İmam Taberani ve İmam Suyuti hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 03.02.2007 - 17:18 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

TABERANİ (873-970)

Asıl ismi Süleyman olan Taberanİ hakkında çok fazla ayrıntılı bilgi yoktur; Çok sınırlı bilgiler mevcuttur. İlk eğitimi, çocukluğunda kimlerden ders aldığı, eğitim amacıyla nerelere gittiği kesin olarak bilinmemektedir. Hakkındaki bilgiler daha çok gençlik dönemi, ilmi hizmetleri ve rivayet ettiği hadislerle sınırlıdır.

Süleyman’ın 873 yılında Şam’ın Taberiyye kasabasında doğduğu nakledilmektedir. Babasının adı Ahmed’dir. Doğduğu kasabadan ayrılıp Isfahan’a yerleştiği belirtilmektedir. Ancak, memleketinden ne amaçla ayrıldığı ve Isfahan’a hangi sebeple yerleştiği hakkında fazla bilgi yoktur.

Taberanî’nin ünlü bir kişiliğe sahip olması, çok sayıda hadis rivayet etmesi ve güçlü hafızası ile şöhret bulması, iyi bir eğitim gördüğüne işaret etmektedir. İlmi dirayeti ve ulaştığı seviye aynı zamanda, dönemin büyük âlimlerinden ders aldığını da hatıra getirmektedir. Ders aldığı hocalar arasında; Ebu Züra es-Sakafî, Haşim bin Mürsed et-Taberanî, İshak ed-Debrî, İdris el-Attar, Hafs bin Ömer, Beşir bin Musa, Abdullah bin Mahmud, Ali bin Abdülaziz el-Begavî, Yahya bin Eyyüb el-Allat gibi ünlü isimler sıralanmaktadır. Bunların dışında da bazı kimselerin ilminden istifade ettiği belirtilmektedir.

Süleyman, isimleri sıralanan ünlü simalardan ders aldığı gibi, kendisinden de çok sayıda âlim istifade etmiştir. Bu vesile ile İbn Ukde, Ebu Nuaym el-Hafiz, Ebu Huleyfe el-Cemhî, Ebu Hüseyn bin Fazişah, Abdan ve daha bir çok kişi kendisinden hadis öğrenerek nakilciler arasında yer almışlardır.

Hadis toplama ve bunları öğrenmedeki hassasiyeti bilinen Süleyman; güvenilir, sağlam, hadis ilminde hüccet olarak kabul gördü. Binlerle ifade edilen hadis-i şerifi ezberine aldığı ve bunları hıfzettiği bilinmektedir. Bu hadisleri öğrenirken, sadece hadis metnini ezberlemekle kalmadı, bunları senetleri ile birlikte hıfzetme yoluna gitti. Göstermiş olduğu gayret ve özellikle hadis ilminde kat ettiği mesafeden dolayı şöhreti her tarafa yayıldı. İslâm âleminde bilinen ve tanınan alimler arasında yer aldı.

Taberanî, ilim uğruna her sıkıntıya göğüs gerdi. Maddî ve mânevî önemli sıkıntılar çekti. Yıllarca hasır üzerinde uyuduğu ve bu gayreti sonucu binlerce hadisi ezberine aldığı belirtilmektedir. İlim uğruna rahat yaşamayı terk etti. Hayatı boyunca sade bir hayat yaşadı. Hadis öğrenmek ve ilmini biraz daha arttırmak için otuz üç sene boyunca seyahatlerde bulundu.

Taberanî, Allah’ın rızasını her şeyin üzerinde tuttu. Bir taraftan ilim öğrenirken diğer taraftan insanların hidayet yolunu bulmalarına yardımcı olmaya çalıştı. Talebeleri, hakkındaki övgü dolu sözlerini eserlerine kaydettiler. Yüz yıla yakın bereketli bir ömür sürdükten sonra 970 yılında Isfahan’da vefat etti. Vefat ettikten sonra, Isfahan’da türbesi bulunan Peygamber Efendimizin (asm) sahabelerinden Hammad ed-Devrî’nin kabrinin yanına defnedildi.

Risâle-i Nur'da Taberanî’nin naklettiği bazı hadislere de yer verilmektedir. Kendisi için, “mevsuk ve sahih muhakkik”, “İmam-ı Taberanî” ifadeleri kullanılmıştır. Risâle-i Nur'da kendisinden aktarılan şu iki hadis-i şerife yer verilmektedir:

“Hazret-i Ebu Hüreyre der: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bana emretti:

‘Mescid-i şerifin suffesini mesken ittihaz eden yüzden ziyade fukara-yı muhacirîni dâvet et.’

Ben dahi onları aradım, topladım. Umumumuza bir tabla taam konuldu. Biz istediğimiz kadar yedik, kalktık. O kâse konulduğu vakit nasıl idi; yine öyle dolu kaldı. Yalnız parmakların izi taamda görünüyordu.' ” (Mektubat, s.116).

“İmam-ı Taberanî ve Ebu Nuaym, Delâil-i Nübüvvet’te, Numan ibni Beşir’den haber veriyorlar ki:

Zeyd ibni Hârice, çarşı içinde birden düşüp vefat etti. Eve getirdik. Akşam ve yatsı arasında, etrafında kadınlar ağlarken, birden; ‘Ensıtu. Ensıtû. (Susunuz. Susunuz.)’ dedi. Sonra, fasih bir lisanla; ‘Muhammedün Resulullah; esselâmü aleyke yâ Resulallah.’ diyerek bir miktar konuştu. Sonra baktık ki, cansız, vefat etmiş.” (Mektubat, s.156).

Taberanî’nin naklettiği hadislerden bazı örnekler:

“Müslümanlar arasında sevgi ve dostluk, atadan evlâda miras kalır.”,

“Kişinin parmakla gösterilir olması, kötülük olarak ona yeter.”,

“Allah İslâm Dini için kolaylıktan hoşlanmış; güçlüğü ise çirkin görmüştür.”,

“Her takva sahibi, Muhammed’in (üzerine rahmet ve selâm olsun) ehl-i beytindendir.”,

“Kişi, hanımının ve çocuklarının rızkını karşılamak için çalışmaya çıkarsa, Allah yolundadır. Yaşlı anne ve babasının bakımını sağlamak için yola çıkarsa, Allah yolundadır. Nefsini harama karşı korumak niyetiyle çalışmaya çıkarsa, Allah yolundadır. Eğer insanlara gösteriş ve başkalarına öğünmek için yola çıkarsa, Allah yolunda değil, şeytanın yönlendirdiği yoldadır.”

CELALEDDİN SUYUTİ (1445-1505)

İslam alimlerinin büyüklerindendir. Risâle-i Nur'da kendisinden, "uyanık iken, çok defa peygamber sohbetine mazhar olan" (Sözler, s. 451), ve "Sahih Hadislerin elmaslarını, diğer sözlerden ve mevzuattan ayrıştıran" (Mektubat, s. 114) şeklinde sözedilir. Asıl adı Abdurrahman'dır. Celaleddin lakabı babası tarafından kendisine verildi. Künyesi, Celaleddin Ebü'l-Fazl Abdurrahman bin Kemaleddin Ebi Bekr bin Muhammed el-Huzayri es-Süyutî el-Şafii şeklindedir.

Abdurrahman, 1445 yılında Mısır'ın Esyut şehrinde doğdu. "Süyutî" lakabının sebebi doğduğu bu yerden kaynaklanmaktadır. Babası Kemaleddin Ebi Bekr, Şafii mezhebi fıkıh alimlerindendir; ayrıca başka ilimlerde de önemli bir yeri vardır. Abdurrahman, henüz altı yaşında iken babası vefat etti. Babasının sadık dostlarından Kadı İzzeddin Ahmed bin İbrahim Kinani himayesinde yetişti. Bu hocası tarafından kendisine Ebü'l-Fazl künyesi verildi.

Abdurrahman, çok sayıda eser okudu. Genç yaşta tefsir, hadis, fıkıh, nahv, meani, beyan, bedi, lügat ve daha bir çok dalda ihtisas sahibi oldu. İlk eserini on yedi yaşında yazdı. Hadis ve Arapça ilimler alanında zamanın önemli alimlerinden kabul edilen Takiyüddin Şibli el-Hanefi'den dört yıl boyunca ders aldı. Yine allamelerden Muhyiddin Kafiyeci'nin yanında on dört yıl kaldı. Hocasından, tefsir, usul, Arapça, meani ve diğer alanlarda dersler alarak icazet (diploma) aldı.

Kısa zamanda şöhret sahibi oldu. Derslerini takib eden talebelerinin yanında bazı müderrisler de iştirak etti. Özellikle hadis konusunda uzmanlaştı ve bu alanda verdiği fetvalar büyük kabul gördü. Kuvvetli hafızaya sahip olması, eserleri çok kısa sürede okuyup içeriklerine hakim olması, sorulan her soruya cevap vermesine imkan sağladı. Hatta bir eserle ilgili olarak sorulan soruya, kaçıncı sayfa ve satırda olduğunu bilecek ve gösterecek şekilde bir nimete mazhar oldu. İki yüz bin hadis ezberledi.

Genç yaşta Şam, Hicaz, Yemen, Hindistan ve Sudan'ı gezdi. Hac farizası için gittiği Mekke'de bir süre kaldı. Bunların dışında Dimyat, Feyyun ve İskenderiye gibi Mısır'ın bazı bölgelerini de dolaştı.

Hadis alanında önemli bir birikime sahip olduktan sonra ders vermeye başladı. Hocalığının yanında bir çok eser de yazdı. Ömrünün sonuna kadar eser yazmaya devam etti. Bu maksatla Nil Nehri adacıklarından biri olan Er-Ravza'daki evinde adeta inziva hayatı yaşayarak eser yazdı. Eserlerine kaydedeceği Hadis-i Şerifleri mana aleminde Peygamber Efendimizin (asm) tasdikine sunduktan sonra yazdı.

Süyutî'nin hadis ilmindeki vukufiyetine ve ehil kişiliğine Risâle-i Nur'da da işaret edilmektedir. Bediüzzaman, Mucizat-ı Ahmediye Risâlesi'nde hadislerin nasıl bir süzgeçten geçtiğini, İslam alimlerinin ne kadar hassas davrandıklarını ve başta mezhep imamları olmak üzere asırlar boyunca bu alanda yapılan titiz çalışmayı örnekleriyle aktarmaktadır. Bu bağlamda,

"... keşif ehlinin tasdikiyle, yetmiş defa Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın görünüp, yakaza halinde (uyku ile uyanıklık arası) onun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, sahih hadislerin elmaslarını, diğer sözlerden ve mevzuattan ayrıştırdılar..."

"İşte, bahsedeceğimiz hadiseler, mucizeler, böyle elden ele -kuvvetli, emin, müteaddit ve çok, belki hadsiz ellerden- sağlam olarak bize gelmiş." (Mektubat, s. 114)

demektedir. Bu ifadelerle, Süyutî'nin hadis konusunda yapmış olduğu tebrike şayan çalışmasına işaret edilmektedir.

Süyutî, tasavvuf alanında da önemli bir yere sahiptir. Büyük velilerin sahabelere yetişememesinin izahı yapılırken, Risâle-i Nur'da kendisinin adı da geçmektedir:

"Peygamber sohbeti öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûka karşılık hakikatin nurlarına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibağ (boyanış) ve inikâs (yansıma) vardır. Mâlûmdur ki, in'ikâs ve tebâiyetle (tabi olmakla), o nur-u âzam-ı nübüvvetle beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki, bir sultanın hizmetkârı ve onun tebâiyeti ile, öyle bir mevkie çıkar ki, bir şah çıkamaz."

"İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyorlar. Hattâ Celaleddin-i Süyutî gibi, uyanık iken çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan veliler, Resul-i Ekrem (asm) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünki Sahabelerin sohbeti, Nübüvvet-i Ahmediye (asm) nuruyla, yani Nebi olarak onunla sohbet ediyorlar. Evliyalar ise, vefat-ı Nebevîden sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı görmeleri, velayet-i Ahmediye (asm) nuruyla sohbettir. Demek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın onların nazarlarına temessül ve tezahür etmesi, velayet-i Ahmediye (asm) cihetindedir; nübüvvet itibariyle değil. Madem öyledir; nübüvvet derecesi, velayet derecesinden ne kadar yüksek ise, o iki sohbet de o derece tefavüt etmek lâzım gelir.ğeri yok”  (Sözler, s. 451)

Süyutî'nin isminin zikredildiği konulardan birisi de, eskiden kahinlik adı verilen ve günümüzde medyumluk olarak devam eden, insanlara çok büyük zararlar verebilen meslekle ilgilidir. Bu meslek felsefe kökenli, olup iman ehline büyük zarar verebilmekte suistimallere uğramaktadır. Bu konudaki bir doğruya on yanlış ifade katılmakta ve doğru-yanlış birbirinden ayırt edilememektedir. Bir ölçü olmadığından ötürü kötü ruhlu ve şeytanlara yardım eden cinniler, bu işle meşgul olanların kalbine ve İslamiyet'e zarar verebilmektedir. Çünkü, maneviyat adına İslam hakikatleri ve genel kurallara aykırı haberler verilmekte, kötü ruhlar kendilerini iyi ruh olarak lanse etmektedirler. Dolayısıyla kendilerini büyük veli zanneden kimseler, İslam esaslarına aykırı sözler sarf edip gerçekleri değiştirmek suretiyle bazı safdilleri kandırabilmektedirler:

"Evet, dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen 'ruh çağırma' da hem hakikate aykırı, hem edebe aykırı bir harekettir. Çünkü a'lâ-yı illiyyînde (cennetin en yüce yeri) ve kutsal makamlarda olanları, aşağıların aşağısı hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Âdetâ bir padişahı kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edep ve hürmet ve istifade odur ki, Celâleddin-i Süyûtî, Celâleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbânî gibi zatların seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek o kudsî zatlara yanaşmak ve istifade etmektir." (Emirdağ Lahikası, s.379-380)

Süyutî, ilmi kariyerinin yanında örnek ahlakı ile de herkesin sevgisini kazandı. Kimseden ihsan ve hediye talep etmediği gibi kabul de etmedi. Çok büyük geçim sıkıntısı çektiği zaman, çok zengin olan kütüphanesinden bazı kitapları satma pahasına da olsa hediye kabul etmemeyi tercih etti. 1505 yılında Mısır'da vefat ederek Hakk'ın rahmetine kavuştu. Türbesi, Kahire'de Babü'l-Karafe civarındadır.

Eserleri:

Celaleddin Süyutî, muhtelif ilim dallarında altı yüze yakın eser yazdı. Eserlerinin önemli bir kısmının derleme olması ve değişik kaynaklardan aldıklarını aktarması, çalışmalarına bir eksiklik getirmediği gibi, bazı konuların günümüze kadar ulaştırılıp insanların istifadesine sunulmasında önemli katkısı oldu. Hemen her konuda eser yazdı. Eserlerini; Kur'anî ilimler, hadis, fıkıh, dil ve edebiyat, usul beyan ve tasavvuf, muhtelif meseleler olmak üzere altı sınıfa ayırdı.

Tercümanü'l-Kur'an fi-tefsirü'l-müsned, Kitabü'l-Dürre'l-Mansur, Lübabü'l-nukul fi ashabü'l-nüzul kaleme aldığı tefsir kitaplarındandır. Yeni Asya Neşriyatı tarafından da (muhtasarı, tercüme ve şerhi ) yayınlanan Camiü's-Sağîr adlı hadis külliyatı İslami eserler arasında ehemmiyetini asırlarca korumuş ve korumaya devam etmektedir. Özellikle Osmanlı uleması bu esere büyük alaka göstermiştir. El-Müzhir fi ulumü'l-lüga adlı eseri, dil bilgisi ve lügat çalışması ile ilgili alanlar için zengin muhteviyatlı ve ansiklopedik bir eserdir.

Süyutî, bunların dışında tarih, ahlak, tıp ve daha bir çok alanda önemli eserler vücuda getirerek büyük bir miras bırakmıştır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun