Zekatın toplumsal faydaları nelerdir?

Tarih: 08.01.2007 - 16:39 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

* Zekât, mülkiyette kuvvet dengesidir. Ne tamamen sâhibinin mülkiyetini giderir, ne de tamamen onun elinde bırakıp fakirlerin de onu edinmelerine mâni olur. Mülkiyeti belli ölçüler içinde fakir ile zengin arasında bölüştürür.
 
* Zekât, bir nevi sosyal güvenlik ve içtimaî sigortadır. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek; fakir, miskin, borçlu, yolda kalmış yolcu gibi zayıf insanların elinden tutmak zekâtın hedefleri arasındadır. Ferdin şahsiyetini takviye eden, iktisaden güçlendiren, maddî ve mânevî imkânlarını geliştiren herşey cem'iyeti de kuvvetlendirir.
 
* Zekât, ihtiyaç sâhibi bütün sınıflara, bu sınıfların bedenî, ruhî, ahlâkî her türlü ihtiyaçlarına şâmil bir sigortadır. Modern sosyal sigorta fikrinin ilk temeli 1941 yılında atılmıştır. İngiltere ile A.B.D. temsilcileri 1941 yılında Atlantik andlaşması için toplanmışlar, bu toplantıda ferdler için sosyal sigorta teşkilâtının kurulmasını karara bağlamışlardır. Halbuki İslâmiyet bunu zekât müessesesi ile 1400 yıl önceden vaz'etmiştir.
 
* Zekât, toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurumları, farklılaşmaları ortadan kaldırır. Sınıflar arası mesafeyi yaklaştırır ve orta sınıfın teşekkülünü sağlar. Toplumda orta halli vatandaşların artması, piyasada rahatlık meydana getirir. Mal sadece bir sınıfın inhisarında kalmaktan kurtularak fakirlerin de satın alma güçleri artar. Sırf zenginler değil, geniş bir halk kitlesi de cem'iyet içinde sıkılmadan zarurî ihtiyaçlarını te'min ederek yaşayabilme imkânına kavuşur.Malın sadece zenginler elinde dolaşan bir servet olması, âyet-i kerîmeyle yasaklanmıştır (el-Haşr, 7). Bu da zekât yoluyla te'min edilir.
 
* Zekât, paranın stok edilmesini önler, yatırıma yöneltir. Çünkü kârdan değil, ana paradan verildiği için, işletilmedikçe devamlı eksilecektir. Sâhibi de eksilmeyi önlemek için parayı yatırıma yöneltir, artırma yoluna gider.
 
* Zekât, sosyal dengeyi sağlar. Cenâb-ı Hak kulları yaratılış bakımından olduğu gibi, yaşayış ve maişet bakımından da farklı seviyede yaratmıştır. Kimi zengin, kimi fakir, kimi orta halli...  Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:
"Allah rızkı vermekte bâzınızı bâzınıza üstün kıldı." (Nahl, 16/71)
Bütün insanların aynı seviyede gelir sâhibi olmaları imkânsızdır. Çünkü toplumda mes'uliyet ve enerji sarfı bakımından birbirinden çok farklı görevler vardır. Bu görevlerin ihmalinden doğacak zararlar, cem'iyeti felce uğratır. Bütün görevlerin ücreti aynı olsa, kimse ağır ve mes'uliyetli işe tâlib olmaz, hep hafifini tercih eder. Böylece ağır ve mes'uliyetli işler ihmale uğrayarak hayat nizamı bozulur.
 
Demek ki gelir ve geçim bakımından insanların farklı olması büyük bir zarurettir. Ne var ki, bu farklılığın büyük bir uçurum meydana getirmemesi için, arada bir irtibat ve köprü lâzımdır. İşte o köprü de zekâttır.
 
* Zekât toplumun ferdlerini birbirine kenetler. Zekât sosyal bir yardımlaşma olmak hasebiyle ferdleri birbirine kenetler. Zenginde fakire karşı sevgi, şefkat, merhamet duyguları gelişir. Fakirde ise zengine karşı itâat, hürmet, işinde titizlik hisleri inkişaf eder. Kıskançlık, düşmanlık, hased duyguları törpülenir, hattâ tamamen yok olur. Ne zengin fakire zulmeder ve onu minnet altında bırakır; ne de fakirde zengine karşı zillet ve esâret, kin ve adâvet duyguları teşekkül eder. Hadîs-i şerîfte buyurulmuştur:
"Kalbler, insanı iyilik yapanı sevmeye, kötülük yapanı da sevmemeye zorlar."
* Zekât, cem'iyete kinlenip hınçlanıp toplum düşmanları ile toplum huzurunu bozucularla işbirliği yapılmasını önler. Eğer zenginler fakirlerin ihtiyaçlarını gidermezlerse, şiddetli ihtiyaç ve geçim sıkıntısı, onları Müslümanlığa düşman kimselerin cebhesine katılmaya veya hırsızlık, yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri yapmaya sevkeder.
 
* Zekât, yatırıma açılan bir kapı ve büyük bir kalkınma hamlesidir. Zekâtın hem sosyal, hem de iktisadî yönü vardır. Bu bakımdan aynı zamanda bir kalkınma hamlesidir.
 
* Zengin - fakir tezadı, cem'iyetler var olalı beri açık veya gizli bir şekilde hüküm süren bir sınıf mücadelesini doğurmuştur. Tarihteki ihtilâller ve kanlı hareketler, hep bu mücadelenin, yani "senin var, benim yok" kavgasının birer şekilde zuhurudur. İslâmiyet bu ezelî mücadeleyi yatıştırmak üzere bir taraftan zekât, sadaka ve vakıf müesseselerini kurmuş; bir taraftan da, ferdlere sabır, kanaat ve kadere rıza ahlâk ve terbiyesi vermiştir. Bu terbiye ve ahlâk ile bezenmiş mü'minler arasında, ne servet gururu, ne de fakirlik kıskançlığı görülmüştür.
 
Zekât, islâm'ın köprüsüdür. Müslümanların birbirine yardımları, ancak zekât köprüsü üzerinden geçmekle yapılır. Zira yardım vasıtası, zekâttır. İnsanların hey'et-i içtimaiyesinde intizam ve âsâyişi te'min eden köprü, zekâttır. Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilâllerden, ihtilâflardan meydana gelen felâketlerin tiryâkı, ilâcı muavenettir. Evet, zekâtın vücûbu ve ribanın hürmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır. Evet, eğer tarihî bir nazarla sahîfe-i âleme bakacak olursan ve o sahifeyi lekelendiren beşerin mesâvisine, hatâlarına dikkat edersen, hey'et-i içtimaiyede görünen ihtilâller, fesadlar ve bütün ahlâk-ı rezîlenin iki kelimeden doğduğunu görürsün: Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne." İkincisi: "Sen zahmetler içinde boğul ki, ben ni'metler ve lezzetler içinde rahat edeyim."
 
Âlem-i insaniyeti zelzelelere mâruz bırakmakla yıkılmağa yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekâttır. Nev'-i beşeri umumî felâketlere sürükleyen ve Bolşevikliğe (komünizme) sevkedip terakkiyatı, âsâyişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hürmet-i ribâdır.
 
Arkadaş! Hey'et-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havâs kısmı, avâmdan; zengin kısmı, fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı te'min eden zekât ve muavenettir. Halbuki vücûb-u zekât ile hürmet-i ribâya müracaat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-yı rahîm kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itâat, muhabbet yerine ihtilâl sadâları, hased bağırtıları, kin ve nefret vâveylaları yükselir. Kezalik; yüksek tabakadan yukarı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef, tabaka-i havâstaki meziyetler, tevâzu' ve terahhuma sebeb iken, tekebbür ve gurura bâis oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik; ihsan ve merhameti mûcib iken, esaret ve sefaleti intâc ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şâhid istersen âlem-i medeniyete bak, istediğin kadar şâhidler mevcuttur.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun