Kimsesi olmayan insanların sınavı nedir?

Tarih: 20.07.2017 - 00:29 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Benim yakın bir arkadaşım var annesi ile babası o küçükken ölmüş yurtlarda büyümüş ancak ailesinden kalan malvarlığı ile de üniversitede okuyor..
- Destek olmak için konuştuğumda Allah’tan bahsediyorum ama çok öfkeli "imtihan" dediğimde kabullenmiyor ve çok kızıyor içi de yatışmıyor ne biliyim eminim arkadaşımın durumunda olan başka insanlar da vardır, yapayalnız bırakılacaksam niye yaratıldım diyor.
- Bir kere intihara kalkışmış ve hastanede kurtarılmış ben de bunun cevabini çok merak ediyorum herkes iyi kötü aile sahibi bu insanların bu hayatta bu kadar yalnız bırakılmasının sebebi nedir ?
- İmtihansa ne imtihanı zaten yapayalnız neyin sınavı? Yasamasına anlam bulamıyor niye ölmediğini de bilmiyor ...
- Ben de ölmen gerekseydi eminim yaradan bunu yapardı yaşıyorsan hala vardır illaki bir sebebi dedim ...
- Ama ben de bilmiyorum ne demeliyim?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Öncelike hiç kimsenin Cenab-ı Hakk'tan bir alacağı yoktur. Allah (cc) herkese hak verir. Verdiği hak ile de imtihana tabi tutar. Verdiği hakkı hak edip etmediğini imtihan neticesinde kuluna gösterir. Kime ne vermişse verdiğinden şükür vermediğinden sabır imtihanına sokar.

Rabbimiz Adil'dir, Rahim'dir ve her işi hikmetledir.

Demek ki bu yaşadığımız hayattaki imtihanımızın iki boyutu vardır. Verilenlere şükür... Verilmeyenlere sabır...

Bizler verilenlerin şükrüne odaklanıp hayatımızı istikametle ve rahatla yaşayabiliriz.

İkinci derecede ise, bize verilmeyen veya verilip elimizden alınanlara da "sabır" ile mukabele etmeliyiz. Zaten sabrı da şükreden kişiler ancak hakkıyla başarır.

Eğer şükre ve sabra odaklamazsak, şükür yerine küfre... Sabır yerine hırsa düşmüş oluruz. Hayatımız zehir, ahiretimiz ise zelil olmuş olur.

Bahsettiğiniz kişi annesiz ve babasız büyüdüğü için, onunla ilgili bir şükür yükümlülüğü sizin kadar olmayabilir. Ancak şu an itibarıyla onlardan kalan servetten tut ta aklı başında ve sağlığı yerinde olmaya kadar, elinde olan onlarca nimet için "şükür" borcu bulunmaktadır.

Bu borcu ödemeden başına başka sınav açmamak gerektir. Elinde olmayanlar için ise sabır kuvvetini kullanmalıdır. Cenab-ı Hak en ağır belalar için bile yetecek kadar insana bu kuvveti ihsan etmiştir. Eğer tahammül edemezse yine yardımı Cenab-ı Hakk'tan istemelidir.

Unutulmamalı ki peygamberler dahi bu sınavlara tabidirler...

Peygamberler en büyük nimetlerin şükründen ve en ağır belalara sabırdan imtihana tabii oldukları için, onların imtihanına yanaşmak mümkün değildir. Onların imtihanının binde biri üstümüze gelse altında ezilir mahvoluruz.

Cevap 2:

İnsan bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Cenab-ı Hak insanları zenginlikle, fakirlikle, güzellikle, çirkinlikle, evlatla, aileyle, okul ya da iş hayatıyla, sakatlık ve hastalıkla, musibetlerle, bol bol vermiş olduğu nimetlerle imtihan etmektedir.

Dünyada imtihanlar çok çeşitli; kimi servetinden imtihan olmakta, kimi servet düşmanlığından. Kimi sıhhatinden, kimi hastalığından. Kimi borçlu kalmaktan, kimi ise alacaklı olmaktan...

Allah, fakir bir kulunu zekattan sorumlu tutmazken, onun sabretmesini istemiştir. Onun zekat imtihanı yoktur. Zengin bir kulunun ise zekat imtihanı vardır. Zekatını vermeyen bir kul, bu noktadan imtihanı kaybeder ve ahirette bunun hesabını verir ve cezasını görür.

“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.” (Enfal, 8/28)

İnsanlar fıtrat olarak aynı yaratılmadığı için imtihanlarının da farklı olması hikmettendir. İnsanlarda binlerce duygu ve hissiyat vardır. Her insanda bu duyguların inkişafı farklıdır. Mesela, kadınlarda şefkat hissi erkeklere göre daha fazladır.

Bundan da anlaşılıyor ki imtihan sorularının aynı olması değil, farklı olması hikmete muvafıktır.

Allah imtihan gereği kullarının bir kısmına mal, güzellik, sıhhat gibi nimetler verirken, bir kısmına da fakirlik, hastalık, musibetler verir. Allah katında bütün bunlar sebebiyle biri diğerinden üstün değildir.

Bunları imtihanın bize düşen soruları olarak görebiliriz. Neticede bu imtihan hayatı bitecek. Ve herkes kendisine verilenlerle nasıl amel ettiğinden hesaba çekilecek.

Allah mülk sahibidir, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Kimse Onun icraatına karışamaz ve icadına müdahale edemez.

Bir padişah düşünelim. Bu padişah, tamamen cömertliğinden halkından bazılarına ev, bazılarına araba, bazılarına bir çuval altın, bazılarına da sadece bir gümüş para verse. Gümüş parayı alanın itiraza hakkı var mıdır? Benim de bir çuval altın ya da ev, araba alacağım var diyebilir mi? Padişah, onun hiç hakkı yokken tamamen cömertliğinden o gümüş parayı ona vermiştir.

Bizim hiç hakkımız yokken bizi yokluktan varlığa çıkaran, bizi ağaç, taş, hayvan değil yaratılmışların en şereflisi olan insan olarak yaratan, yamyamların ya da insaniyetten nasibini almamış medeniyetsiz zalimlerin arasından değil insaniyet-i kübra olan İslamiyet ile bizi şereflendiren O’dur.

Bize düşen her durumda hak etmediğimiz halde bize verilen nimetlere şükretmektir.

Hz. Aişe anlatıyor:

Resulullah (asm) hoşlandığı bir durumla karşılaştığında “Nimetleriyle, güzelliklerin tamamlandığı Allah’a hamd olsun.” derdi. Aksine hoşlanmadığı bir durumla karşılaştığında ise, “Her halükârda Allah’a hamd olsun.” derdi. (Kenzu’l-Ummal, h. No: 5027; 5028)

Bize verilen nimetleri güzel görüp, imtihan gereği verilen sıkıntıları kötü görmek edebe uygun düşmez.

Ayrıca, bizim için neyin hayırlı, neyin şerli olduğunu hakkıyla bilen Allah’tır.

“Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216)

Yunus Emre bu konuda bize şu dersleri verir;

"Hoştur bana senden gelen:
Ya hil’at-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken...
Kahrın da hoş lütfûn da hoş."

"Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür,
Aşık Yunus sana kuldur,
Kahrın da hoş, lütfûn da hoş."

Bu Dünya İmtihan Dünyasıdır.

Cenab-ı Hakk'ın mülkü olan vücudumuzdaki azalar; bazen hasta olur, bazen değişik sıkıntılara maruz kalabilir. Evimiz, barkımız, arabamız, deprem vs. afetlerle zarar görebilir. Yakınlarımızı, sevdiklerimizi ebedi aleme uğurlamakla ayrılabiliriz.

İşte bu durumlar bize ağır geldiği zaman, tam olarak Rabbimize teslimiyetimizi izhar edip ona iltica ederek, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi;

"Hak şerleri hayr eyler,
Zan etme ki ğayr eyler,
Ârif ânı seyr eyler.
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…" 

demeliyiz.

İnsan Şükürde Kendisinden Aşağıdakilere Bakmalıdır.

Bediüzzaman Said Nursi’nin şu sözleri konumuza ışık tutmaktadır:

“Ey şükrü bırakıp şekvâya giren hasta! Şekvâ bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi olmamış ki şekva ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın. Cenâb-ı Hakk'ın hakkını vermeden, haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekva ediyorsun.”

“Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şekva edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan biçare hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak. Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan âmâlara bak, Allah'a şükret.”

“Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şekvâ etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, şükretsin.” (bk. Lem'alar, Yirmi Beşinci Lem'a, On Sekizinci Deva)

Yetim ve öksüz olarak hayatını geçirenler de bir imtihandadırlar.

Ahirete inanmış Müslümanlar olarak, annesini, babasını, evladını kaybedenler ümitsizliğe düşmemeli, bu ayrılığın geçici olduğunu ve onlarla ebedi alemde buluşacağını düşünerek sabretmeli ve verilen nimetlere şükretmeliler.

Elbette insana imtihan gereği verilmiş bazı musibetler, sıkıntılar hüzün verir. Zaten etkilenmemek duygusuz bir robot kategorisine sokar insanı.

Peygamberimiz (asm)'in oğlu İbrahim vefat edince Peygamberimiz (asm)'in mübarek gözlerinden yaşlar süzülmüştü. Abdurrahman İbnu Avf (ra): "Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah'ın Resulü?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Ey İbnu Avf! Bu merhamettir!" buyurdu ve sessizce ağlamasına devam etti. Sonra şöyle söyledi: "Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat Rabbimizi razı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrahim! Senin ayrılmandan bizler üzgünüz!" buyurdu. (Buhari, Cenaiz 44)

Ayrıca, dünya bir cennet ve mükâfat yeri değil ki, herkes için bir zevk ve safa yurdu olsun.

Dünyaya gelenlerin hızlıca göçüp gitmesi, gençlerin ihtiyarlaşması, insanların sürekli, bela ve musibetlerle karşı karşıya bulunması, firak ve ayrılığın şamarlarıyla sersemleşmesi gösteriyor ki, insanın dünyaya gönderilmesinin gayesi bir imtihandır.

İmtihandan sonra başka bir memlekete yolculuk yapılacak, imtihanı kazanmanın mükâfatını ve kaybetmenin cezasını orada görecektir.

Sıkıntı, bela, meşakkat, musibet, gibi imtihanlara sabırla, ferahlık, bolluk, nimet, izzet-ikram türünden imtihanlara ise şükür ile mukabele etmek gerekir.

Rabbimiz en çok sevdiği kullarını da en büyük musibetlerle imtihan etmiştir. Bu sebeple geçmişte en büyük sıkıntılarla imtihan edilenler Allah’ın en çok sevdiği, en çok değer verdiği kulları olan peygamberlerdir.

Hz. Âdem (a.s)  Ebedîlik arzusu ile sınanmıştır. Ölümsüz olma isteği Hz. Âdem’in imtihanıdır.

Hz. İbrahim (a.s) Hz. İsmail (a.s) ile imtihan edilmiştir. Evlat sevgisi Hz. İbrahim (a.s)’ın imtihanıdır.

Hz. İsmail (a.s) canıyla imtihan edilmiştir.

Hz. Yakub (a.s) Hz. Yusuf (a.s) ile, Hz. Yusuf (a.s) Zeliha ile imtihan edilmiştir.

Hz. Eyyub (a.s) taşları çatlatan bir sabır imtihanından geçmiştir.

Teslimiyetin, sabrın, cesaretin, iffetin, Rabbimize karşı samimiyetin timsali olan peygamberler, kulluk sınavının en güzel örneklerini sergilemişlerdir.

Son Peygamber, Hâtem-ül Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (asm) ise imtihanın her çeşidi ile sınanmıştır. Âlemlerin Efendisi (asm) bir beşerin tek başına musibetlerle nasıl mücadele edebileceğini örnek hayatı ile bize göstermiştir.

Onun imtihanı Mekke’de bir yetim olarak Peygamberlik yükünü omuzlayabilmesiydi.

Mekkeli müşrikler Hz. Muhammed (asm)’e küçümsemek amacıyla “Ebû Tâlib’in yetimi” derlerdi. O da bir çocuk olarak küçük yaşta bu sıkıntıları çekmiş, hatta anne şefkatine olan özlemini ileriki yaşlarında da hissetmiştir.

Biricik yavrusuyla, sadece iki yılı aşkın bir süre beraber olabilen bu mahzun ve gönlü kırık anneyi, Sevgili Peygamberimiz (asm)  zaman zaman hüzünle hatırlamış, bu esnada gözlerinden yaşlar dökülmüş, ashabı da dayanamayıp O’nunla birlikte ağlamışlardı.

Yine böyle zamanlardan biriydi… Milâdi 628 yılında, bir sefere çıkarken yolunu annesinin mezarının bulunduğu Ebvâ köyüne düşüren Resûl-i Kibriya (asm) Efendimiz, annesinin kabri başına gelerek elleriyle toprağını düzeltmiş ve bu esnada ağlamıştı. Etrafındakiler de ağlaşmışlardı.

İçlerinden biri, ağlayış sebebini sorunca Sevgili Peygamberimiz (asm):

“Annemin bana olan şefkatini ve merhametini hatırladım birden…” (bk. Tabakât, 1/116-117) demekle yetinmişti. 

Ancak o gelen her musibetin ve her nimetin Allah’tan geldiğinin ve birer imtihan vesilesi olduğunun bilincinde olarak; varlıkta da yoklukta da sevinçte de hüzünde de ve bütün hadiseler karşısında daima Allah’ın yanında olduğunu bilerek, O’na güvendi, O’na dayandı ve O’ndan yardım istedi.

Biz ümmetine de yaşantısı ile imtihanı nasıl kazanacağımızı gösterdi.

Cevap 3:

Bu tür sorular sağlıklı ruh halinin netice olmadığı muhakkaktır. Söz konusu kardeşimiz, yaşadığı dönemde negatif fikirli arkadaş ve çevrenin de etkisi ile sorunlarla mücadele etmek yerine, itiraz etmeyi öğrenmiştir. Bu yaklaşım onu daha da tahammülsüz ve edilgen hale getirmiştir. Şimdi de suçu atacak bir adres aramaktadır. Kader bizim en ucuz suçlama merkezimiz olduğu için, oklar hemen oraya döner.

Arıza tespit cihazı bozuldu mu artık arızaları doğru yakalamak mümkün değildir.

Fıtrat bozuldu mu, en güzel şeyi çirkin, en çirkin şeyi de güzel görebilmektedir maalesef.

Her şey kapkaranlık görünür insana...

Dindar bir uzmandan terapi almasını da tavsiye ederiz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun