Gelin, damat kaynanasına, kayınpederine bakmak zorunda mıdır?

Tarih: 24.12.2019 - 11:25 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Müslüman bir hanımın eşine iyi davranmasını eşinin anne, ona ittat etmesinin yönlerinden birisi onun babasına karşı iyi davranması, onlara hürmeti ve takdiri elden bırakmamasıdır. Kadın, kayınvalidesine yardımcı olarak kocasına ikram ve iyilikte bulunur. Dolayısıyla koca da bu durumu göz önünde bulundurarak hanımına ve onun annesine karşı iyi davranır. Kadın bunu yapmakla aslında kendine iyilik yapmış olur. Zira Allah Teâlâ buyuruyor:

"İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?” (Rahman, 55/60)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem,

"İnsanların hayırlısı, başka insanlara faydalı olanıdır.” (Feyzu'l-Kadir, III/480)

buyuruyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetine öğrettiği merhamet, sadece yakınlarını değil bütün insanlığı kucaklamaktadır. Bir hadis-i şerifte şöyle ifade edilmiştir:

"İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.” (Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)

"Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin." (Tirmizî, Birr 16; Ebû Dâvûd, Edeb 58)

Merhamet bazı kimselerin sandığı gibi, sadece bir acıma duygusu değildir. Sevgiyle gelişen yardım ve fedakârlıkla büyüyen şümullü bir histir. Eğer bir kalpte merhamet duygusu yoksa o kalp hastadır.

Zamanımızda bazı kişiler "Kadın, erkeğinin çamaşırını yıkamak zorunda değildir, çocuğunu emzirmek mecburiyeti yoktur." diyerek, aile hayatının yaşanmaz hale gelmesine vesile oluyorlar. Her ne kadar kazaen mecbur değilse de işin bir de dinî yönü, insanî yönü, merhamet boyutu vardır. Memure kadın, alacağı para karşılığında tanıdığı, tanımadığı insanlara günlük en az sekiz saat hizmet ederken kocasına, çocuğuna, kocasının anne, babasına neden itaat etmesin. Bu garip düşünceler ve benzeri yanlışlar, nice ailelerin çözülmesine ve huzursuzluğa vesile oluyor. Aileler her şeyden fazla muhabbete muhtaçtırlar.

Ailelerin dünya ve ahiret saadeti için önce Allah ve Rasulü’ne itaat etmesi, birbirlerine meşrû zeminlerde itaatleri gerekir. Günahlarda ise hiç kimseye itaat gerekmez.

Saniyen herkesin birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri ailenin mutluluğunu sağlar. Aksi halde aile hayatı yaşanmaz hale gelir. Bir diğer yönü ise, hayat sadece bu dünya ile sınırlı değil, bir de asıl hayat olan ahiret hayatı vardır. Biz öyle bir aile ortamı oluşturalım ki haramlardan uzak, Kur’an ve sünnet ikliminde, cennetî bir hayat yaşanan akl-ı selim sahibi insanların hayatı olsun. Zira Allah Teala güzel davranışta bulunanları sever.

Kayınpeder ve Kayınvalideye Hizmet

Bu ve buna benzer hadiselere, İslam hukukundaki maslahat prensibi açısından bakarak bazı şeyler söylemeye çalışacağım. Nihai anlamda söyleyeceğim şeylerin “mutlaka uyulmalı” veya literatürdeki ifadesiyle “mucebince amel oluna” cinsinden bir fetva olmayacağını baştan ifade edeyim. Çünkü hem bu satırların yazarı kendisini içtihadi ahkam üretme konusunda ehliyetli görmemektedir, hem de -velev ki öyle bile olsa- içtihadi meselelerde nihai ve mutlak doğru yoktur. Metodolojisine uyularak ehil insanlar tarafindan yapılan içtihadlar, yeni hükümler birbirinden siyah-beyaz nisbetinde farklı olsa da doğru oldukları herkesin bildiği bir gerçektir. Daha gerçekci bir ifadeyle bunlar, “Eşbeh bi’l-hak” nazariyesine göre, şartlarına riayet edilerek ehilleri tarafından yapılan içtihatlar olduğu için doğruya en yakın olandır. Fıkhi mezhepler arasındaki görüş ayrılıkları, hem de aynı mesele üzerindeki farklı hükümlerin bulunması bunu açık ve net bir biçimde göstermektedir.

Bu hadise münasebetiyle bahsini ettiğimiz türden bir denemeye girmemizin sebebi ise, soruda bahsi geçen konu ile alakalı olarak Kur’an ve bağlayıcı sünnette aksine ihtimal vermeyecek ölçüde nihai hükmün bulunmamasıdır. Burada hemen akla anne-baba hakkında Kur’an’da “öff” bile demeyin ayeti gelebilir. Ama şu detay oldukça önemlidir ve gözden kaçırılmaması gerekir; bu ayetin her bir kişinin kendi anne ve babasını kasdettiği kesindir, fakat kayınvalide ve kayınpederi kapsadığı şüphelidir. Usul-u fıkıh ifadesiyle bu ayetin sübutu kat’idir, ama muhtevanın kayınvalide ve kayınpedere delaleti zannidir. Zaten bağlayıcı bir beyan olsaydi Ebu’s-Suud Efendinin fetvalarına benzer tek kelimelik “mecbursun” türü bir beyanla soruyu cevaplamış olurduk.

Sorudaki meselenin iki boyutunun olduğunu baştan kabullenmek gerek; bir; evli bayanın anne-babasını veya anne-babasının kızını ziyaret etme hakları. İki; karı-kocanın aile saadeti, evliliklerinin huzur ve mutluluk içinde devamı ki benim maslahat prensibi açısından deneme yapacağım alan da burası. Hadisenin birinci boyutu ile alakalı olarak, evli bir bayanın anne-babasını veya anne-babasının kızlarını ziyareti tartışma götürmez bir haktır. Ama bunun zamanlaması tamamı ile örf ve adete ya da eşlerin pozisyonlarına göre karşılıklı anlaşmalarına bırakılmıştır. Yüz hanelik bir köyde evli olan bayanın anne-babasını ziyaret sıklığı ile örneğin başka bir şehirde veya yurt dışında hayatını sürdüren bir bayanın anne-babasını ziyaret sıklığı bir olmayacaktır.

İkinci hususa gelince; önce kayınpeder ve kayınvalidenin veya kayınbirader ve baldızların damad ile olan irtibatını açık ve net bir biçimde ortaya koyalım; akraba. İslam hukunda akrabalar asabe (kan bağı), zevi’l-erham (evlilik) ve vela (köle azadı) vesilesi ile olmak üzere üç ayrı grupta ele alınır. Gerek miras, gerek diyet, erş gibi tazminat ve gerekse ihtiyaç hasıl olduğunda vasi tayini gibi hususlarda bu sıralamaya riayet edilir. Kayınpeder ve kayınvalide başta kayınbirader ve baldızlar bu kategori içinde ikinci sırada yer alır. Bunlara yapılacak maddi destekler de üçüncü şahıslara nisbetle daha çok sevaptır. Bu görüşü şu hadisle temellendirebiliriz. Allah Rasulü (sav) sadaka mahallerini beyan eden hadislerinde akrabaya yapılan yardımlar için buyururlar ki; mealen:

“ Onlara verilen sadakadan hem sadaka hem de sıla-yı rahim sevabı alınır.”

Kaldı ki bu vesile ile hadis kitaplarında akraba bağlarının gözetilmesi ile alakalı müstakil babların ve yüzlerce hadisin bulunduğunu da hatırlatmak isterim.

Bunu öncelikle belirtmemin sebebi, Kur’an ve sünnette kayınpeder ve kayınvalideyi görüp gözetme, koruyup kollama hususunda net bir beyan yoktur, itiraz veya düşüncelerinin önünü kesmek içindir. Hayır, Kur’an ve sünnette kayınpeder ve kayınvalideyi direkt veya dolaylı olarak ele alan beyanlar vardır. Yukarıda sunduğumuz akraba kategorileri buna bir örnek olduğu gibi, Kur’an’da (Nisa, 4/23) kendisi ile evlenilmesi haram insanlar sınıfında açıkca kayınvalidelerin zikredilmesi de ayrı bir örnektir.

Bir başka açıdan; diyelim ki Kur’ani ve Peygamberi beyanlarda bu çizgide bir açıklama, emir veya yasak yok. Bu takdirde ne yapılacak; işte maslahat prensibinin işletileceği nokta burasıdır. Maslahat İslam hukukuna göre hükmü bilinmeyen meselelerde kullanılan bir metodolojidir. Genel tarife göre maslahat; hükmün kendisine bağlanması ve üzerine hüküm bina edilmesi insanlara bir fayda sağlayan veya onlardan bir zararı gideren ve bunun geçersiz sayıldığına dair şer'i bir delil olmayan manalara denir. Maslahat Allah'ın muteber sayıp-saymamasına göre üçe ayrılır. Mutlak anlamda dikkate alınması gerektiğine dair şer'i delil olan maslahatlara maslahat-i mutebere (mesalih-i mutebere) denir. Allah tarafindan geçerli veya geçersiz sayıldığına dair delil bulunmayan maslahatlara -ki içtihada bırakılmış meselelerdir bunlar- maslahat-i mürsele (mesalih-i mürsele), şer'i delilin muteber sayılmayacağını gösterdiği maslahatlara ise maslahat-i mülğa ( mesalih-i mülğa) denir.

Bir başka açıdan maslahata dayalı olarak hüküm verebilmek için maslahat denilen, maslahat olarak görülen mananın Ramazan el-Buti’nin tesbitlerine göre;

1. Allah’ın hedeflediği gayelere uygunluk içinde olması,
2. Kur’an ile çelişmemesi,
3. Sünnet ile celişmemesi,
4. Kıyasa aykırı olmaması,
5. Kendinden daha önemli veya eşit bir maslahatı ortadan kaldırmaması gerekmektedir.

Şimdi bu aşamada şunu söyleyebiliriz; kayınvalide ve kayınpederin ya da eşinin kardeşlerinin damadın yardımına muhtaç olduğu durumlarda, damadın imkanları ölçüsünde maddi yardımda bulunması bir maslahattır. Maslahattır; çünkü dinin temel değerleri ile çatışması bir tarafa örtüşmektedir. Hatta mesalih-i mürsele değil, mutebere sınıfındandır. Ve Ramazan Buti’nin tesbitleri içinde yer alan hiç bir maddeye de aykırı değildir.

Bu hususa bir başka açıdan yaklaşarak farklı bir açılım kazandırmak istiyorum; usul-u fıkıhçılara göre maslahat zaruri, külli ve kat’i olmalıdır. Zaruri demek, usul-u hamse adı verilen ferdi ya da içtimai olarak el ele vererek korunması gerekli olan beş temel unsurun bu maslahatla korunmus olması demektir. Onlar da herkesin bildiği gibi, din, nesil, mal, ırz ve hayattır. Külli demek, maslahatın sadece şahsa özgü değil, bütün ümmete şamil olmasıdır. Kat’i ise maslahattan elde edilecek şeyin kesin olması demektir. Şimdi damadın kayınpeder ve kayınvalidesine bahsi geçen çizgide yardımı, sahiplenmesi şahsi kanaatıma göre bu üç unsuru da içinde barındıran bir maslahattır.

Pekala bu maslahata bağlı olarak elde edilen sonuç bağlayıcı bir değere sahip midir, denilecek olursa, yine bir usul kaidesi ile bu soruya cevap bulabiliriz; “Yasaklar mefsedete, emirler ise maslahatlar üzerine kuruludur.” Burada maslahat zaruri, külli ve kat'i olduğuna göre elbette farz, vacib mesabesinde olmayan bir yükümlülük söz konusu olabilir. Yalnız bu yükümlülük hukuki değil ahlaki düzeydedir. Hukuki olabilmesi için mahkeme kararı olması gerekmektedir.

Ayrıca Arap örf ve adeti ile bizim bugün içinde yaşadığımız toplumda damad ile kayınpeder-kayınvalide münasebetleri farklı bir seyir izleyebilir. Bu farklılık erken dönem İslami hayata ve hükümlere o toplumda kabullenilen şekliyle yansımasına sebep olmuştur. Bu durum aynı zamanda fıkıh kitaplarında bahsi geçen çizgide net görüşlerin yer almamasının da bir izahıdır.

Buraya kadar damad-kayınpeder, kayınvalide diyerek ele aldığımız her şey gelin-kayınpeder, kayınvalide münasebeti için de geçerlidir. Maddi açıdan, yani gelinin madden eşinin anne babasını desteklemesi, yardımda bulunması -istisnalar hariç- olmasa bile, onlara hizmet noktasında çok yoğun tartışmaların yaşandığı bir alandır. Bir başka ifadeyle gelin-kaynana geçimsizliği. "Kadının eşinin kayınpeder ve kayınvalidesine bakma yükümlülüğü var mıdır?" ile başlayan sorular kümesini kasdediyorum daha açıkcası. Bence bu ve benzeri istikametteki sorulara da yukarıda izahını yapmaya çalıştığımız maslahat açısından bakmalı ve cevabı gerek maslahatın mutebere oluşu ve gerekse zaruri, külli ve kat’i oluşu noktalarında aramalıdır.

* * *
Dini açıdan anne babaya bakmak zorunda olan kimdir?

Anne baba bakıma muhtaçlarsa, evladın onların bakımıyla ilgilenmesi dinimizin emridir. Bu bakımdan evlat ya bizzat kendisi bu vazifeyi ifa edecek veya bir hizmetçi tutup onların hizmetlerini gördürmesi gerekir.

Kayınpeder kadın için babası hükmündedir; bu bakımdan kendisine namahrem değildir.

İslam’ın hakkıyla yaşanmadığı yerlerde veya şahıslarda, ister istemez bazı sıkıntılar yaşanacaktır. Bu sıkıntıları da İslam ve Kur’an ilacı ve reçetesi ile tedavi etmek durumundayız.

İslam hukuku olayları değerlendirirken öncelikle farz ve haram noktasından ele alır. Yani bu işi yapmak farzdır veya değildir, haramdır veya değildir, şeklinde bir hüküm açısından konuyu açıklar.

Bu nedenle, bir şeyin farz olmaması hiçbir şey yapması gerekmez anlamına gelmemelidir. Örneğin Hanefi mezhebine göre Fatiha suresi okunmadan kılınan namaz caizdir. Ancak Fatiha okumak vaciptir. Vacibin terkiyle namaz bozulmaz, demektir. Yoksa Fatiha okusan da olur okumasan da, demek değildir. Okumak vaciptir ve bilerek terk eden sorumlu olur, ancak namazın farzları yerine getirildiği için de namaz geçerli olur.

"Eşlerin kayınpederine bakma yükümlülüğü var mıdır?" konusunda İslam alimleri şunları söylemektedirler. “Bir gelin kendi kocası ve hatta çocuğuna bile bakma zorunluluğu yoktur. Dolayısıyla bir kayınpedere bakma sorumluluğu da yoktur." İşte bu hüküm farziyet noktasından değerlendirilerek verilmiştir. Yani bir gelin kayınvalidesine bakmamakla haram işlemiş olmaz. Ancak birçok sünneti terk etmiş veya bazı mekruhlara girmiş olabilir.

Şimdi karşımıza bir gelin hanımı alarak sohbetimizi devam ettirelim:

Kayınpederiniz, beyinizin babasıdır. Siz ayrılsanız veya kocanız vefat etse dahi, akrabalığınız en azından çocuklarınız aracılığıyla devam ediyor demektir. Aile içinde şu veya bu şekilde, az veya çok, görüşmelerinizin sıklığı ve sâkinliği nisbetinde hak-hukuk mutlaka olacaktır ve zaten vardır. Bu gibi konularda hürmet ve saygı başta olmak üzere, dinî ölçüleri zorlamamak kaydıyla anlayış ve hoşgörü ortamı içinde münasebetleri sürdürürsünüz. Kendinizi dinen ve vicdanen rahat hissediyorsanız mesele yok, ancak kayınpeder olup olmaması bir tarafa, insan olarak kalbini kırma, gıybetini yapma, soğuk davranma, meşru istek ve arzularını yerine getirmeme gibi hallerde bulununca mutlaka hak geçer. Bunun için özür dileme, helâllik isteme gibi telâfi yollarını tercih etmelidir.

Demek ki bir evlat anne ve babasına bakmakla yükümlüdür. Bu vazifesini yapmadığı takdirde günaha girmiş olur. Gelin ise kayınvalide ve kayınpederini br yabancı olarak değil de anne ve babası gibi görmeli ve onlara hizmette kusur etmemelidir.

Gelin kayınvalidesi ile aynı evde yaşamak zorunda mıdır?

Gelin kocasının ana babasıyla aynı yerde kalmaya, onlara bakmaya (hukuken) mecbur değildir. Ama (diyaneten) hizmet etmesi tavsiye edilir. Beyinin imkanı elverdiği nispette ayrı ev, yoksa ayrı oda dahi isteyip ayrı yerde kalabilir, hizmet etmeye zorlanamaz. Ancak beyinin mutluluk ve huzuru hanımın da mutluluk ve huzuru olacağından, bir hanımefendi mümkün olduğu kadarıyla beyinin ana babasına hizmette kusur etmemeye gayret gösterir, böylece ailenin mutluluğunu, huzurunu sağlamaya katkıda bulunmuş olur. Çünkü hiçbir evlad ana babasını ihmal etmez, muhtaç oldukları zaman onların hizmetine koşmaktan geri durmaz. Mutlaka ana babasına hizmet edecek, onların mutluluğuyla mutlu, mutsuzluğuyla da mutsuz olacaktır.

Hanım hukuki hakkını kullanıp da kayınvalide ve kayınpederine hizmetten uzak kalması, beyinin mutsuzluğuna sebep olup sevgi azalmasına vesile teşkil edecektir. Bir hanım da, bunu istemez elbette. Kaldı ki bugünün gelinleri yarınların da kayınvalideleridirler. Onlar bugün kayın validelerini ihmal edince yarın kendilerinin de ihmal edilmeye müstehak olacakları aşikardır.

Öyle ise hukuken olmasa da diyaneten istenen bu hizmet işlerini, gelinler ihmal etmemeli, bir gün kendilerinin de aynı şekilde hizmete, hürmete muhtaç hale geleceklerini unutmamalılar. Ayrıca bu gibi iyilikler karşılıklıdır. Bugün kendisi beyinin ana babasına hizmet eder, yarın da beyi kendisinin ana babasına hizmet eder. Hiç belli olmaz; kim kime ne zaman ne şekilde muhtaç hale gelecektir. Asıl vefa ve sadakat da böyle günlerde belli olur zaten. Kaldı ki bu hizmetler de yabancıya değil; ana baba makamına kaim olan kayınvalide ile kayınbabaya yapılmaktadır. Öz ana baba olmasa da ana baba yerine geçenlerdir bunlar.

Anne-baba, yavrusunun yuvasını yıkan kişi olabilir mi?

Bir baba ve ana yavrusunun yuvasını bozabilir mi; aile ocağını söndürmeye yönelik tutum ve tavır içinde olabilir mi?

İlk bakışta insan buna ihtimal veremiyor, hatta hemen cevap da vermek istiyor:

– Hayır bir baba ya da ana ne oğlunun, ne de kızının yuvasını yıkmak isteyemez, aile saadetini bozmaya yönelik telkinde bulunamaz.

Ne yazık ki beklenen bu olmasına rağmen, olan bu değildir. Kızının yuvasını, oğlunun ocağını bozacak tutum ve tavır içinde olan baba da vardır, ana da...

Niçin mi böyle?

Sebepleri çok ama, ne olursa olsun bazı babalar, analar beklenmeyen yanlışa sebep olabiliyorlar. Şayet gelin kendilerine hoş görünmemişse, isteklerine uygun hareket etmemişse (ki, istenen, uyum sağlamasıdır) bu defa veryansın ediyorlar gelin aleyhine. Bir de bakıyorsunuz ki evlad, hanımı ile ana babası arasında sıkışıp kalmış, kime göre hareket edeceğini bilemez hale gelmiş. Ya ana babanın telkinine uyacak, yuvasını bozmaya yönelecek; yahut da ısrarlı şekilde gelen telkinin altında ezilmeye devam edecektir.

– Sen bu kadını bırak, sana biz daha iyisini buluruz!..

Bir defa ana babalar bilmeliler ki, evlenen oğul artık elleri altında emir eri gibi tuttukları bekar çocukları değildir, evlenmiştir. Yani artık kendi başına yaşayacak hale gelmiştir. Onun da bir ailesi, onun da bir müstakil hayatı olacaktır. Siz onu süt çocuğu gibi görmeye, hayatına müdahale etmeye devam edemezsiniz.

Çoğuğunuz bırakın yakasını, yaşasın müstakil hayatını... Hanımı size hizmet eder, saygıda bulunursa takdir ve tebrike şayan bir tutumdadır. Ama bunu siz beklemeyin, o göstersin, o duysun bu saygı ve hürmeti.

Şayet dini ölçülerle zorlayacak olursanız karşınıza şu gerçekler çıkar:

* Gelin, sizinle birlikte yaşamaya mecbur değildir. Ayrı ev isteyebilir. Beyinin gücü yetmiyorsa aynı evde ayrı yaşayacağı oda bile isteyebilir. Bu odanın müstakil ev gibi özelliği de olacaktır...

* Gelin, beyinin babasına, anasına hizmete etmeye, arzularına uymaya mecbur değildir. Ancak uyum göstermesi, anlayışlı davranması elbette idealdir. Bu da zorla olmaz. Öyle ise artık elinizin altında bulundurmaya alıştığınız oğlunuzu, gelininizi birazcık bırakın, hayatlarını yaşasınlar. Bir gölge gibi takip ederek kendinize isyan ettirmeyin, hürmeti kendiliklerinden duymalarını bekleyin, zorla duyurmaya çalışmayın.

Şu satırların yazılmasına sebep olan bir konuşmanın özetini arz edeyim, sizler de ibretle bakın olaya. Kızcağız bakın neleri nasıl anlatıyor:

– Hocam, babam evimize geldi, beyimle tartıştı. Ondan sonra elimden tutup beni evine götürdü. Beyime, "Sana kız filan yok, bekle, gör." dedi. İki tane oğlum, şu anda beyimin yanında, ben babamın bedduasından korktuğum için babamın evinde beklemekteyim. Ne olacak benim halim? Bir tarafta beyim, bir tarafta babam. Babamın bu tavrı doğru mu?..

Siz böyle baba gördünüz mü hiç? Damadı ile bir konuda tartışacak, kızınca da kızının elinden tutup tekrar geriye döndürecek. İki tane de torun geride anasını bekleyecek...

Bir de şu ananın telkinine bakın:

– Oğlum, ben bu gelini beğenmiyorum. Hep kendi başına hareket ediyor, beni dinlemiyor. Sen bunu götür, babasının evine bırak, sana dünya güzelini bulurum ben...

Bunlar kızının, oğlunun yuvasını yıkmaya yönelik yanlışlar... Hem de ana babadan beklenmeyen yanlışlar. Evlatlar, böylesine haksız istekte bulunan ana babanın sözlerine uymaya mecbur değiller. Kurulmuş yuva yıkılmamalı, ama ana baba da kırılmamalı, bir münasip dille kendileri aydınlatılma ciheti tercih edilmelidir.

Ana babanın istekleri haklı olursa uyulur, olmazsa uyma mecburiyeti söz konusu olmaz. Bu konudaki bedduaları da tutmaz. Çünkü haklı değiller. Haklı olmayan beddualar etkili olmaz.

(Ahmed ŞAHİN)

MUTLU BİR AİLEYE DÖRT MEKTUP

A. Sevgili Gelin Hanıma Mektup

1. Beyine hoşlanacağı isim ve sıfatlarla hitap et.
2. Onun sevdiği yemekleri güzel yap ki evini özlesin.
3. Beyin evden çıkarken onu uğurla; akşam döndüğünde güler yüzle karşıla.
4. En çok güzel görünmen gereken kişinin beyin olduğunu bil.
5. İffetini ve hayanı muhafaza et. En güzel elbisenin takva elbisesi olduğunu unutma; her işimizi murakabe eden Allah (c.c)'ı düşün.
6. Sevgini beyinle ve çocuklarınla paylaş. Evinin direği ol. Beyin evde olmadığı zaman gözü arkada kalmasın.
7. Beyine her fırsatta teşekkür etmeyi unutma. Gücü yetmeyeceği külfetin altına sokma, başkalarına da şikayet etme.
8. Beyinin işlerini, makam ve mevkisini bil. Sevincini ve üzüntüsünü paylaş.
9. Beyinin izni olmadan ve onun müsaade etmeyeceği yerlere gitme.
10. Tutumlu ol. Müsrif olma. Zor zamanlarda isyan etme.
11. Temiz ve tertipli ol. Beyinin elbiseleri de temiz ve ütülü olsun.
12. Beyinin akrabalarına ve onun sevdiklerine yedirip içirmekten kaçınma. Onlara güzel davran.
13. Kaynananı tecrübeli bir anne olarak sev ve say ki beyin üzülmesin.
14. Annenin evine gereksiz ve aşırı gitme ki evdeki işlerin aksamasın.
15. Çocuklarını hayırlı bir evlat olarak yetiştirmeye gayret et ki millette sizi hayırla yad etsin.

B. Sevgili Damat Beye Mektup

1. Evinden çıkarken hanımına "Allah'a ısmarladık!.." diyerek çık. Onun gönlünü hoş tut.
2. Pencerelerden yolunu gözletme, vakitlice evine gel.
3. Dışarıda yediğinden içtiğinden evine de getir.
4. Hanımının kusurlarını başkalarına anlatma, güzelliklerini an.
5. Evini harçlıksız bırakma, onları kimseye muhtaç etme.
6. İş hayatının sıkıntılarını eve yansıtma. Evde sevinç olsun.
7. Düğüne ya da gezmeye gittiğinde, mümkünse hanımını da götür.
8. Evine geldiğinde selamla ve güleryüzle gir ki, ev halkı da senin geldiğine sevinsin.
9. Evini Kur'an'sız, kitapsız, namazsız bırakma. Sabah namazına kalktığında ev halkını da kaldır ki, rahmet ve bereket gün boyu sizinle olsun.
10. Gayretli ol, kıskanç ol. Ancak tecessüs etme. Suizan ile hareket etme. Ayıp ve kusur araştırmakla meşgul olma.
11. İnsaflı ol. Hanımının gücünün yetmeyeceği işleri ondan bekleme. Gerekirse ona yardım et.
12. Kararlarında hanımınla da istişare etmeyi unutma.
13. Beklenmedik anlarda sürpriz hediyelerle gönül almasını bil.
14. Dünya evine girmek dünyaya dalmak olmamalı, ahiretini unutma. Din vatan ve insanlık için çalışmayı terk etme.
15. Şunu bil ki, az olan helal kazanç çok olan haram kazançtan hayırlıdır. Haram lokma yeme, hanımına ve çocuklarına da yedirme.

C. Değerli Kayınvalideye (Gelin Hanımın Annesine) Mektup

1. Kızını savunma, o şikayete geldiği zaman ona yüz verme. Damadının iyiliklerini başkalarına da anlat.
2. Kızının evine çok gitme ki saygınlığın artsın. Ancak torunların olduğunda yardımını da esirgeme.
3. Kızında ve torunlarında, damadının anne ve babasının hakları olduğunu unutma.
4. Hısımlarını akbalarını bil. Onların hatırını üstün tut.
5. Damadını oğlun bil. Onu da zaman zaman ara, gönlünü hoş tut.

D. Değerli Kayınvalideye (Damat Beyin Annesine) Mektup

1. Gelinini kızın gibi bil. Elkızı gelip oğlumu aldı deme.
2. Gelinine annelik yap, kusur bulmak için çalışma. Çokta nasihat etme; kendini sevdir gerisi gelir.
3. Başkalarının, gelinin hakkındaki dedikodularına hemen inanma.
4. Yapabileceğin basit işleri kendin yap, gelininden bekleme. Kendi zamanınla kıyaslama.
5. Gelininden gizli oğlunla konuşma ki, gelinin senden endişe etmesin. Sana güvensin.

(Doç. Dr. Mustafa KARATAŞ)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun