Peygamber Efendimizin evlilikleri, çok evliliği ve evinin ezvac-ı tahirat okulu olması konusunu anlatır mısınız?

Peygamber Efendimizin evlilikleri, çok evliliği ve evinin ezvac-ı tahirat okulu olması konusunu anlatır mısınız?
Tarih: 23.08.2006 - 05:51 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Peygamber Efendimiz (asm)'in bir çok kadınla evlenmesini sebeplerini söyler misiniz?
- Peygamber Efendimiz'in aile mahremiyetini anlatması için illa ondan fazla kadınla evlenmesi mi gerekiyordu?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Evvela şunu yüzde yüz biliriz ki, bir peygamberin bütün işleri Allah’ın rızasına uygundur. Onların da birer insan olduklarını, Allah’ın izni olmadan onların da her zaman işin doğrusunu bilmeyebileceklerini göstermek hikmetiyle, bazen yanlış içtihatta bulundukları vaki ise de, Allah tarafından derhal düzeltilmiştir. Hz. Muhammed (a.s.m)’in çok evliliğine Allah’ın onay verdiğini gösteren âyetler söz konusudur. Demek ki, bu evlilik Allah’ın izni dairesinde gerçekleşmiştir. Bu ilahî takdire kimin itiraz etmeye hakkı ve haddi vardır?

Hz. Peygamber (a.s.m)’in yirmi beş yaşındayken evlendiği kırk yaşındaki Hz. Hatice’den sonra, onun vefatına kadar bir daha evlenmemesi, elli üç yaşından sonra bir çok evlilik yapması, elbette kadınlara karşı düşkünlük eseri olarak değerlendirilemez. “Hz. Hatice’den çekindiği için evlenmedi.” sözü, mesnetsiz bir vehimden ibarettir. Çok evliliğin son derece revaçta olduğu, kadınların bu işe alışık olduğu bir bölgede Hz. Hatice’yi istisna edecek bir tek delil yoktur. “Herhangi bir delilden doğmayan bir ihtimalin ilmî bir değeri yoktur.” şeklindeki mantık ilminin bilimsel kuralı gereğince, “çekingenlik” ihtimaline ihtimal vermek, ilim ve insaf ölçülerinden uzak bir vehimden öteye geçemez.

Böyle bir ihtimal olsaydı, Hz. Aişe için de söz  konusu olurdu. Halbuki çok evlilik Hz. Aişe’den sonra gerçekleşmiştir. Kaldı ki, herkesten ziyade Allah’ın Resulüne güvenen ve herkesten önce tereddütsüz iman eden Hz. Hatice’nin, onun hiçbir tasarrufuna karşı çıkmayacağı güneş gibi açıktır.

Aşağıdaki âyetlerde bu evliliklerin ilahî izne tabi olarak gerçekleştiğini gösteren ifadeler vardır:

“Ey peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını… biz sana helâl kıldık. Bunu diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan (cariyeleri) hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bu hükümleri sana bir sıkıntı gelmemesi için bildiriyoruz. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

"Ey peygamber! Hanımlarından dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. (Geçici olarak) kendilerinden uzak durduğun kadınlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda sana bir vebâl yoktur…"

"Bundan sonra senin için artık başka kadınlarla evlenmen, güzellikleri hoşuna gitse de onların yerine başka kadınları nikâhlaman sana helal değildir.” (Ahzap, 33/50-52).

Âyette yer alan “Bu hükümleri sana bir sıkıntı gelmemesi için bildiriyoruz” mealindeki ifade, açıkça bu evliliklerin belli amaçlar doğrultusunda gerçekleştiğini göstermektedir. Buradaki “sıkıntı” sözcüğünün kadınlara düşkünlüğü ifade etmediğini her izan ve vicdan sahibinin teslim edeceği bir hakikattir. Bunların icraatta belli bir gayeye hizmet etmeye yönelik olduğunu sezmek için fazla bir uğraş vermeye gerek yoktur. O halde bunları sosyal, siyasal, ekonomik ve benzeri gerekçelerle değerlendirmek gerekir. Bunun altında himayeye muhtaç kadınlar, çocuklar olduğu gibi, devletler arası ilişkilerde etkinliği sağlamaya yönelik evlilikler de vardır. Kureyş kabilesinin reisi Ebu Sufyan’ın kızı Hz. Ümmü Habibe ile evlenmesi, dış siyaset açısından ilgi çekici olduğu gibi, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in kızlarıyla evlenmesi, iç siyaset açısından dikkate değerdir. Hz. Zeynep ile evlenmesi, toplumda var olan evlat edinme statüsünü uygulamalı olarak ortadan kaldırmak gibi önemli bir düzenleme söz konusudur.

Özetle, bu evliliğin hikmetini tam olarak bilmeyebiliriz. Fakat şunu iyi biliriz ki, bu evlilikler belli hikmetleri barındırmaktadır. Ve kadınlara düşkünlük unsuru bu hikmetlerden biri değildir.

Peygamber Efendimiz (asm)'in çok evliliğinin yukarıda özetle ifade edilen hikmetlerinin yanında en önemli bir hikmeti, Onun evinin okul olmasıdır. O okulun öğrencileri de Müminlerin Anneleridir. Çünkü dinin nerdeyse yarıya yakını aile içi, özel hayat ve mahrem konularla ilgilidir. İnsanlığın yarısı da kadındır. Elbette böyle konular adına ve bu kadar insana örnek olmak için birden çok ve farklı özelliklerde talebelerin bulunması gerekiyor. Bu talebelerin de hem kadın olması hem de Ona haram olmaması gerekiyor. İşte bunun yolu da nikahtır.

Peygamberimiz (asm)'in eşleri şunlardır:

1. Hz. Hatice (ra);
2. Hz. Sevde binti Zem’a (ra);
3. Hz. Aişe (ra);
4. Hz. Hafsa binti Ömer (ra); 
5. Hz. Zeynep binti Huzeyme (ra);
6. Hz. Zeyneb binti Cahş (ra);
7. Hz. Ümmü Seleme (ra);
8. Hz. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (ra);
9.  Hz. Cüveyriye binti Hâris (ra);
10. Hz. Safiyye binti Huyey (ra);
11. Hz. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (ra);
12. Meymûne binti Hâris (ra).

Peygamberimiz (asm)'in evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman'ın izahıyla (mealen ve) özetle şudur:

Evliliğin iki ana gayesi vardır. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi.

Gerek tarihî açıdan, gerekse insan yaratılışı açısından Peygamberimiz (asm)'in evliliklerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:

Yirmi beş yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekar yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Hatta kavmi ona her yönüyle güvenilen biri olarak "Muhammedü'l-Emîn" unvanını vermişlerdi.

Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu. Buna rağmen o, gerek yirmi beş yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında, pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden on beş yaş büyük, kırk yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam yirmi beş yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir.

Onun evliliklerinde nefsaniyet olmadığının bir delili de, müşriklerin davasından vazgeçmesi için yaptıkları teklife verdiği cevapta saklıdır.

Müşrikler, amcası Ebu Talip'e gelip, "Yeğenin eğer başımıza reis olmak istiyorsa onu reis yapalım veya en güzel kız ve kadınlarımızı ona verelim. Ta ki, bu davadan vazgeçsin." dediler. Amcası bu teklifi ilettiğinde Efendimiz (a.s.m) şu karşılığı verdi:

"Ey amca! Eğer sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar vallahi ben bu davadan yine vazgeçmem."

Bu cevap onun neyin peşinde olduğunu, kadın gibi, reislik gibi insanların değerli addettikleri şeylerin onun nazarında ne kadar değersiz olduğunu ispata yeter.

İkinci evliliği ise Hz. Hatice'nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadınla, Hz. Sevde ile olmuştur.

Hz. Sevde ile de üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık elli dört yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. İlginçtir ki, onun çok kadınla evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir. Bu gerçekler karşısında, evliliklerinde şehvani ve nefsanî arzuların tatmin gayesini aramak, insan tabiatını ve tarihî gerçekleri inkâr etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım sayılamaz. Olsa olsa kasıtlı bir karalama maksadı taşır.

Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde, yukarıda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, neslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice'den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır'lı Mariye'den İbrahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında vefat etmiştir.

Görüldüğü gibi evliliklerin ana gayesi olan neslin çoğalması, tarihî bir gerçek olarak Hz. Hatice'nin dışındaki evliliklerinde yoktur. Geriye evliliğin ikinci derecedeki gayesi kalıyor, yani nefsanî ve şehevanî duyguların tatmini. Peygamberimiz (asm)'in çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarihî gerçekler açısından bu gayenin aranamayacağını gördük. Zira bir insanın nefsanî ve şehevanî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz on beş-kırk beş yaş dönemidir.

Şâyet Hz. Peygamber (asm), bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvanî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar, bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde elli üç yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, elli yaşında ve dul. Ümmü Seleme dört çocuklu ve altmış beş yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve elli beş yaşında, Meymune iki çocuklu ve dul.

Bir başka tarihî gerçek de şudur: Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında, hiçbirisinden de ayrılmayı düşünmemiştir.

Gençlik çağı geçtikten sonra, nefsanî ve şehvani arzularda gerileme olduğu inkâr edilemez bir fıtrat kanunu ve yaratılış gerçeğidir.

İşte Peygamber Efendimiz (asm)'in çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır.

Özetle ifade edecek olursak, on beş-kırk beş yaş dönemindeki evliliklerde nefsanî ve şehevanî gaye aranabilir. Oysa Efendimiz (asm), bu dönemde genç ve bakire kızlar ve kadınlarla evlenmemiştir. Tam tersine kırk yaşında, üstelik dul bir kadın olan, Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve bu evliliği Hz. Hatice'nin vefatına kadar sürmüştür.

Çok evlilikleri, nefsanî duyguların büsbütün gerilemeye yüz tuttuğu elli üç yaşından sonraki dönemde gerçekleşmiş olduklarına göre, bu evliliklerde mantığın gereği olarak başka gayeler aramak zaruridir. Bu sadece aklın ve mantığın değil, insan tabiatının ve insaflı bir değerlendirmenin de zorunlu bir gereğidir.

Ezvac-ı Tahirat Okulu

Medine dönemi, İslâmî hükümlerin yoğun biçimde geldiği ve Resulullah tarafından ümmete öğretildiği dönemdir. Erkek sahabeler Mescid-i Nebevi'de her zaman Resulullah'ı görüp, müşkillerini sorup cevaplarını alabiliyorlardı. Neyi, niçin ve nasıl yapacaklarını kolaylıkla öğrenebiliyorlardı. Hanımlar için bu konu o kadar kolay olmuyordu. Onların da soracakları öğrenecekleri vardı. Bu maksatla hanımlar durumu Resulullah'a arzederek, kendileri için Hane-i saadettte haftanın bir gününü ayırmasını istediler. Resulullah, onların bu teklifini kabul etti. Ve hanımlar haftanın bir günü Efendimiz'le bir araya gelip, sorularını sorup dini ahkama dair cevaplarını alıyorlardı.

Böyle bir ders sırasında hanımlar Efendimiz'le bir arada iken, enteresan bir hadise cereyan etti. Bir ara hanımlar kendi aralarında konuşmaya başladılar. Sesleri normalden fazla yükselmişlerdi. Birbirlerine cevap yetiştiriyorlardı. O sırada kapının önünden geçmekte olan Hz. Ömer, Resulullah'ın huzurunda gürültülü konuşulmasından rahatsız olup, kapıyı çaldı. Kapıyı aralar aralamaz, onu gören hanımlar hemen sesi soluğu kesip, kendilerine çekidüzen verdiler. Hz. Ömer, bu durumdan da rahatsız oldu ve:

"Hanımlar, bu nasıl iş, benden çekiniyorsunuz, ama Resulullah'ın huzurunda gürültülü konuşmaktan sakınmıyorsunuz?" diye kadınları ikaz etmekten kendini alamadı. Bunun üzerine hanımlar, içten gelen bir itirafta bulundular:

"Ya Ömer sen çok sertsin. Resulullah öyle değil." diye karşılık verdiler.

Her şeyini Resulullah uğruna feda eden Hz. Ömer, onunla ters düşmüş olmaktan hoşnut olmadı. Bunu farkeden Gönüller Sultanı (asm) araya girerek:

"Ya Ömer, sen geniş bir caddede yürüsen şeytan da karşıdan gelse, seni görüp yolunu değiştirir." diyerek gönlünü aldı. İşte hane-i Saadet, bir nevi hanımlar okulu olmuştu. Özellikle Efendimizin hanımları bu okulun devamlı öğrencileri, bir manada öğretmenleri idi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Raşit Küçük bu hususu şöyle dile getirir:

"İslâmın hükümleri hem erkek, hem de kadın cinsini kapsayıcı niteliktedir. Fakat sadece erkeklere ve sadece kadınlara yönelik hükümler de vardır. Hz. Peygamber (asm) genel hükümlerin veya erkeklerle ilgili hükümlerin öğretilmesi hususunda fazla sıkıntı çekmiyordu. Çünkü onlar kendi cinsleriydi. Kadınlarla ilgili ahkamın öğretilmesinde, yaşanmasında ve yaşatılmasında müşküllerin halli ve soruların cevaplandırılmasında kadınlardan faydalanmak mecburiyetindeydi. Peygamber Efendimizin değişik yaş ve kabiliyetteki hanımları, mümin hanımlar için bir eğitim-öğretim kadrosu niteliği taşıyordu. Âdeta, evleri bir mektep, onlar da bu mektebin eğitimcileriydiler. Peygamber Efendimizin vefatından sonra da bu durum canlılığını koruyarak, hatta artarak devam etmiştir." (1993, İzmir, Ebedî Risalet Sempozyumu Tebliği)

Aslında Resulullah'ın Medine'de Mescid-i Nebevinin civarında bulunan okulu iki bölümden oluşuyordu. Biri, erkek sahabelerden oluşan "Ashab-ı Suffe Okulu" diğeri, hanımlardan oluşan, "Ezvac-ı Tahirat Okulu"

Gerçekten, İslâmî hükümlerin doğrudan doğruya Resulullah'tan öğrenilip, ümmete ders verilmesinde Ezvac-ı Tahirat'ın haneleri bir okul, kendileri de o okulun hem daimî öğrencileri hem de öğretmenleri idiler. Bu görev, yukarıda da belirtildiği gibi, Efendimizin ahirete intikalinden sonra da devam etmiştir. Suffe Okulunun önde gelen "Demirbaş bir talebesi" ve bütün hayatını hadislerin muhafazasına vakfeden, bu hizmeti yerine getirirken hafızasının kuvvetlenmesi için Resulullah'ın duasına mazhar olan Ebu Hureyre olduğu gibi, Ezvac-ı Tahirat okulunun önde gelen birinci talebesi de zeka, hafıza ve kavrayış gibi üstün kabiliyetlere sahib olan Efendimizin biricik eşi, Hz. Aişe'dir. Nitekim, "Muksirun" diye anılan en çok hadis rivâyet eden sahabelerin başında 5.374 hadisle Suffe okulunun baş öğrencisi Ebu Hureyre geldiği gibi, dördüncü sırada 2.210 hadisle de "Ezvac-ı Tahirat Okulu"nun öncüsü Hz. Aişe gelir.

Evet, İslâm, en son ve en mükemmel din olarak, insan hayatının bütün safhalarına ait, değişik derecede öneme haiz hükümler getirmiştir. Bu hükümlerin tesbiti, tâlimi ve hayata intikali Asr-ı Saadetin en öncelikli ve önemli hizmeti idi. Çünkü hayatın her anında ve her safhasında Allah'ın razı olacağı tarz ve şekil , yani dinin kendisi tesbit ediliyordu.

Bu gerçeğin idraki için kaynaklara eğildiğimizde, karşımıza, bu müminlerin anneleri ile bu "Ezvac-ı Tahirat" eliyle muhteşem bir hükümler ve sırlar hazinesi çıkıyor. Ve bu hazinenin ümmete açılması gibi kutsal bir görev, bu evliliklerin şaşmaz gayesi olarak beliriyor.

Diyebiliriz ki, bu hanımları, özellikle bunlar arasında çok özel bir yeri olan Hz. Aişe'yi devreden çıkaracak olsak, İslâm dininin neredeyse yarısı kadar olan bir hükümler manzumesini de yok farzedecektik!..

İlave bilgi için tıklayınız: 

Peygamber Efendimizin çok evlenmesinin hikmetleri nelerdir? 

Hz. Peygamber Efendimizin muhterem eşleri ve çok evliliği hakkında bilgi verir misiniz?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun