Bilim adamlarının çoğu evrimi niçin kabul ediyor?

Bir okuyucumuz aşağıdaki soruları yöneltmiş:

Bilim adamlarının neredeyse tamamı evrim teorisini kabul etmektedir. Sadece dine inananlar kabul etmemektedir. Evrimi kabul eden bu bilim adamları nasıl yanılıyor olabilir? Üstelik bu kişiler sıradan insanlar değil bilim adamlarıdır. Eğer inançsız oldukları için bu teoriyi savunuyorlar derseniz, o zaman bu adamlar niye inkar ederek cehennemi nasıl göze alıyorlar? Bir insan özelliklede bilim adamıysa nasıl bile bile inkar edebilir ki? Bu akla ve mantığa sığar mı?"

Önce neyin tartışmasının yapıldığını bilmek gerekir. Daha açık olarak, evrim tartışmasını iyi anlamaya ihtiyaç vardır.

Evrim kelimesi; başkalaşma, farklılaşma, kademeli olarak gelişme, değişme, ilerleme ve evolüsyon gibi aralarında değişik farklar bulunan pek çok kelime, tâbir ve deyim yerine kullanılmaktadır. 

Materyalist evrimciler, bütün canlıların silsile halinde birbirinden tesadüfen meydana geldiğini ileri sürmektedirler.

Bugün için yapılabilen tespitlere göre; bitkilerin, hayvanların ve insanların, yani canlıların tamamının genetik yapısında dört temel molekül yer alır. Bunlar; Adenin, Guanin, Sitosin ve Timin’dir. Bu moleküllerin yapılarını da; karbon, hidrojen, oksijen, kükürt, fosfat ve azot atomları teşkil eder. 

Canlıların genetik yapı bakımından hangi elementlerden meydana geldiğini ortaya koyma bilimin görevidir. Bunların neye işaret etiğini yorumlama ise, bilimsel bilginin görevi değildir. Bunu yorumlama; insanın inancına, ideolojisine, felsefî görüşüne ve metafizik düşünce gibi kültür değerlerine bağlıdır. 

Kütüphanelerimizi dolduran kitaplar, alfabenin 29 harfinden meydana gelmiştir. Bütün kitaplarda harflerin ayni oluşundan hareketle, kitapların birbirinden meydana geldiği düşüncesi bilimsel değildir. Aynı şekilde, kâinattaki bütün varlıkların da 114 elementten meydana gelmiş olmasının, onların hepsinin silsile halinde birbirinden hâsıl olduğu iddiası bilimsel bir yaklaşım olamaz. 

Canlıların genetiğindeki elementlerin benzerliğini, onlar ideolojilerinin gereği, bütün varlıkların silsile halinde ve tesadüfen birbirinden meydana geldiğine gerekçe gösteriyorlar. Biz de bilimsel yoldan hiç ayrılmayarak, göğsümüzü gere gere diyoruz ki, canlılarda elementlerin benzerliği, onları yaratanın birliğine ve varlığına en büyük delildir. Biz nasıl ki, 29 harfle, istersek “Balık”, istersek  “At” ya da “İnsan” yazabiliyoruz. Allah da 114 elementten istediği zaman, istediği varlığı, arzu ettiği şekilde yazıyor.

Şu anda yeryüzünde, insan da dâhil, binlerce ve hatta milyonlarca bitki ve hayvan türü ayrı ayrı ve tek bir hücreden meydana geliyor. Canlıların genetik yapılarında, ufak tefek değişiklikler olsa da, o canlının vasfını ve özekliğini değiştirecek tarz farklılaşma ortaya çıkmıyor. Şayet bir canlının genetik yapısı büyük oranda değişecek veya değiştirilecek olsa, o canlı daha embriyo safhasında ölüyor. Şimdiye kadar, bir canlının genetik yapısının farklılaşarak tamamen farklı bir canlıyı hâsıl ettiğine bilim âlemi şahit olmadı. Velev ki, bir canlıdan bir başka canlı meydana gelmiş bile olsa, onu da Allah yaratmış olacaktır. 

Yaratılışı savunanlar, çevredeki bütün varlıkların en ince ayrıntılarına kadar araştırılmasını ve incelenmesini, bu konuda her türlü değişik görüşe yer verilmesini bilimin bir gereği olarak kabul etmektedirler. Evrende hiçbir şey kararında değildir. Atomdan galaksilere kadar her şey, Allah’ın ilim ve iradesi dâhilinde her an değişmekte, başkalaşmakta ve farklılaşmaktadır.  Allah da, kâinattaki varlıklar hakkında düşünmemizi, akıl ve fikir yürütmemizi istemekte, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını bildirmektedir.

Kısaca ifade edersek, atom ve moleküllerin, bir halden bir başka hale geçerek, yani hal değiştirerek canlıların bünyesinde yer almaları, bir takım biyoloji ve fizik kanunları çerçevesinde olmaktadır. Dolayısıyla elementlerin hal değiştirmesi, teori değil, Allah’ın ilim, irade ve kudreti doğrultusunda meydana gelen bir kanunudur.

Aslında kâinatta hiçbir şey sabit değildir. Atomdan galaksilere kadar her şey her an hareket ve faaliyettedir. Atomun etrafındaki elektronlar saniyede 50 bin devir yapmaktadır. Atomlardan meydana gelen moleküller de hareket halindedir. Katı moleküllerde hareket yavaş, ama sıvı ve havadaki moleküller daha hızlıdır.

Kâinatta 100 milyar galaksinin varlığı kabul edilmektedir. Bu galaksilerin bazıları ışık hızına yakın bir süratte birbirinden uzaklaşır. Bütün canlı varlıklar da her an değişim içerisindedir. İnsan yaklaşık yüz trilyon hücreden meydana gelmiştir. Her bir hücrede bir saniyede üç bin değişik reaksiyon olmaktadır. Bir saniye sonraki insan, madde cihetiyle bir saniye önceki insan değildir. Bünyesinde pek çok element değişim ve başkalaşıma uğramıştır. Bu ve benzeri bütün değişim ve başkalaşımlar EVRİM olarak ifade ediliyor. Bu manadaki bütün değişim ve başkalaşımlar teori değil bir kanundur.

Evrimi tartışmalı hale getiren nedir?

Evrimi esas tartışmalı hale getiren onun evolüsyon karşılığı olarak kullanılmasıdır.  Yani, bir türden bir başka türün ve dolayısıyla bu yolla, insan da dâhil bütün canlıların, silsile halinde birbirinden tesadüfen ve tabiatın eseri olarak ortaya çıktığı görüşüdür.

Evrim tartışmasının altında yatan nedir?

Burada, bir yaratıcının kabulü veya reddi vardır. Meselâ elinizde bir gözlük var. Bunun hangi maddelerden yapıldığını, ne iş gördüğünü en ince ayrıntılarına kadar inceliyorsunuz. Böyle bir delilde herkes gözlüğün bir ustanın eseri olduğunda hemfikirdir. Gözlük yerine canlıların gözü dikkate alınınca, o da en ince yapısına kadar inceleniyor, ne işe yaradığı ve nasıl çalıştığı ortaya konulmaya çalışılıyor. 

Buraya kadar evrimcilerle yaratılışçılar arasında problem yoktur. Bu gözün ustasının kim olduğuna sıra gelince, tartışma başlıyor. Yaratılışı savunanlar, nasıl ki eldeki gözlük; ilim, irade ve kudret sahibi bir ustanın eseri ise, ondan daha mükemmel olan gözün de ilim, irade ve kudret sahibi bir ustanın eseri olduğunu kabul ve iddia ediyorlar. 

Ateist evrimciler ise, gözlüğün ustasını kabul ettikleri halde, gözün tesadüfen ortaya çıktığını ve bir ustasının bulunmadığını belirtiyorlar ve böyle bir iddianın bilimsel bir yaklaşım tarzı olduğunu ileri sürüyorlar. Kısacası, Allah’ı devreden çıkarıyorlar.

Yaratılışçılarla evrimcilerin kâinata bakış farkı

Materyalist evrimcilerle yaratılışçılar arasındaki tartışmanın en can alıcı noktalarından birisi de, evrimcilerin kâinata sebepler hesabına ve tabiat namına bakmaları ve her şeyi sebeplere vermeleridir. 

Yaratılışçılar ise kâinata, Allah adına bakarlar. Kâinata Allah hesabına bakıldığı zaman, o sahadan elde edilen bütün bilgiler Marifetullah’a, yani Allah’ı bilmeye basamak olmaktadır. İslâmiyet, bilimde ne kadar çok terakki edilse, yani varlıklar hakkında ne kadar geniş bilgi sahibi olunsa, Allah’ın kâinattaki tasarrufunun, hikmet ve hâkimiyetinin daha iyi bilineceğini nazara verir. 

Bilim adamlarının genelde dine karşı oluşlarının sebebi nedir?

On dokuzuncu yüzyılda Fransız İhtilali ile hâkimiyeti ele alan materyalist felsefe, Hıristiyan dinine karşı duruş sergilemiş ve bundan sonra her türlü bilimsel gelişmenin karşıtı, ya da düşmanı, dini düşünce gösterilmiştir. Bu tarihten sonra bütün siyasi, sosyolojik ve bilimsel çalışmaların temeli ateizme dayandırılmıştır.

İslâmiyet’i bilmeyenler, Hıristiyanlıkla onu aynı kefeye koydular. Hıristiyanlığa karşı duruş, İslamiyet’e karşı duruş şeklinde algılandı.

Hâlbuki İslâmiyet’le bilimin çatışması söz konusu değildir. Çünkü İslâm dini, kâinatın tamamını âdeta bir kitap gibi kabul eder. Allah’ın kudret sıfatının eseri olan ve elementlerle yazılmış bir kitap. Yani, kâinat kitabı.

İslâmiyet’te, cisimlerdeki ölçülü, plânlı ve bir maksat ve gayeye göre yaratılışın düşünülmesi “TEFEKKÜR”, fikir ve akıl yürütme, yorumlama olarak ifade edilir. Böyle bir saatlik akıl yürütme ve düşünmeyi, İslâmiyet bir sene nafile ibadetten üstün görmektedir. Kur’an; şöyle buyuruyor:

 “Düşünmüyor musunuz?” (Bakara, 2/76),
“Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara, 2/44)

diyerek akla havale eder. Akıllı düşünmeye teşvik eder.

“Bu inceliği, ancak aklı selim sahipleri düşünüp anlar” der (Âl-i İmran, 3/7).

Allah’tan ilmimizin arttırılmasını istememizi öğütler:

“Rabbim, ilmimi arttır, de." (Tâhâ, 20/114).

Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığına dikkat çekilir:

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zumer, 39/9).

“Düşünesiniz diye gerçekten size âyetleri açıkladık.” (Hadîd, 57/17)

Bilinmeyen bir şeyin sorulup araştırılarak öğrenilmesi istenmektedir: 

“Eğer bilmiyorsanız, bilenlerden sorun.” denmektedir (Nahl, 16/43).

Hadislerde de ilme teşvik vardır:

“İlim talebi için yola çıkan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır.” (Tirmizî İlim 2, 2649; İbn Mâce, Mukaddime 17, 227).

“Kim ilim öğrenmeyi talep ederse, bu onun geçmişteki günahlarına kefaret olur.” (Tirmizî İlim 2, 2650).

“Hikmetli söz müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa, hemen almaya ehaktır.” (Tirmizî, İlim, 19, 2688)

“İlmin azalması, cehaletin artması” (Buhari, Kitabu’l-İlim, 71-72) dünyanın sonu olarak belirtilmiştir.

 İslâmiyet’te âlimin mürekkebi, şehidin kanından üstün tutulmuştur. Böyle bir din, ilme karşı olabilir mi? Zaten bütün ilimler, Allah’ın kâinat kitabının tefsiri ve açıklaması değil midir? Kur’an da O’nun kitabı, kâinat da. Kur’an’a ters düşen, ilim değil, ancak bir takım teori ve hipotezler veya ideolojik yaklaşımlar olabilir.

Kısaca söylemek gerekirse; maddeyi ilahlaştıran pozitivist inanç savunucuları, evrim teorisini, bilimsel platformundan çıkararak kendi ateist ideolojilerine âlet etmişlerdir.

Bilim adamlarının çoğu evolüsyon manasında evrimi kabul etmemektedir. 

Bilim adamlarının çoğu, canlıların kademe kademe birbirinden tesadüfen meydana geldiği şeklindeki evrim görüşünü kabul etmemektedirler. Zaten yaratılışçılarla evrimciler arasındaki tartışma bu tip bir evrim anlayışı sebebiyledir. Kaldı ki, Materyalist felsefecilerin ve ateist biyologların müdafaasını yaptığı böyle bir evrim görüşü bilimsel bir bilgi değil, felsefi ve metafiziğe dayanan bir görüş ve yorumdur. Dolayısıyla ateizme dayalı böyle felsefî bir görüşü bütün bilim adamlarının kabul ettiği yönündeki yaklaşım, tamamen ideolojik bir tutumdur.  

Bir insan özelliklede bilim adamıysa nasıl bile bile Allah’ı inkâr eder?

Okuyucumuz sorusunda böyle diyor. Haklıdır. Bilim adamı, kâinattaki son derece sanatlı, sonsuz bir ilmi ve kudreti gerektiren eserleri görüp, bunların sahibini nasıl inkâr edebilir. Bir harf kâtipsiz, bir iğne ustasız olmazken, şu koca kâinatın sahipsiz olması mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. 

Gözlük camına mürekkepli bir kalemle birkaç nokta konduğu zaman, bu noktalar bazen bir dağın görünmesine mani olur. Aynen bunun gibi, işlenilen günahlar sebebiyle insanın manevî kalp gözüne konan noktalar, pek çok hakikatin görünmesine engel olur. 

Güneş, nur ve ziyadır. Girdiği yeri aydınlatıp, nurlandırıp, gül ve reyhanların, nergis ve lalelerin teşekküle sebep olurken, aynı güneş, mahiyeti bozulmuş maddeleri kokuşturur ve çürütür. Bunun gibi, mana âlemi günahlar sebebiyle bozulmuş kimselerin kâinattan aldıkları marifet nurları âlemlerinde söner. Her bir varlık Allah’a açılan bir pencere iken, onun âleminde gelişigüzelliğe ve tesadüfe dönüşür. Onların artık hakikate nüfuz etmeleri mümkün değildir. Çünkü Cenabı Hak öyleleri için; “Onların kulakları vardır işitmez, gözleri vardır görmez, akılları vardır fakat idrak etmez. Şeytan onların amellerine kendilerine hoş gösterir.” buyuruyor.

Bizim böylelerin avukatlığını yapmamıza gerek yok, Şeytanlar onu ziyadesiyle yapıyor. Biz, Allah’a inanmanın bir iman meselesi olduğunu gözden uzak tutmamalıyız. Allah’a inanmanın yolu, Allah’ı bilme ve anlama yönünde gayret sarf etmekten geçiyor. Ancak bu da yeterli değildir. Cenabı Hakk’da ona iman nurunu ihsan edecek. Siz ihtiyarınızı bu yönde kullanmazsanız, Allah iman nasip etmiyor. Siz cüzi iradenizi bu yönde kullanınca da, o iman nuru, yine Allah’ın lütuf ve merhametine bağlı. Biz başkasına Allah’ın bu ikramı niye yapmadığına değil, bize ihsan ve lütfettiği bu iman nimetine karşı şükrünü eda ve O’na minnettarlığımızı bildirmeye gayret etmeliyiz. Bilmeliyiz ki, dünya ve ahirette bu iman nimetinden daha büyük ve değerli bir ihsan ve lütuf olamaz. Dolayısıyla böyle bir nimete mazhar olmak, Allah’ın yanında ne kadar kıymetli, değerli ve sevgili olduğumuzu gösteriyor. Her halde bize düşen görev, bu sevgi ve lütufa mazhar olmaya çalışmaktır. Yoksa böyle bir nimetin elimizden alınması için, başta şeytan ve nefis ve kötü arkadaşlar her an çalışıyorlar. Tabir caiz ise, bu nimeti kaybetmemek için ona dört elle değil, belki sekiz elle sarılmalı ve Allah’a, bu nimeti bizden almaması için yalvarmalıyız. Çünkü iman nimeti insanın hem dünyasına ve hem de ahretini aydınlatıyor. Sahibine dünyada da cennet hayatı yaşatıyor.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+