkadaşının boynunu kestin." (Müslim, 8/227) buyurdu.

İslâmî ölçülere riayetkâr olan bir mü'min, din kardeşlerinden bir şahsı muhakkak övmek isterse ve dile getireceği şeyler onda mevcut ise, sözlerini onun bulunmadığı bir mecliste ifade etmelidir. Huzurunda bulunan bir şahsi övmek isterse "Onun şöyle şöyle olduğunu zannediyorum. Hiçbir kimseyi Allaha karşı temize çıkarmaya çalışmıyorum." (İbn Mâce, 2/1232) demelidir.

Bir adamı medh eden ve övgüsünde aşırı laflar sarf eden kimsenin söylediklerini Resûl-i Ekrem (s.a.v.) işitmişti. Bunun üzerine,

"Andolsun ki siz onu (kibre sevk ederek) helâk ettiniz veya bu adamı sırtından bıçakladınız." (Müslim, VIII/228) buyurdu.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.), bir kimseyi kendisinde olmayan hasletlerle övmeyi şiddetle takbih etmiş ve bunu önlemek için,

"Meddahların suratına toprak serpiniz." (Feyzü'l-Kadir, 1/182)

emrini vermiş bulunmaktadır. Bu işi bir menfaat beklemeden ve karşılıklı nezaket tavrı olarak yapmak da yasaktır. Bu hükmü tesbit eden bir hadis-i şerifte,

"Karşılıklı övüşmelerden sakınınız. Zira bu, hiç şüphesiz, (birbirini) boğazlamaktır." (İbn Mace, Edeb, 36) buyrulmaktadır.

Halife Hz. Osman (r.a.)'in huzuruna bir adam gelerek onu yüzüne karşı övmeye başladı. Ashaptan olup Hz. Osman'ın huzurunda bulunan Mikdâd bin Esved (r.a.), bir avuç toprak alarak adamın yüzüne serpti. Hz. Osman neden böyle hareket ettiğini sorunca, Allah'ın Resulü: "Meddahlarla karşılaştığınız vakit yüzlerine toprak serpiniz." buyurdu, cevabını verdi.

İmam Ebû Yusuf, huzuruna şahitlik yapmak üzere gelmiş bulunan devrin veziri Cafer-i Bermekî'ye, "Sen, geçen gün, Halife Hârûn'un huzurunda 'köleniz' diye konuşuyordun. Bu sözün doğru ise kölenin şahitliği makbul değildir. Söylediğin doğru değilse, yalancının şahitlik yapması caiz değildir." diyerek, şahitliğini reddetmiştir.

Kendisini öven, başkasını kötüler.

İnsanın kendini övmesi ve başkaları tarafından övülmeyi sevmesi, kalb hastalıklarındandır. Övünmenin ve övülmeyi sevmenin sebebi, insanın kendini beğenmesi, yüksek ve iyi sanmasından kaynaklanmaktadır. Lokman suresinin 18. âyet-i kerimesinde ise, mealen; "Allah, kendini beğenip övüneni sevmez." buyurulmaktadır.

Kendisini öven bir kimse, farkına varsın veya varmasın, başkasını kötülemekte, onu kötü bilmektedir. Çünkü övünmek, başkasını hakir, aşağı görmekten ileri gelir. Halbuki Peygamber Efendimiz (sav), "Din kardeşini hakir görmek, kötülük olarak yeter."  buyurmaktadır. Övünmek zararlı olduğu gibi, övülmeyi sevmek de zararlıdır ve felakettir. Zira hadis-i şerifte;

"Övülmeyi sevmek, insanı kör ve sağır eder. Kusurlarını görmez olur. Doğru sözleri, verilen nasihati işitmez olur." buyurulmuştur

Ağırbaşlı Olmak...

Şecâatten meydana gelen iyi huylardan birisi de, ağırbaşlı olmaktır. Ağırbaşlı olan bir kimse, övülmekten sevinmez, kötülenmekten de üzülmez. Böyle bir kimse, fakîrlere de, zenginlere de eşit davranır, tatlıyı, acıyı ayırt etmez, hâdiselerin değişmesi ile ve korkulu, sıkıntılı hâller karşısında, çalışması sarsılmaz.

Sefîh; malını dinin ve aklın uygun görmediği yere harcayan, aklı az olan kimse demektir. Böyle olan kimsenin, bu kötü hâlleri, bazı sebeplerle, zamân zamân artar. Çalışmadan, alın teri dökmeden eline mal girer, kötü arkadaşlar, bu mala konmak için, dağıtmasına, saklamanın, artırmanın erkeklik, yiğitlik olmadığına inandırıp onu kandırırlar ve böylece isrâfa yol açarlar. Bunun içindir ki, kötü arkadaşlardan kaçmakla emrolunduk. Zengin çocuklarının çoğu, böyle isrâfa alışmakta ve sefîh olmaktadırlar. Sefâheti artıran sebeplerden birisi de, insanların çok hürmet, saygı göstermeleri, yüz vermeleri ve övmeleridir.

Dinimizde övünmek, haramdır. Bir kimse, kendindeki iyilikleri, nimetleri, kendinden bilirse, Allah Teâlâ'nın verdiğini düşünmezse, bu hal, övünmek olur. Ayrıca başkalarının sevgisine ve onların övmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmanın, riyâ olduğu ve iftihâr için yani gösteriş, övünmek için yapılan davetlere gitmenin de câiz olmadığı, kitaplarda yazılıdır. Ancak bir kimse, eline geçen bu nimetlerin Allah Teâlâ'dan geldiğini bilir, kendinin kusurlu olduğunu düşünürse, o zaman bu hal, şükür olur. Hadis-i şerifte; "Allah Teâlâ'nın verdiği nimetleri bildirmek, bunlara şükretmek olur." (bk. İbn Abdirabbih, el-İkdü’l-Ferid, 1/277) buyurulmuştur.

Bazı kimseler, malı, mevkii, güzelliği ve nesebi, soyu ile övünür. Halbuki bunlar geçicidir, insanda kalmaz. Peygamber Efendimizin (sav) zamanında, iki kişi birbirine üstünlük taslayarak biri diğerine, “Ben falancanın oğlu filanım. Ya sen kimsin?” der. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz buyururlar ki:

"Musa aleyhisselâmın yanında iki kişi birbirine karşı övünmeye başladı. Biri ecdadını dokuz göbek geriye doğru saydı. Allah Teâlâ, Musa aleyhisselâma, 'Ona söyle, iftihâr ettiği, övündüğü dokuz kişi Cehennemdedir. Kendi de onuncusudur.' diye vahyetmiştir."

Şu hususu hiçbir zaman unutmamak lâzımdır ki; bir kimse, herhangi bir yerde veya zamânda, sıradan bir kimseye, onun yaptığı iyi bir şey için, ona teşekkür etse, onu övse, bu şükür ve övmelerin hepsi, Allah Teâlâ'ya yapılmış olur. Çünkü, her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran ve gönderen, hep Allah Teâlâ'dır.

Ayrıca önemli bir konu da şudur: Övünmeyeceğiz, tevazu göstereceğiz diye ALLAH'ın nimetlerini inkar etmeyeceğiz. Bazen tevazu küfran-ı nimettir. Bu açıdan bazen tevazu, nimetleri inkar etmek anlamına gelebilir. Bazen de tahdis-i nimet, yani nimetleri sayıp dökmek iftihar ve gurur vesilesi olur. Bu durumun tek bir çaresi vardır: nimetler konusunda ne nimetleri inkar edelim ne de iftihar ve gurur olsun. ALLAH’ın bize bahş ettiği nimetleri sayıp, fakat sahiplenmeyerek, ALLAH’tan geldiğini tekrar edip şükrümüzü artırmak gerekir.

"Mesela nasıl ki, mükemmel bir elbiseyi birisi sana giydirse, sen bu elbiseyi giydikten sonra güzelleşsen, birisi sana “ sen güzelleştin ” dese, sen eğer “ hayır ben güzelleşmedim, nerede güzellik var” desen elbiseyi sana giydiren kişiye karşı saygısızlık edersin. Veya “ evet ben güzelim, benim gibi güzel nerede var” deyip şükretmesen o zaman gurura gidersin. Bunun ortası şöyledir: “evet ben güzelleştim. Ama bu güzellik benim değil, elbisenindir dolayısıyla elbiseyi bana giydirenindir." (bk. Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi)

İşte her nimet için, “Elhamdulillah, bu nimeti bana Allah verdi.” dersek, hem nimeti inkar etmemiş, hem gurura girmemiş hem de şükür vazifemizi yerine getirmiş oluruz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun