Kutsallık (mukaddes) kutsallığını nerden alır, neler kutsaldır?

Tarih: 13.11.2006 - 17:27 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

"Kutsal" kelimesi Arapça olarak "mukaddes" demektir. Mukaddes ise, mübarek, kutlu ve temiz şeyler; Allah Teâlâ ile ilgili olan ve manevî bir büyüklüğü bulunan kutsal, pak değerler, anlamına gelir. Cenab-ı Allah ve O'nun isimleri, kitapları ve peygamberleri kutsaldır. Din, îman, ibadetler, Kâbe, cami ve mescitler ve bunlarla ilgili olan her şey de mübârek ve kutsaldır.

Mukaddesâta saygı göstermek bütün Müslümanların kaçınılmaz görevleri arasındadır. Bu saygının şekli mukaddesâtın hüviyetine göre değişir. Cenâb-ı Hakk'ın mübârek isimlerinden biri anıldığında "celle-celâlühû" veya "teâlâ" gibi bir ifade kullanmak, Kur'ân'ı abdestli olarak ele almak, hayırlı her işe besmele ile başlamak, Peygamberimizin (sas) ismi okununca salât-ü selâm getirmek, diğer peygamberlerin ismi geçince "aleyhisselâm", bir sahâbeden bahsedildiğinde "radıyallahü anh" demek, İslâm terbiyesinin gereğidir.

Kur'an'a, din ve îmâna, peygamberlerden birine veya bir İslâm mabedine -hâşâ- sövmek, bunları hafife almak küfür alameti sayılmıştır. Kur'an-ı Kerîm'i veya herhangi bir din kitabını kasten pis bir yere atmak da böyledir. Bu durumda olan kimsenin derhal tövbe edip imanını ve evli ise nikâhını tazelemesi iyi olur.

Hz. Peygamber (sas)’in öğretileri ışığında iki hususa dikkatleri çekmek gerekir:

Bir; Kur’anî ve Nebevî öğretilere göre İslam öncesi İlahî dinlere, onların mukaddes peygamber ve kitaplarına inanmak şarttır. Aynı hakikati dinî literatürle ifade edecek olursak farzdır. Aksi halde o insan Kur’an ve Hz. Muhammed’e (sas) inansa da Müslüman olamaz. Müslüman olmanın temel şartı İslamî değer ve temellere inanmak olduğu kadar, önceki peygamber ve kitaplarına da inanmaktır. Kur’an bu hususa şu ayeti ile temas eder:

“Deyiniz ki: “Biz Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a, keza İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yâkub’a ve onun torunlarına indirilene ve yine Mûsâ’ya, Îsâ’ya, hülasa bütün peygamberlere Rab’leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız. Biz yalnız O’na teslim olan Müslümanlarız.” (Bakara, 2/136)

İşte bu inanç, hangi sebeple, ne zaman ve nerede olursa olsun bir Müslüman’ın başka bir inanç grubunun din ve dinî değerlerine inanmasa da saygı göstermesini gerekli kılmaktadır. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun bu çerçevede kendisini bir vesile ile ziyarete gelen Necran Hıristiyanlarına pazar ayinlerini yapması için mescidini tahsis etmesi aslında sadece Müslümanlar değil, herkes için örnek bir tablodur.

İkinci husus; kutsala saygı anlayışıdır. Her inanç grubunun kendine özgü, kökeni, tarihi, milli, kültürel, dinî ve ahlakî değerlere dayanan bir kutsal anlayışı vardır. Bir din ve inanç grubu için kutsal olan şey, bir başka din ve inanç grubu için kutsal olmayabilir, hatta yasak, saçma, gülünç olabilir. Bu nokta, yolların ayrıldığı yerdir. Eğer bir insan kendi inançları ekseninde başkasını değerlendirir ve karşısındakine ona göre tavır ve tutum belirlerse, bu, birlikte huzur içinde yaşamayı imkânsız kılan bir başlangıç noktasıdır. Bu düşünce ve bakış açısına sahip kişilerin, birçok insanî, ahlakî, hukukî, siyasî ve iktisadî ortak paydaları olan diğerlerini toplumdan dışlamasına, izole etmesine, yok saymasına vesile olur. Bu da insanların velev ki aynı vatan toprakları üzerinde yaşasalar bile kamplaşmalarına, kamplaşmalar ise yakınçağ tarihinde müşahede ettiğimiz 1. ve 2. dünya ile soğuk dönem savaşlarına kadar uzanan bir çıkmaz sokağa sokar dünya insanlığını.

Müslümanların bilmesi gereken

Kutsala saygı anlayışında Hz. Peygamber (sas)’in  şu uygulaması, saygının çok daha ötesinde bir yerde olduğunu göstermekle beraber, müntesiplerine de farklı sorumluluklar yüklemektedir. Hz. Peygamber (sas) Medine’ye ilk hicret ettiğinde Yahudilerin Muharrem ayının belli günlerinde oruç tuttuğunu görür. Sebebini sorduğunda aldığı cevap, İsrailoğullarının Hz. Musa (as) eliyle Firavun’un zulmünden kurtulduğu günün anısına tutulan kutlama orucu olduğunu öğrenir. Bunun üzerine O ümmetine, tıpkı Yahudiler gibi o günü oruç tutarak kutlamalarını emreder. Vucub ifade eden bu peygamber emri Kur’an ayeti ile Ramazan orucunun farz kılınmasına kadar devam eder. Görüldüğü gibi İslamî öğreti, dinî bir temele dayanan kutsalı kabullenmek, saygı göstermekle kalmıyor, onların kutlamalarına aynen onlar gibi katılınmasını öngörüyor.

Yerli-yabancı, Müslüman-Hristiyan, zengin-fakir, kadın-erkek, siyah-beyaz dünyanın hemen her yerinde iç içe yaşayan, evde, işte, çarşıda, pazarda farklı inanç grupları ile her gün yüz yüze gelen Müslümanlar olarak bizlerin, kısaca izaha çalıştığım bu iki hususu herkesten daha çok hatırlamaya ihtiyacımız olduğu kanaatindeyiz. Yani İslam harici dinlere saygı ve o din mensupların kutsal anlayışlarına saygı göstermek bizim dinî bir görevimizdir.

Fakat aynı türden bir anlayışı da bizim onlardan beklememiz hakkımız olsa gerek. Bu çerçevede din ve vicdan özgürlüğüne vurgu yapan evrensel insan hakları, bu hakların ihlali durumunda iç hukuk ya da devletlerarası hukukî anlaşmalarla kayıt altına alınan yaptırımlara hiç ihtiyaç duymaksızın başkasının dinini kabul ve kutsalına saygıyı hayata intikal ettirebilmeliyiz. İhtimal dünya o zaman beşerî ilişkiler açısından daha yaşanılır bir mekân haline gelecektir.

Bizlere böylesi bir anlayışı, böylesi bir imanî değeri miras olarak bıraktığı için Hz. Muhammed Mustafa (sas)’ya şükran borçluyuz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun