Hz Ebu Bekir'in imani mevzularda katı ve teslimiyetçi; bunun dışındaki konularda ise esnek hareket etmesi konusunda bilgi verir misiniz?

Tarih: 09.11.2006 - 21:04 | Güncelleme:

Soru Detayı
Her sahabe farklı bir özelliği ile temayüz ediyor. Hz Ebu Bekir (ra)'in de akılcı ve sürekli araştırmacı bir yapı içinde olduğunu öğrendim. Yani imani mevzularda herkesten daha katı ve teslimiyetçi iken onun haricinde sürekli delillerle, karinelerle realite çerçevesinde esnek hareket etmek. Bu kadar zıt gibi görünen iki haslet nasıl aynı anda uygulanabiliyor.
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kur'an'dan öğrendiğimize göre Hz. İbrahim aleyhisselam ölülerin nasıl diriltileceğini sormuş, sonra da "Allah'ım inanmadığımdan değil, kalbim tatmin olsun diye soruyorum." demiştir. (Bakara, 2/260) Bu nedenle iman ve İslamiyet'in esaslarında kalben tasdik ve teslimiyet esas olmakla bareber, araştırmanın teşvik edildiği görülmektedir. Bu nedenle her ikisini birleştirmek en idealidir. Hz. Ebu Bekir Efendimizin (ra) ve diğer sahabilerin de yaptığı budur.

Dinin esası vahiydir. Vahiy olmadan insanlar akıl ile dinin hakikatlarına ulaşamaz. Akıl ise bu vahiy mahsulu olan dini anlamada kullanılır. İşte din, vahyin ve aklın birleşmesiyle anlaşılır ve yaşanır. İşte hadisi şeriflerde meselenin bu iki yönüne vurgu yapılmıştır.

Allah Teala, insana akıl ve fikir vererek onun yaratıkları arasında seçkin ve ayrıcalıklı bir konumda bulunmasını temin etmiştir. İnsan hayrı şerden, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan, güzeli çirkinden, hakkı batıldan ayırt eder. Aklın tanımlarından biri: “İyiyi kötüden ayırt eden bir meleke”, diğeri: “İnsanı öbür canlılardan ayırt eden ve teorik bilgileri edinmeye elverişli bir durumda olmasını sağlayan özellik.” şeklindedir. Aklı: “Doğuştan insan zihninde var olan zorunlu bilgiler.” şeklinde tanımlayanlar da vardır. (bk. Gazali, İhya, Kahire, 1938, I/90)

Burada şu soruyu sormak öteden beri âdet olmuştur:

- Madem ki ulu Allah insana hayrı, faydalıyı ve hakkı şerden, zararlıdan ve batıldan ayırt etmeye yarayan bir akıl vermiştir, peygamber göndermeye ve kitap indirmeye ne lüzum vardır? İnsanlar akıllarıyla dünyada hayatlarını düzenleyip mutlu bir şekilde ve huzurlu olarak yaşayamazlar mı?

Ateistler, deistler ve vahye dayalı olmayan Brahmanizm ve Hinduizm gibi beşeri dinler, dünyada mutlu bir hayat yaşamak için insana aklın yeterli olduğunu savuna gelmişlerdir. İslam alimleri ise çok önemli bir bilgi edinme aracı olmakla beraber aklın yeterli olmadığını, vahiy ile desteklenmesi ve tamamlanması gerektiğini ispat etmeye çalışmışlar, bu maksatla bu konuda çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bazıları kısaca şöyledir. Vahiy gelmemiş olsaydı bile dinde emredilen şeylerin güzel, yasaklanan şeylerin çirkin ve kötü olduğunu akıl bilebilirdi, ama bunların tümünü bilemezdi. Mesela Allah Teala’yı bilirdi, fakat Onun sıfat, fiil ve isimlerini tam olarak bilemez, bu konuda herkes aklına göre farklı bir şey söyler, doğru ve gerçek olan bilinmezdi.

İnsan Allah Teala’nın varlığını akılla bulur; ama Ona ibadet edip etmeyeceğini, ibadet edecekse hangi şekilde ibadet edeceğini kestiremez, herkes kendi aklına göre değişik bir ibadet şekli ortaya koyar, bu da çekişmelere ve karışıklıklara yol açardı. (bk. F. Razi, el Muhassal, Kahire, 1323. s. 156.) Razi, peygamber göndermenin vahiy ile bildirilmemiş olsaydı, insanlar ölümden sonra yeni bir hayatın bulunduğunu tam ve kesin bir şekilde akılla bilemezlerdi. Nelerin ahirette ecir ve sevap almaya, nelerin ceza görmeye ve azab çekmeye vesile olduğunu akıl ve fikirle kavrayamazlardı.

Özellikle Allah ve ahiret konularında akıl yetersizdir. Vahiyle aklın aydınlanması şarttır. Gazali’nin de dediği gibi akıl temel, vahiy bu temel üzerine inşa edilen bina gibidir. Akıl göz, vahiy ışıktır. Ya da akıl lamba, vahiy onun yağıdır. Hak Teala “Nur üstüne nur” (Nur, 24/35) derken akıl ve vahiy nurlarına işaret ediyor. Akıl insanın içindeki şeriat, şeriat ise insanın dışındaki akıldır.

Kur’an’da (bk. Rum, 30/30) akla din ismi verilmiştir. Fıtrat sağlam bir dindir. (bk. Gazali, Mearicu’l-Kuds, Kahire, 46) Akılla aydınlanmayan bir din hurafelere boğulur, taassup ve batıl inançlara saplanır. Vahiy ile desteklenmeyen akıl ise sapıtır, azgınlaşır, kudurur, sefahet ve ahlaksızlık bataklığına yuvarlanır, tanrılık iddia eder. Şu halde akli ve fikri hayatın vahiyle desteklenmesi bir zorunluluktur. Her toplum için dinin zorunlu olmasının sebebi budur. Cehenneme atılacak olanlar diyecekler ki:

“Eğer vahye kulak verseydik veya aklımızı kullansaydık, cehennemlik olmayacaktık.” (Mülk, 67/10)

Vahiy de, akıl da rehberdir. Kısacası akıl-vahiy ilişkisi şöyle ifade edilir:

a) Aklı aşan ve akılla bilinemeyen ibadet ve ahiret konularında vahiy insana sağlıklı ve güvenilir bilgiler verir, ebedi mutluluğa giden yolu gösterir.

b) Akılla bilinen ziraat, sanat, ticaret, iktisat, siyaset, hukuk ve ahlak konularında, vahiy akla yardımcı olur, onu destekler ve tamamlar.

c) Sırf akılla bilinebilen aritmetik, geometri, fizik, kimya, mantık, astronomi, tıp gibi akli ve tecrübi ilimleri vahiy tavsiye ve teşvik eder. Daha önemlisi bu ilimlerin insanlığa zararlı olacak şekilde kullanılmasını önler.

Bu üç alan nübüvvet bakımından önemlidir. Birinci alanda akıl vahye tabidir. İkinci alanda geniş ölçüde akıl hür ve serbest, üçüncü alanda ise tamamıyla hür ve serbesttir. Bu hiyerarşinin korunması halinde ne kadar hür ve serbest olursa olsun, akıldan ve onun ürünü olan ilimlerden fertlere ve topluma zarar gelmez.

İlave bilgi için tıklayınız:

Din ve akıl arasında bir çelişki söz konusu mudur?..

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun