İnsanlara dünyada verilen nimetlerin farklı olması, adalet açısından nasıl değerlendirilir?

Tarih: 22.02.2007 - 08:50 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bir şirket çalışanlarından onlara verdiği para kadar iş bekleyebilir; az para verdiği az iş, çok para verdiği çok iş yapar. Şirket de buna göre çalışanlardan iş bekler. Zaten bunun aksi çalışanlara haksızlık olur.
- Fakat Allah insanlara aynı şeyleri vermediği halde aynı şeyleri istiyor. Mesela, kimisine dört kadın vermiş, kimisine ya hiç vermemiş ya da çirkin kadın vermiş; ama ikisine de zina yasak diyor.
- Sen birine istediğini vermişsin, ama diğerine vermemişsin. Vermediğinden istemek haksızlık değil mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah mülk sahibidir; mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Kimse Ona karışamaz ve Onun îcâdına müdâhale edemez. Senin vücudunun zerrelerini yaratan, tüm sistemini düzenleyip insanî kimlik bahşeden Allah'tır (c.c). Sen bunları sana lûtfeden Allah'a daha evvel bir şey vermemişsin ki, Onun karşısında bir hak iddia edebilesin..

Eğer sen, sana verilenler karşılığında Allah'a bir şey vermiş olsaydın, "Bir göz değil iki göz ver, bir el değil iki el ver!" gibi iddialarda bulunmaya; "Niye iki tane değil de bir ayak verdin?" diye itiraz etmeye belki hakkın olurdu. Halbuki sen Allah'a (c.c) bir şey vermemişsin ki -hâşâ- O' na adaletsizlik iddiasında bulunasın. Haksızlık, ödenmeyen bir haktan gelir. Senin O' na karşı ne hakkın var ki yerine getirilmedi de sana karşı haksızlık edildi!..

Allah Teâlâ Hazretleri seni yokluktan çıkarıp var etmiş: hem de insan olarak... Dikkat etsen; senin altında birçok mahlûkat var ki, pekâlâ onlara bakıp ne kadar fazla nimetlere mazhar olduğunu düşünebilirsin.

Cenâb-ı Allah, bazen insanın ayağını alır; onun karşılığında ahirette pek çok şey verir. Ayağını almakla o kimseye aciz bir mahluk olduğunu, zayıflığını, ve ihtiyacının ne kadar fazla olduğunu hissettirir. Kalbini kendisine çevirtip, o insanın duygularını geliştirirse, çok az bir şey almakla, pek çok şeyler vermiş olur. Demek ki görünüşte olmasa bile, hakikatte bu ona, Allah'ın lûtfunun ifâdesidir. Tıpkı şehit edip cenneti vermesi gibi... Bir insan, savaş esnasında şehit olur. Bu şehit olmakla haşirde kurulacak büyük mahkemede ve Allah'ın huzurunda, sıddîklerın, sâlihlerin gıpta edeceği bir makama yükselir. Onu gören başkaları "Keşke Allah bize de harp meydanında şehâdet nasip etseydi!" derler. Bundan dolayı, böyle bir insan parça parça da olsa çok şey kaybetmiş sayılmaz. Belki aldığı şey ona nispeten çok daha büyüktür.

Çok nâdir olarak, bazı kimseler, bu mevzûda küskünlük, kırgınlık, kötümserlik ve aşağılık duygusu ile sapsalar bile, pek çok kimselerde bu gibi eksiklikler, daha fazla, Allah'a yönelmeye vesile olmuştur. Bu itibarla zararlı böcekler gibi bir kısım kimselerin, bu meseledeki kayıplarının yayılmaya çalışılması yerinde bir davranış değildir. Bu konuda esas olan, ebedi hayata aday olan ruhlarında o âleme âit arzuları uyarmaktır. Bu ârızalıda, ârızaların itmesiyle Hakka yönelmesi; başkalarında da ondan ibret alarak kanatlanmaları şeklinde kendini gösteriyorsa, maksada uygun ve hikmetlidir.

"Her işte hikmeti vardır, Abes fiil işlemez Allah..." (Erzurumlu İ. Hakkı Hazretleri)

Bu soruyu soran bazı kimseler adaletle eşitliği karıştırırlar. Bu kâinattaki her varlıkta ve her olayda eşitlik değil adalet hakimdir. İnsan yüzüne bu nazarla baktığımızda gözle kulağın, burunla ağzın eşit olmadığını, ama her birinde tam bir adaletin hükmettiğini görürüz.

Her insanın hayatı müstakil bir eserdir ve dünya kurulalı beri, bu eser ilk ve son olarak yazılmıştır. Hâl böyle olunca, insanların her birini içinde bulunduğu bütün şartlarla birlikte düşünmek, başından geçen farklı hâdiselerle ve imtihan edildiği değişik olaylarla beraber nazara almak gerekiyor. Bir insan hakkında vereceğimiz hüküm diğerine ölçü olmuyor. Birisini yükselten aynı hâdise, berikini alçaltabiliyor. Birinin hakkında hayırlı olan, diğeri için şer olabiliyor. Birinin nefret ettiğine bir başkası can atabiliyor. Herkes kendi şartları içinde bir imtihana tâbi tutuluyor. Önemli olan bu şartların farklılığı değil, bu imtihandan başarıyla çıkmaktır.

Bazı dünya nimetlerinden faydalanma noktasında, insanlar arasında birtakım farklılıklar görülüyor. İnsanoğlu, böylece, kadere teslim ve kısmete rıza hususunda da ayrı bir imtihan geçiriyor. Bu imtihanı kazanan fakirler çok olduğu gibi, kaybeden zenginler de az değildir. Çünkü, kısmetine razı olmayan insan, ne kadar varlıklı olursa olsun, daha fazlasına göz dikerek kadere isyan yolunu tutabilir. Yine, dünya payından az hisse alan nice fakirler de kendilerinden daha düşkün insanları düşünerek şükür yolunu tutabilirler.

Hâdiseleri güzel yorumlama hissini kaybetmişsek, her şeye menfi nazarla bakıyorsak, ruhumuzda kıskançlık, hırs, haset hâkim olmuşsa, kanaat nedir bilmiyorsak dünya hayatımızı kendi elimizle harap ediyoruz demektir. Artık ne başkalarıyla kavga edelim, ne de kadere itirazda bulunalım. Dünyanın en ileri makamları da bize verilse, en büyük servetlerin de sahibi olsak, bu ruh ve bu ahlâk bizde oldukça saadeti yakalamamız mümkün değildir...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun