Deniyor ki, "Bir kişinin hakikatlere gönlünün açık olup olmadığı, 'BİR'in içindeki hakikat nedir?' sorusunun cevabını bilmekten geçer." Bu konuda açıklama yapar mısınız?

Tarih: 31.05.2011 - 10:24 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bundan tam olarak neyin kasdedildiğini, ancak bu sözü söyleyen kişiye sorarak öğrenebiliriz.

Bununla beraber, "BİR´in içindeki hakikat nedir?" sorusunda geçen "BİR" ile kasdedilenin "Tevhid" olduğunu dikkate alarak bir cevap vermek mümkündür.

Tevhid, Allah’ın tek olduğunu ifade eder. Tevhid-i ulûhiyet ve tevhid-i rububiyet gibi kısımları vardır.

Tevhid-i rububiyet, her şeyi ancak Allah’ın terbiye ettiğine inanmak, O’nu Rabbü’l-âlemîn olarak tanımaktır.

Tevhid-i ulûhiyet ise “Cenâb-ı Hakk’ı bir bilmek, O’nu her türlü şerikten tenzih etmek; ibadetin ancak O’na yapılacağına inanmak” demektir. Zaten, tevhid denilince akla hemen gelen de budur. “Lâ ilâhe illâllah” kelâmı, bu tevhidi ifade eder.

Kelime-i Tevhid'de, Allah’ın bütün isimleri ve sıfatları birlikte düşünülür. Yani, “Lâ ilahe illallah” denildiğinde, “Allah’tan başka hak Mabud yoktur.” mânâsı yanında, “O’ndan başka Hâlık, Mâlik, Rezzak, Şafi,.. yoktur.” mânâları da hatıra gelir.

"Allah" lafzı, bütün İlâhî isimlere delâlet ettiği için, Kelime-i Tevhidde bütün esma tecellileri toplanır ve bu isimlerin tek sahibi olan Allah’tan bilinir. Çünkü, Allah ismi zikredildiğinde, bütün kemal sıfatlar ve bütün güzel isimler de birlikte yâd edilmiş olur; Allah “Kadir’dir, Rahman’dır, Rahim’dir, Rezzak’tır, Hakim’dir.” gibi.

İşte Allah isminin ifade ettiği bütün mânâları düşünmek, insanı tevhid-i rububiyete götürür. Yâni, her şeyi kademeli olarak terbiye edip bir kemal noktasına erdiren, onu faydalı bir varlık hâline getiren ancak Allah’tır. Bu terbiye fiili, bu rububiyet, bütün İlâhî sıfatlarla ve bütün mukaddes fiillerle icra edilmekte ve üzerinde İlâhî isimlerin okunduğu bir eser ortaya çıkmaktadır. İşte Allah, bu eserin hem Rabbi hem Hâlık’ı hem Malik’i hem Rezzak’ı hem Musavvir’idir...

Bir varlığı mesela, bir insanı kim yaratıyorsa, ona hayat veren, suret veren, onu rızıklandıran da O’dur. Bu fiilleri birbirinden ayrı düşünmek ve ayrı zatlara isnat etmek aklen imkânsızdır. Bütün bu fiiller aynı İlâhî sıfatlarla, yâni aynı ilimle, aynı kudretle, aynı iradeyle icra edilirler. Bilen başka, dileyen başka değildir; keza, gören başka, kudretiyle yapan başka olamaz.

Bu bilgi sayesinde insan bu organların tümünü Allah’ın yarattığını ve yine tümünü bir tek ruhun emrine Allah’ın verdiğini düşünür. Bu insanı kimse şirke düşüremez, yani ayakları yapan başkası, elleri yapan, gözleri yapan başkasıdır, gibi bir şirke düşmez. Çünkü o bütün bu organları tevhid edilerek bir tek beden hâline geldiklerini bilir. Bu organları ayrı ve müstakil birer varlık gibi düşünmez.

İnsan kâinatın meyvesidir. Kâinat da bütün yıldızları, galaksileri sistemleriyle bir tam şeydir. Bütün bu varlıklar tevhid ile bir tek şey olmuşlardır. Havayı yapan başka, suyu yapan başka, güneşi, ayı, yıldızları yapan başkası olamaz. Bunu bilmek, düşünmek, tefekkür etmek insanın yaratılışına konulan bir kabiliyettir. Bu kabiliyetin yerinde kullanmak en ehemmiyetli, en tatlı, en yüksek bir vazifedir.

Kısaca özetlemek gerekirse:

- Allah'a İman eden kimse; “Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz. Öyleyse nihâyet derecede muntazam olan şu memleket de hâkimsiz olamaz.” der. Ve devam eder, “Allah vardır. Yer, gök ve içinde ne varsa O’nundur. Ben de O’nunum.” Bu ifadelerle artık, kul ile Rabbi arasında bir bağlılık oluşmuştur.

- Amenna/iman ettik diyorsa dillerimiz, her şeyde O’nu görmeli gözlerimiz. O’nu okuyunca gözlerimiz, teslimiyete bürünecektir kalplerimiz. Teslimiyetimiz varsa O’na, dünya yükümüz hafiftir artık. Ve tevekkül varsa O mutlaka bizimledir. Yerlerin ve göklerin ilahı olan Allah’ın (c.c) yanında olduğu kişi ise dünyadan ebede kadar âsûde bahar ülkesindedir.

Demek ki, "Tevhit inancı", bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah’ın bir tek ilah olduğuna, onun ne zatında, ne fiillerinde, hiçbir ortağı olmadığına iman etmek anlamına gelir.

Tevhit inancının sağlam bir zemine oturtulması, tevhit anlayışının değişik yönlerden doğru algılanmasına bağlıdır. Aksi takdirde, “Allah’ın zatında şeriki yok.” deyip de ibadete layık tek hak mabut olduğunu ifade eden ilahlığında veya fiilî icraatlarında, bu tevhidi zedeleyecek düşünce ve eylemelere girmek, hakikî tevhit anlayışıyla bağdaşmaz.

İlave bilgi için tıklayınız: 

TEVHİD...

Tevhit inancı neyi ifade eder ve kaç kısma ayrılır?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun