Fizikçi Stephen Hawking ve her şeyi açıklayan M teorisi...

Tarih: 13.06.2011 - 08:44 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Fizikçi Stephen Hawking, her şeyi açıklayan M teorisine göre,
 "Kütle çekimi ve kuantum teorileri, evreni ilahi bir güce ihtiyaç olmadan yarattı." diyor.
- Bu kâinatın yaratılması için bir yaratıcıya ihtiyaç yok mudur?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Soru: “2009-da Fizikçi Stephen Hawking'in "Her şeyi açıklayan M teorisi" diye bir kitabı çıktı. Bu kitapta "Kütle çekimi ve kuantum teorileri, evreni, ilahi bir güce ihtiyaç olmadan yarattı." diyor. Ve bizim evrenimizin düzenli olmasının sebebini, evrenler yaranırken başka sonsuz sayıda evrenler yaranırken tesadüfen düzenli olduğunu söylüyor. Yani evrendeki düzen için bir yaratıcıya gerek yok diyor. Bu kitaplar birçok fizikçinin imanına ve bana kötü etki yaptı. Bu konuda çok geniş bilgilendirmenizi rica ederiz.”

Cevap: Bir eser varsa mutlaka bir ustası olacaktır. Bu eser ister sanatlı olsun, isterse sanatsız ve düzensiz olsun. Bir iğnenin ustasız ve bir harfin bile kâtipsiz olmayacağını herkes kabul eder. Hiç mümkün müdür ki, şu koca kâinat sahipsiz ve ustasız olsun.

Bir konuda esas söz sahibi, o konunun uzmanı olan kişidir. Bir  hastalık hakkında inşaat mühendisinin değil, tabibin raporu esastır. Bir binanın sağlamlığı hakkında da doktorun değil, inşaat mühendisinin sözü geçerlidir.  Dolayısıyla Hawking, yaratıcıyı tanıma ve tanıtma konusunda uzman değildir. Orada onun sözünün hiçbir değeri yoktur. Orada söz sahibi, Allah’ın elçisi ve sözcüsü olan peygamberlerdir. Yüz yirmi bin peygamberin hepsi de “Kâinat Allah’ın eseridir, atomdan galaksilere kadar her şeyi O yaratmıştır.” diyorlar. Hawking gibi, -ilmini Allah’ı inkâr üzerine temellendiren-leri yüz defa dinleyenlerin, hiç olmazsa bir defa da bu peygamberlerin ve onların yolundan giden ve aynı hakikatleri ifade eden milyonlarca evliya ve asfiyanın sözünü dinlemeleri gerekir. Bir defa bile olsa bu hak ve hakikat yolunun yolcuları dinlense, Hawking gibi ilmini Allah’ı inkâr yolunda kullanan binlercesini sözleri onun imanına ve itikadını zerre miktar şüphe ve tereddüt vermeyecektir.

“Biz peygamberi değil, bilim adamlarının sözlerini dinlemek istiyoruz.” diyenlere de bu konu ile ilgili aşağıdaki bilimsel bir değerlendirmeyi veriyorum.

Bu makalede görülecektir ki, kuantum mekaniği, bir yaratıcıyı, melek ve ruhaniyeti tamamen bilimsel açıdan ispat etmektedir.

(Prof. Dr. Adem TATLI)

BİLİMDEKİ YENİ GELİŞMELER, TEK BOYUTLU FİZİKÎ DÜŞÜNMENİN YETERLİ OLMADIĞINI GÖSTERİYOR

Maddenin temeli ve birimleri diye bildiğimiz atomun “kuantum” dünyası, aslında metafizik bir yapı ve özellikler sergilemektedir. “Takyonlar Teorisi” ışıktan öte kâinatı ve varlıkları bilimin gündemine sokmuştur. “Takyonlar” bitmeyen, azalmayan bir tür enerji varlığını temsil etmektedir(1). “Paralel Evrenler Teorisi”, perdenin arkasında yeni evrenlerin ve boyutların bulunduğu anlatmaya çalışmaktadır(2).

Türlü türlü ince teknolojilerle evreni inceleyen fizik ve tabiat bilimleri, Kur'an’ın ortaya koyduğu farklı evren boyutlarını,  melek ve ruh gibi fizik ötesi varlıkları daha iyi kavrama imkânı sunmaktadır. Bu gelişmeler ışığında,  kelimelerin yetersiz, anlamların derinliksiz, isimlerin belirsiz hale geldiği “İlâhi” âlemlerin, fizik ötesi evrenlerin çok da uzağımızda olmadığını, onlarla iç içe yaşadığımızı daha iyi fark etmekteyiz.

Evrenin sadece görünen “kabuk” kısmına, yani maddenin “fiziki” özellikleri üzerine bina edilen “bilimsel anlayış”, XIX. yüzyılın sonunda tıkanmış ve bilim dünyasında artık her şey keşfedilmiş ve geriye ayrıntılar kalmıştır düşüncesi hâkim olmuştu. Gerçekten de Fizik ilmi açısından ele aldığımızda Newton Mekaniği varlığın sadece bir boyutu idi. Ne var ki, XX. yüzyılın ilk yarısında geliştirilen özel ve genel izafiyet nazariyeleri ile yeni yeni “dünyalar” karşımıza çıkmıştır. 

Bu buluşlar, “madde”, “uzay ve zaman” anlayışlarımızda ve bakış açımızda önemli değişikliklere yol açtı. Çünkü yeni nazariyelere göre; hareket eden saatler yavaşlayabiliyor, cetvellerin boyları kısalıyor, cisimlerin kütleleri, hızları artabiliyordu. “Sonsuz uzaylar”, fizik ötesi mekân ve dünyalar gündeme geldi. Bu buluşlarla; fizik bilimi, felsefe ve din alanlarında sınav vermeye başladı. 

Bu son elli altmış yıl içinde, en önemli ve devrim niteliğindeki buluşlar olan Kuantum Mekaniği, Hologram, Moleküler Biyoloji ve Nanoteknoloji, evrendeki fıtri düzenin, yaratılışın ve gerçekliğin ne olduğunu daha iyi anlama fırsatı sunmaktadır. Kuantum, sadece fizik bilimine değil, birçok sanat akımına, sosyolojik teoriye ve değişik alanlara ilham kaynağı olmaktadır.

Kuantum bilimi, klasik fizikle kendimize ördüğümüz kafesin dışına bakma imkânı vermektedir. Evrenin parçalanamaz bütünlüğü ve her şeyin her şeyle bağlılığı, yani evrendeki birlik, bilimcilerin en çok dikkatlerini çeken konuların başında gelir. Büyük Birleştirme Teorisi(3) ve tüm varlığın onda birleştiği kabul edilen sicim(4) denen varlığını en küçük parçasının ispatı bilimcilerin en büyük çabalarından birisidir. Her şeyin her şeyle bağlılığı ve her şeyin tek şey halinde birleşmesi ve “birlenmesi”, Kur'an’ın en büyük gayesi ve hakikati olan “tevhidi” yani Yaratıcının tekliği gerçeğini en büyük bir fizik ve bilim gerçeği olarak karşımıza çıkarmıştır.

"Kuantum" ve “Hologram” teorileri ile bütüncül ve manevi bir kâinat modeli gittikçe güçlenmektedir. İçinde hayatiyet ve ruhsallık olan  şuurlu bir evren anlayışı zihinlerde yer etmektedir. Kuantumla ilgili keşifler genişledikçe farklı bir dünyanın eşiğinde bulunduğumuz daha iyi anlaşılmaktadır. Örneğin atom taneciklerinin yer aldığı dünyanın  “gözlemciyle” şekillendiğinin anlaşılması cazip bir manzara ortaya koymakta ve “insan şuurunu” evrenin merkezine yerleştirmektedir. Zerrelerin dünyasında gözlemci ile gözlenenin net ayrımının yapılmadığı, gözlemcinin olayı belirleyen taraf olduğu gerçeği, insan düşünce ve şuurunu en üst makama çıkarmaktadır.

Takyonlar Fizik Ötesi Dünyanın Yapıtaşları mı?

Varlığı geniş tartışmalara yol açan sanal parçacıklar, bazı laboratuar deneyleri ile kendisini göstermektedir. Garip karakterli ve soyut karakterli bu parçacığa Latince hayalet anlamındaki “Takyon” (tachyons) ismi verildi. Konuyu bu defa matematiksel açıdan irdeleyen uzmanlar, Einstein’in denklemlerini kullanarak çok garip bir çözüme ulaştılar.  Bu çözümlere göre nesne ışıktan hızlı hareket ederse; kütle, uzunluk, enerji hatta zaman gibi fizikî kemiyetler mücerret (hayalî, sanal) mahiyete bürünmektedir.

Mücerret (soyut) Kütlenin Anlamı Ne Olabilir?

Bilaniuk ve Geinberg gibi bilim adamlarının büyük katkısıyla olgunlaşan “Takyonlar Teorisi”ne göre, ışıktan hızlı, kütlesi sıfırdan küçük, uzunluğu ve boyutları eksi, yani mücerret ne varsa hepsi takyon türünde mütalaa edilebilir.  Buna göre sanal kütle  ışıktan hızlı, kütlesi, uzunluğu ve boyutları eksi, yani sıfırdan küçük (sanal) ne varsa hepsi takyon türüne dahil edilebilir. Mesela duygularımız, hayal, hafıza, düşünce, şuur, sevgi, korku, heyecan, duyma, görme, tat alma  gibi hislerimiz... Bunlar örneğin göz kulak, beyin, kalp ve dil gibi maddi organlarımızından  farklıdırlar.

“Takyon” denilen, madde ötesi özelliklere ve ışık hızından binlerce milyonlarca defa yüksek hızlara sahip bir parçacığın, elbette ki günlük hayatımızda, elimizin altında bulunması beklenemez. Bu parçacıkların özellikleri, bu evrenimizin fizikî ve matematik yapısına uyum sağlamadığına göre, bir başka âlem, bir başka zaman ve bir başka çeşit enerjinin hükümran olduğu uzaylar düşünülmelidir.

Varlığın Yeni Anlamı; Madde ve Mana Teorisi

Şu durmadan değişen, fakat değişmez bir gerçek üzerinde aktığından,  değişmez görünen âlemin dayandığı değişmez gerçek, esasen varlığın metafizik boyutuna dair özelliklerdir. Metafizik ve manaya dair gerçekliklerin sadece ruh ve melekler,  ahiret dünyaları olduğunu düşünürüz.  Hâlbuki sandığımızın aksine manevi gerçeklikler, çok daha geniş bir alanı kapsamaktadır. “Fizikî” olay ve varlıklar da “yeni” ve aynı zamanda “doğru” bir bakışla metafizik olaylar halini almaktadır. Örneğin elektrik,  manyetiklik, çekim gücü, ışık, renk, sıcaklık, hatta tat, ses, şifa,  koku,  hayat gibi özellikler bile esasen madde ötesindendir. Bilim, dışa yansıyan etkileri formüle edebilmekte ve onların kullanımı ile ilgili prensipleri ortaya koyabilmektedir. Hâlbuki olayların mahiyeti ve gerçekliği ise çok daha farklıdır ve bilimsel açıklaması yoktur. 

Olaylara bir isim vermek, varlığı ve olayı açıklama değildir. Sayılan ve saymadığımız özelliklerin hiç birinin kaynağı madde ve atomlar değildir, bu keyfiyetler maddenin bir parçası da değillerdir. Madde ve atomlar sadece yansıtma görevi yapmaktadır.

Son zamanlarda, bu özelliklerin maddenin madde ötesini tarafını oluşturduğuna dair yaklaşım ve teoriler geliştirilmektedir. Bu yaklaşımlara göre, maddeye işlevsellik kazandıran ne varsa hepsi de manevi temellidir ve madde bunlara ayna vazifesi görmektedir. Bu çalışmalardan birisi olan “Elmas teorisinde” Elmas örneğinden yola çıkarak çok basit bir bakışla varlığı oluşturan keyfiyetlerin kaynağının atom ve madde olmadığı anlatılır. Gözleri kamaştıran o büyüleyici pırıltılar elmasın yapıtaşı olan karbon atomları değildir. Güneş veya lamba gibi dışarıdaki bir ışık kaynağından gelir. Elması elmas yapan ve ona şatafat, güzellik ve bir bakıma hayat veren, dışarıdan gelip onda yansıyan ışıktır, ışıksız bir elmas ruhu gitmiş ölü bir ceset halini alır(5).

Elmastan çıkıyor gibi görünen ışığın dışarıdan gelmesi gibi, maddeye geçerlilik  kazandıran her şey, hariçten, görmediğimiz bir kaynaktan gelmektedir ve dolayısıyla fizik ötesi bir gerçekliğe sahip olmalıdır. Çünkü bu özellikleri, atomlarda ve moleküllerde aramaya kalktığımızda bunların hiçbirini bulmamız mümkün değildir. Parçada olmayan bütünde nasıl bulunabilir?  Örneğin,  koku, tat, renk ve diğer özelliklerin atomun bir parçası değildir. Bu özellikler, bir bakıma bir tv yayını gibidir. Televizyon ekranında görülenler ekranın ve televizyonun “malı” olmadığı gibi, bir gül çiçeğinde gözlenen koku, tat, renk, sanat vd çiçeğin maddesini oluşturan atomlara ait “özellikler” ve “varlıklar” değildir.

Bakış bu olunca,  aslında maddenin bile manevi boyutlardan meydana geldiğini; ona özellik ve işlevsellik (geçerlik) kazandıran şeylerin fizik ötesi mahiyette olduklarını fark edebiliriz. Hatta maddenin kendisinin bile esasen metafizik temelli bir yapı olduğunu atomun içine yapacağız küçük bir seyahatte fark edebiliriz.

Atoma hatta oradan protona ve kuarka doğru bir yolculuk yapalım. Önce elektronları inceleyelim. Orada bulmayı ümit ettiğimiz “katı birimler” ve “tanecikler” yerine, kuantumla ifade edilen parçacıkların var-yok dalgalanmalarını,  enerji türü “ışımaları” ve “titreşimleri” buluruz. Adeta fizik ötesi bir dünya ile karşılaşırız orada.  Böylece,  maddenin bile “madde”  olmadığını atomların içine yapacağımız bir seyahatle anlayabiliriz.

Atom altı tanecik dediğimiz şeyler,  hem var, hem yok bir görüntü oluşturabiliyorsa ve hatta bir tanecik hem bir yerde; hem bir bölge içinde ve her yerde olabiliyorsa, bu bildiğimiz klasik fizik yasalarının, determinizm ilkelerinin atom altı dünyada geçerliliğini kaybetmesi demektir(6).

 Bir tanecik hem bir yerde hem başka yerlerde nasıl olabilir? Atomun dünyası Kuantum teorisi ile açıklanmaktadır. Kuantum aslında başka bir uzay ve dünyanın keşfedilmiş olmasıdır. Atom taneciklerinin bir anda birçok yerde bulunması ile meleklerin bir anda birçok yerde bulunması arasında bir fark yok aslında.

Sonuç olarak, varlığından hiç kimsenin şüphesi olmadıkları yerçekimi, manyetizma ve ışık gibi fizik kanunları bile “nur” özelliğindedir. Hiçbir yerde olmadıkları halde, her yerde olabilmektedir. Fizik kanunlarına tâbi olmamayı ve dolayısıyla zaman ve zeminin üstünde bir boyutu temsil eden “nuraniyetin” bir varlık boyutu olarak kabulü,  daha doğrusu kabulünün cesaretle ve dürüstçe itirafı, fizik biliminin önünü açacaktır.

Uzay ve Zamanın Yeni Anlamı

Mekânı, oturduğumuz oda; zamanı ise saat cinsinden bir nesne olarak tanıyor, kütle ve zamanı değişmez mutlak varlıklar zannediyorduk. Yüzyıllar geçti. XX. yüzyıla geldik. Zamanın bir hızı olduğu ortaya çıktı. Cisimlerin  “hızlandıkça” zamanlarının “yavaşladığını” ve “genişlediğini” anladık. Işık hızı aynı zamanda zamanın da akış hızı idi. O hıza gelindiğinde “zamanın akışı” duruyordu.

Evet, gelişmeler, ses duvarı gibi bir de “ışık duvarını” gösterdi. Işık hızına ulaşıldığında zaman ile eşleşilmiş olacak ve artık zaman durmuş olacaktı.

Arkasından zamanın sadece hıza bağlı olarak değil “çekim gücü” ile de değişikliğe uğradığını da keşfettik (Genel izafiyet). “Genel İzafiyet Teorisi”ne göre, mevcut üç mekân boyutuna (en, boy, yükseklik), bir de dördüncü boyut olarak zaman eklendi. Çekime bağlı olarak daha geç yaşlanıp ya da çabucak ihtiyarlayabiliyorduk.

Bu gerçekler ışığında baktığımızda, zamanın maddeye bağlı boyutlarda farklı işlediği noktalar olduğu gibi, madde ötesi boyutta;  kabirde, mahşerde, Cehennem boyutunda da kendince bir zaman boyutu olduğu gerçeğini görebiliyoruz. Nasıl ki, rüyadan uyandığımızda o ortam birkaç saniye olarak idrak ediliyorsa, Berzah boyutunda, Cennet boyutunda da hayatın bu şekilde farklı akışı olacaktır.

Evrenimizin tek bir noktadan küçücük bir yaratılış çekirdeğinden doğduğunu anlatan “Big Bang” ve evrenin sürekli genişlemesi ile ilgili buluşlar, evrenin bir başlangıcı olduğuna ve yoktan yaratıldığına işaret etmektedir. Karadeliklerle “delinen” uzayın arkasında “fiziğin bittiği” noktada “sonsuz uzaylara” fizik ötesi âlemlere kapı açılmaktadır. Madde gibi zaman dediğimiz sürecin Karadelik çekimiyle başka bir akışa girmesi, sonsuz ve farklı boyutta dünyaları gündeme getirmektedir. 

Eskiden değişmez ve dokunulmaz ilân edilen ve âdeta ilahlaştırılan fizikî prensipler, Karadeliklerde alt üst olunca, felsefenin ve dinin gündeminde olan soruları da aktüel hâle getirmektedir. Kâinat niçin yaratıldı ve niçin yok ediliyor? Beklenen karadelik kıyametinden sonra yeni bir yaratılış var mı? Bu konular günümüzde sadece dinî sohbetlerde yer almakla kalmıyor, modern astronomi merkezlerinin de ister istemez tartışma konuları arasında yer buluyor. Bir yıldız, kendini, kendi ışığını, kendi hacim, yer ve zamanını yutmakta, bambaşka bir keyfiyete bürünmektedir. Karadeliklerde zamanın durması ya da farklı bir keyfiyete bürünmesi, ebediyet kavramını hatıra getirmekte, sonsuz uzayları ya da ahiret ve gayp âlemlerini gündemimize sokmaktadır.

Sonuç

Netice olarak, bilimdeki yeni gelişmelerin daha geniş ve aydınlık daha inançlı bir geleceğe bırakacağı konusunda ümitleri artırmaktadır. Örneğin Kuantum fizikçisi Hans Peter Dürr birçok bilim adamının düşüncelerine tercüman olmaktadır. Prof. Dürr, Kuantumla madde ve evrene bakışımızın değişeceğine vurgu yapıyor ve beklenen dünyanın sınırlarını çiziyor. Materyalist ve kaba anlayışların kaybolup yerine manevi temelli, bütüncül, esnek-geniş bir anlayışın hâkim olacağına vurgu yapıyor. Şöyle devam ediyor Dürr:

“Kuantum fiziği bize gerçekliğin bir büyük bir şuura dayandığını ve aynı zamanda mantıksal bütünlük ve birliğini söylüyor. Kuantum fiziğinin söylediği diğer şey ise, dünyanın ve geleceğin parlak olacağıdır. Kuantum, ihtimallerle dolu bir dünyayı bize sunuyor. Bu ihtimaller bizi fevkalade cesaretlendiriyor ve iyimser kılıyor. Neden mi?"  

"Kuantumla öğrendik ki, dünya tanıdığımız ve sandığımızdan çok daha fazla büyük ve engin. Dünya bizi değil, biz bu dünyayı şekillendiriyoruz aslında. Aslında mevcut sayısız ihtimaller dünyasının sunduğu çıkış yollarını göremiyoruz. Bu yüzden ne yazık ki, tüketimci Batı kültürünün hayatımızı garanti ettiğini sandığımız mali rekabet dünyasını tek bir çıkış yolu olarak görüyor ve böylece kendimizi dar bir hücreye hapsediyoruz. Ekonomik gerekliliklere ve doğa kanunlarına değişmez tek boyutlu baktığımızdan -ipek böceği gibi-  kendi ördüğümüz mecburiyetler kozası içinde hapsolup kalıyoruz. Maddeci anlayışın doğurduğu inançsızlık ve bencillik, bereket ve bolluğu fark etmemizi önlüyor. Tevekkülle istemeyi bilmediğimizden - hırsla hayata saldırdığımızdan- sadece istediklerimizden mahrum kalmıyoruz;  özlediğimiz mutluluk ve huzuru da elde edemiyoruz.”

Çağımızın insanın madde bağımlısı hâline gelmiş olması, gerçeğe gözünü kapamış ve "Her şeyin kaynağı madde ve enerjidir." fikrini doğurmuştur. Sonuçta bilimin din ile çatıştığı şeklinde suni zorlamalar ortaya çıkmış ve ne yazık ki bilim, materyalizme ve dinsizliğe alet edilmeye çalışılmıştı. 1980 Nobel Tıp Mükâfatı sahibi Nörofizyolog Roger Sperry (1913–1994) dinin bilimle çatıştığı tezinin yanlışlığına dikkat çeker ve verdiği bir mülâkatda şunları der:

 “Bilimin kendisi materyalizmle çatışır. Bilim ile din neden çatışsın ki? Esasen bu ‘din bilimle çatışır şartlanması’ materyalist felsefenin bilim olarak kabul edildiği zamanlardan kalmadır.”

Fen bilimleri ve felsefenin alması gereken istikameti Bediüzaman, Kur'an’dan verdiği misallerle açıklar ve özetle şöyle der:

 “Meselâ: Kur'an, Güneşten bahsedince 'Güneş bir lâmbadır.' der, onun nizam ve intizamın zembereği olduğunu nazara verir. Çünkü güneşten, güneş için bahsetmez. Misâl olarak 'Güneş döner.'(7) tabiriyle kış-yaz ve gece-gündüzün meydana gelmelerindeki hârika düzeni nazara vererek, Allah'ın sonsuz kudretini tâlim eder. Yine '(Allah) Güneşi bir lâmba yaptı.'(8) tâbiriyle dünyanın bir saray şeklinde olduğunu, içindeki eşyanın insan için tefriş edildiğini ve güneşin onun hizmetine verilmiş bir mumdar/adeta bir mum gibi ışık veren bir hizmetçi olduğunu nazara verir. Bununla,  Allah'ın sonsuz rahmetini ve nihayetsiz nimetlerini hatırlatır."(9)

Netice olarak, metafizik temelli yeni buluşlar sayesinde, bilimin, fizik ötesi gerçeklikleri görmek istemeyen materyalizm ideolojisinin kıskacından kurtulmaya çalıştığını görüyoruz. Bu “bağımsızlık mücadelesi” başarılabilirse, tüm tecrübelerle varlığı sabit olan İlahi “irade” ve kast kendini gösterecektir. O zaman din ile tabiat bilimleri ayrımı son bulacak; kâinat ve Kuran’ın aynı gerçeklikleri anlattığı anlaşılacaktır.

Dipnotlar:

1. (a) Bilaniuk, Olexa-Myron P.; Sudarshan, E. C. George (May 1969). "Particles beyond the Light Barrier". Physics Today 22 (5): 43–51.  (b)  Bilaniuk, Olexa-Myron P.; Deshpande, Vijay K.; Sudarshan, E. C. George (1962). "Meta Relativity". American Journal of Physics 30: 718ff, (c) Feinberg, Gerald (1967). "Possibility of Faster-Than-Light Particles". Physical Review 159: 1089–1105.    (d) Peskin, Michael E.; and Schroeder, Daniel V. (1995) An Introduction to Quantum Field Theory, Perseus books publishing. (e) Feinberg, Gerald (1997). "Tachyon" article in Encyclopedia Americana, Grolier Incorporated, vol. 26, p. 210.
2. (a) The Universe and Multiple Reality,   by Professor M. R. Franks, 2003, ABD, universe, inc.  (b)  Parallel universes: the search for other worlds, Fred Alan Wolf, Simon & Schuster, 1990, 
3. (a) Ross, G. (1984). Grand Unified Theories. Westview Press, (b)  Georgi, H.; Glashow, S.L. (1974). "Unity of All Elementary Particle Forces". Physical Review Letters 32: 438–441. (b)Pati, J.; Salam, A. (1974). "Lepton Number as the Fourth Color". Physical Review D 10: 275–289. (c) Ross, G. (1984). Grand Unified Theories. Westview Press.   (d) Hawking, S.W. (1996). A Brief History of Time: The Updated and Expanded Edition. (2nd ed.). Bantam Books. 
4. Greene, Brian (2000). The Elegant Universe: Superstrings, Hidden Dimensions, and the Quest for the Ultimate Theory. Random House Inc. 
5. Bu konuların ayrıntılarına şu adresten ulaşılabilir: http://www.elmasteorisi.com/
6. Kuantum fikirleri, klasik prensipleri tam kalbinden vurur. Kuantum dünyasının kelimenin tam anlamı ile bir metafizik dünya olduğunun bir göstergesi ünlü "çift yarık" deneyidir.   Bir boncuk gibi düşündüğümüz parçacıkların (örneğin fotonun ve elektronun) aynı anda iki delikten geçer.  Nasıl olur bu ya şu delikten ya bu delikten geçmiş olmalı diyeceksiniz. Acaba, atladığımız farkında olmadığımız bir durum mu var?  Bir kere daha deniyorsunuz. Sonuç aynı.  Her seferinde parçacık aynı anda iki delikten geçecek. Burada atomun fizik ötesi tabiatı bir kere daha bizi sarsar. Elektronların, tenis toplarına ışığın da su dalgalarına hiç benzemediğini görürüz.  Maddenin temeline indikçe latif/nurani özelliğe geçiş olduğunu görerek şaşıracağız. Çift yarık deneyi ile ilgili hazırlanmış çeşitli video ve animasyonlara internetten kolayca ulaşabilirsiniz. Bunlardan birisine  http://vimeo.com/2236536 adresinden ulaşabilirsiniz.
7. Yâsin, 36/38.
8. Nuh, 71/16.
9. Nursi, B. S. Sözler. Envar Neşriyat, İstanbul, 1996, s. 293–309.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun