Tebliğ herkese farz mıdır?

Tarih: 09.04.2012 - 09:22 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Tebliğin farz olduğunu söyleyen hadis veya ayet var mıdır?
- Bunu farz-ı ayn veya farz-ı kifaye olarak nitelendirebilir miyiz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104)

âyeti inanan insanlara bir vazife, bir sorumluluk yüklemektir. Yüklenen bu sorumluluk, tespitini bizzat Cenâb-ı Hakk'ın ya da O'nun vahyi doğrultusunda Peygamberin (asm) veya bu iki ana kaynaktan istifade ile belli vasıflara haiz insanların yaptığı iyi ve kötü değerlerin, mutlaka ama mutlaka insanlara anlatılmasıdır. Bu vazife yeryüzünün en şerefli ve en kıymetli vazifesidir. Bundan daha kıymetli ve değerli bir vazife olsaydı, Allah seçkin kul olarak yarattığı peygamberlerini o vazife ile görevlendirirdi.

Müfessirler genelde bu âyeti değerlendirirken bu vazifenin şer'î anlamda farz-ı kifaye oluşu üzerinde ısrarla durmuşlardır. Âyette geçen minküm tabirindeki min edatının bâziyet anlamından hareketle söylenen bu hüküm, inanan her bir insanı derin derin düşündürmelidir. Zira günümüzde bu vazifenin farkında, idrakinde ve şuurunda olan kişilerin azlığı herkesin kabullendiği bir gerçektir.

azı müfessirler buna ilaveten âyetin yüklemiş olduğu bu sorumluluğu yerine getiren bir topluluk yoksa, iyiliği emretme, kötülüğü menetme vazifesinin farz-ı ayn olduğunu belirtmektedirler. Bu ise mezkur vazifenin namaz, oruç, zekat vb. gibi ferdî mükellefiyetler alanına girdiğini göstermektedir.

Evet, din âyette ifadesini bulan iyi ve kötü şeyleri belirleyen bir değerler manzumesidir. Bu anlamda iyiliği emretme, kötülüğü menetme, dini anlatma olarak yorumlanabilir. Istılahî anlamda buna, hükmünü farz-ı kifaye veya farz-ı ayn olarak belirlediğimiz tebliğ ve irşâd diyebiliriz. Gerçi bazıları tebliği Allah'a inanmayan kişilere, irşâdı da inanan ama olması gerektiği ölçüde onu yaşamayan ya da yaşayamayan kişilere karşı yapılan ameliye olarak nitelendirirler. Bu, kelimelere lûgat mânâları esas alınmak suretiyle giydirilen ıstılahî anlamlardır ve doğruyu ifade etmektedir. Fakat biz tebliğ ve irşâd kavramını bu türlü teferruatı bir kenara bırakıp, genel anlamda kullanacağız.

Evet, tebliğe ve irşâd umumî anlamda dinin anlatılması demektir. Yalnız bu vazifenin hayata geçirilişinde hemen her şeyde olduğu gibi dikkat edilmesi gereken aslî ve fer'î unsurlar vardır. Aslî unsurlar; tebliğ edilecek hakikatler, tebliğ eden, tebliğe edilen ve tebliğe usulleri olmak üzere dörde ayrılır. Fer'î unsurlar ise, bu dört ana esasa bağlı olan şeylerdir. Ezcümle tebliğin varlık gayemiz oluşu, tebliğ ile fert-toplum münasebeti, peygamber ve tebliğ, çile, ızdırap, ücret, duâ gibi hususlarına tebliğ ile ilişkisi, keyfiyet-kemmiyet dengesinin gözetmesi vb. bütün bunlar tebliğin başarılı ve müessir olup olmamasında birinci derecede rol oynamaktadırlar.

Aslında tebliğ meselesine farklı zaviyelerden de yaklaşmak mümkündür. Şöyle ki;

Tebliğ ferdin Allah'a hakkıyla kul olmasını sağlayacak, Rabbi ile irtibatını daimî tutacak ve onun îman ve İslâm'da kemâl mertebesine ulaşmasını temin edecek en önemli vesilelerden biridir. Abd, âbid, ibadet, ubudiyet, ubudet gibi kavramlarla anlatılmaya çalışılan hakikatler -ki bunların hepsini, “Ben insanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) âyeti çerçevesinde değerlendirebiliriz- bu noktada tebliğ hakikatinin içinde mündemiç bulunmaktadır. Yukarıda tebliği varlık gayemiz olarak nitelerken, buna işaret etmek istemiştik.

Burada tebliğin içtimâi boyutu da mutlaka nazara alınmalıdır. İnsan içtimaî bir varlıktır. Hayatını insanlar içinde geçirmeye göre programlanmıştır. İnsanların birlikte yaşadıkları bir hayat ise, bir taraftan insanın had, sınır ve kayıt tanımaz duygu, düşünce, his, arzu, emel ve hırsları, diğer taraftan da dünyanın bir imtihan meydanı olması itibarıyla çeşitli kaide ve kurallara ihtiyaç duyar. Siyasî, iktisadî, ahlâki, hukukî birçok alanda ortaya atılan “hukuk toplumu”, “fazilet toplumu”, “hukukun üstünlüğü”, “sosyal adalet” vb. yüzlerce kavram veya iktisadî, siyasî, ahlâkî doktrinler, hep bu ihtiyacın ürünleri olarak ortaya çıkmıştır. Ne var ki özellikle son birkaç asırdan beri insanların büyük çoğunluğunun gafil olduğu bir gerçek, bunun en mükemmel bir biçimde ilâhî dinler tarafından insanlara bildirildiğidir. İslâm haricindeki dinlerin tahrif ve tebdil edildiği herkesin malumu olduğuna göre, bu konuda yegane kaynağın İslâm dini olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Zaten İslâm'ın Allah Rasulü'nden (asm) bu yana geçirmiş olduğu ve dinin hakkıyla hayata hakim kılındığı zaman dilimleri bunun en büyük göstergesidir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Tebliğde üslubumuz nasıl olmalıdır?...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun