Ayetlerde geçen, "insan nankördür"(Adiyat, 100/6), "zalimdir"(İbrahim, 14/34), "Kaçış nereye?" (Kıyame, 75/10), "çok zâlim ve çok câhildir"(Ahzab, 33/72), "acelecidir"(İsra, 17/11), "cimridir" (Mearic, 70/19), Buradaki "insan"dan kasıt kimdir?

Tarih: 28.04.2011 - 12:54 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu ayetlerde yer alan “el-insan” kavramı, belli bir şahıstan çok genel olarak insan nevini/türünü gösterir. Prensip olarak ilgili ayetlerde söz konusu edilen özellikler insanın yapısında vardır. İmtihanın gereği olarak verilen ve özgür iradeyle frenlenmesi istenen bu özellikler, imtihanı kazanmak veya kaybetmekle yakından ilgilidir. Bunları frenleyen kimse başarılı, frenlemeyip uygulamaya koyan kimse ise başarısız sayılır.

Gerçek başarısız olanlar kâfirler olduğu için, bu gibi ifadeler özellikle onlara bakar, fakat diğer insanların da dikkat etmeleri için uyarıda bulunur.

Adiyat suresi 6. ayetinde geçen “kenud” kavramı nankörlük manasına gelir. Hasan-ı Basrî Hazretleri ilgili ayeti “Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür.” şeklinde anlamış ve bunu şu sözlerle açıklamıştır:

“İnsan öyle bir nankördür ki, başına gelen bir musibetten ötürü Rabbinin bütün nimetlerini unutuyor.”(bk. Taberî, ilgili ayetin tefsiri).

Ebu Ümame’den nakledildiğine göre, Peygamberimiz de bu ayeti şöyle tefsir etmiştir:

“Kenud (öyle bir cimridir ki), yemeğini tek başına yemeyi tercih eder; (öyle bir zalim/gaddardır ki), kölesini döver; (ve öyle şefkatsiz, merhametsizdir biridir ki), sıla-i rahim yapmaz, kimseye iyilik etmez.”(bk. age.).

Bu hadiste nankörlüğün bazı yönleri ön plana çıkartılmış ve insanlar irşat edilmiştir.

”Gerçekten insan çok zalim ve pek nankördür.”(İbrahim, 14/34)

mealindeki ayette de insanların zulüm ve nankörlük damarına işaret edilmiştir. İnsanların bu fıtrî özelliklerine vurgu yapılarak, buna karşı uyanık olmaları hususunda uyarılmışlardır. Diğer ayetleri de bunlara kıyas edebiliriz.

Yukarıda da arz edildiği üzere, soruda yer alan ayetlerin hepsinde genel olarak insan nevi/türü kastedilmiştir. Ancak Kur’an’da prensip olarak iman-küfür muvazenesi yapılır. Mümin fasık kimselerden çok az söz edilir. Bu sebeple, güzel vasıflar, mükemmel müminler için, kötü vasıflar tamamen kâfir olan kimseler için söz konusudur. Kötü akıbetten, kötü huylardan söz eden bu gibi ayetlerde de ilk muhatap kâfirlerdir. Yani asıl nankör, zalim, cahil, kıyamet günü bir kaçış yolunu aramak zorunda kalan, aceleci(acele, peşin olan dünya lezzetlerini tercih eden), cimri(ahiret mükâfatına inanmadığı için zekatını ve diğer sadakları vermeyen..) olanlar kâfirdir. Bu vasıflar onlara yakışıyor. Eğer mümin de bu gibi çirkin hallere düşerse, bu da küfür veya nifaktan bazı vasıfları barındırmış olur.

Bilindiği üzere, bir kâfir hayatı boyunca kâfirlik vasfı olan çirkin huylar göstermediği gibi, bir mümin de her zaman imanın gereği olan bütün güzel vasıfları yansıtmaz. Nitekim, bazen kâfir doğruyu, mümin yalanı konuşabiliyor. Halbuki ne kadar güzel vasıflar varsa hepsi imanın bir gereği, ne kadar çirkin vasıflar varsa hepsi de küfrün bir mahsulüdür. İşte Kur’an’da küfre mahsus olan kötü vasıflar eleştirilirken, kâfirler tehdit ediliyor, müminler de irşat ediliyor.

Özetle, imtihan gereği, insanda iyi huylar yanında kötü huylar da vardır. İman insanı -fıtratında bulunan- kötü huyların karanlığından çıkarıp güzel ahlak nuruna kavuşturur. Küfür ise, insanı -fıtratında var olan- güzel huyların aydınlığından uzaklaştırıp, kötü huyların karanlığında boğar.

Ayetlerde bu muvazenelerin yapılmasına imkân sağlamıştır...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun