Tevrat'ın tahrif olmadığını iddia edenlere nasıl cevap verilebilir?

Tarih: 08.08.2011 - 02:42 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Tevrat'ın tahrif olmadığını iddia edenlere, bizzat Tevrat'tan delil var mıdır?
- Hz. Muhammed (s.a.s) Tevrat ve İncil'de geçiyor mu?
- Eğer Tevrat tahrif edildiyse / değiştiyse, Kur'an'da neden Yahudilere ve Hristiyanlara, Tevrat ve İncil ile hükmetmeleri emri vardır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bugün elimizde bulunan Tevrat’ın tahrif edildiğine dair deliller pek çoktur. Hz. Mûsâ’nın levhalar şeklinde aldığı ve Yahûdilere dikte ettirdiği Tevrat, bugün elimizde bulunan Tevrat’ın aynısı değildir.

Tevrat, Hz. Mûsâ’ya indiği halde, bugün elimizde bulunan Tevrat, Hz. Mûsâ’nın mezarından bahsetmekte, hatta Hz. Mûsa’nın mezarının kaybolduğundansöz etmektedir. Tevrat’ın bu konudaki ifadeleri aynen şöyledir:

“Ve Rabbin sözüne göre, Rabbin kulu Mûsâ orada, Moab diyarında öldü. Ve Moab diyarında Beyt-peor karşısındaki derede onu gömdü. Fakat bugüne kadar kimse onun kabrini bilmez. Ve Mûsâ öldüğü zaman yüz yirmi yaşında idi; gözü zayıflamadı ve kuvveti eksilmedi. Ve İsrâiloğulları Moab ovasında otuz gün Mûsâ’ya ağladılar. Ve Mûsâ için yas ağlama günleri tamam oldu.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye 34/5-8)

Bu ifadelerin sonradan Tevrat’a ilâve edildiği açıktır. Halbuki Tevrat’tanmış gibi nakledilmektedir.

İsrâiloğullarının peygamberlerine Allah tarafından indirilen Tevrat'ı, Kur'an tasdik eder. Tevrat'ı bir nur ve öğüt (Enbiyâ, 21/48), hidâyet kaynağı (İsrâ 17/2), bir hidâyet ve rahmet (Kasas, 28/43) olarak vasıflandırır. Buna karşılık Kur'an, Tevrat'ın tahrif edildiğini de haber verir. Onlar Kitabı elleriyle yazıp “bu Allah katındandır” diye yalan söylemektedirler. (Bakara, 2/79) Allah'ın kelâmını değiştirmektedirler. (Bakara, 2/59, 75) Kelimeleri konuldukları anlamlardan çıkarmaktadırlar. (Nisâ, 4/46; Mâide, 5/13, 41; A'râf, 7/162) Vahyi gizlemektedirler. (Bakara, 2/159, 174; Mâide, 5/15; En'am, 6/91) Vahyi ciddi muhafaza etmeyip unutulmaya terk etmektedirler. (Mâide, 5/13-14)

İsrâiloğullarının kitapları Tevrat'ı tahrif ettiğini bizzat Tevrat'ın kendisi itiraf ederek, Yeremya peygamberin dilinden şöyle söyler:

"Allah'ımızın sözlerini değiştirdiniz." (Yeremya, 23/36)

Tevrat'ın tahrif edildiğini anlamak için derin bir araştırma yapmaya ihtiyaç yoktur. Tevrat satırları arasında yapılacak kısa bir gezinti, Tevrat'ın tahrifine dair birçok örneği gözler önüne serecektir. Tevrat'ta Allah'a oğul isnâd edilir. (Tekvin, 6/2; Mezmurlar, 2/7) Allah'ın, yiyip bitiren bir ateş olduğu ifade edilir. (Tesniye, 4/24) Allah'a yorgunluk isnâd edilir. (Tekvin, 2/2) Allah'ın, Hz. Yakub'la güreşip ona yenildiği gibi komik hikâyeler aktarılır. (Tekvin, 32/28)

İftira edilen sadece Allah değildir. Onun peygamberleri de türlü iftiralara uğrar Tevrat'ta. Hz. Âdem, Allah'ın dilinden ilâhlaşmış biri gibi tanıtılarak hem Allah'a hem Âdem'e iftira edilir:

"İşte Âdem iyiyi ve kötüyü bilmekte bizden birisi gibi oldu." (Tekvin, 3/22-23)

Tevrat'ta, Hz. Nuh'a içki içiren kızlarının onunla zina ettikleri ve öz kızlarının bu peygamberden hamile kaldığı söylenir. (Tekvin, 19/30-36) Yine aynı peygambere yapılan bir başka çirkin isnat da torunu Ken'an tarafından sarhoşken tecavüze uğradığıdır. (Tekvin, 9/20-25) Hz. İbrahim de Tevrat'taki iftiralardan payını alır. Bu yüce peygamber, hanımı Sâra'yı kendi elleriyle Firavun'a peşkeş çeken biri olarak gösterilir. (Tekvin, 12/14-19)

Tevrat'ta Hz. Yakub, Allah'a başkaldıran ve onu azarlayan biri olarak gösterilir. (Sayılar, 11/10-15) Hz. Harun, Tevrat'a göre altın buzağı putunu yapıp buna tapılmasını emreden biridir. (Çıkış, 32/1-5; 24, 35)

Tevrat'ta Hz. Dâvud, Uriya adlı bir komutanının hanımıyla zina eden, ondan gayrimeşru çocuk sahibi olan ve onunla evlenmek için kocası Uriya'ya komplo kurarak öldürten bir zorba olarak takdim edilir. (II. Samuel, 11/2-27) Hz. Süleyman, hanımlarından putperest olanların oyununa gelerek puta tapan biri olarak gösterilir. (Krallar, 11/4) Yine aynı peygamberin ağzından şuh ve müstehcen şiirler verilir. (Neşideler Neşidesi, 1/1-4)

İsrâiloğullarının peygamberlerine önce çamur atıp sonra onu kutsal kitaplarına geçirmelerini Kur'an şiddetle yerer. Tevrat'ta yer alan peygamberlerden birçoğu Kur'an'da da yer alır. Ancak Kur'an, kendisinde adı geçen hiçbir peygamber hakkında onların peygamberlik şeref ve haysiyetiyle bağdaşmayacak hiçbir rivayete yer vermez. Üstelik, Tevrat'ta iftiraya uğrayan kimi isimleri de aklar. Bunlardan biri Tevrat'ta puta tapmakla itham edilen Hz. Hârun'dur. Kur'an, olayın doğrusunu vererek, Hz. Hârun'un putçu Yahudilere engel olmaya kalktığını, lâkin buna güç yetiremediğini aktarır. (A'râf, 7/150; Tâhâ, 20/90-94)

Tevrat'ta iftira edilip de Kur'an'ın akladığı İsrâiloğulları peygamberlerinden biri de Süleyman peygamberdir. Tahrif edilmiş Tevrat'ta sırf boy asabiyeti uğruna Hz. Süleyman, küfre düşen ve putperest olan biri olarak lanse edilir. (I. Krallar, 11/5, 9) Kur'an ise, Yahudilerin bu iftirasını "Onlar, şeytanların uydurdukları sözlere uydular." diye reddederek. Hz. Süleyman'ı

"Süleyman kâfir olmadı, lâkin (onu tekfir eden) şeytanlar kâfir oldu."(Bakara, 2/102) ifadesiyle aklar. 

Ayrıca yaratılış kıssası, Âdem kıssası, Nuh kavmi ve kıssası, Lût kavmi ve kıssası, Kur'an'da, Tevrat'ta geçtiği gibi yalan yanlış değil; doğru ve nübüvvet makamına yakışmayacak isnat ve iftiralardan uzak bir biçimde anlatılır.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Kur’an’ın kendinden önceki kitapları doğrulaması, bugün elimizde mevcut olan Tevrat ve İncil’i doğrulaması anlamına gelemez. Kaldı ki, bu halleriyle onları doğrulaması bile, onların bugün de geçerli oldukları ve onlarla amel edenlerin kurtuluşa erecekleri demek değildir. Çünkü Tevrat ve İncil gibi geçmiş kitaplar, dönemlerini doldurmuş ve Kur’an’la yürürlükten kaldırılmışlardır.

Bugünkü Tevrat ve İncil’e Uymanın Hükmü

Tevrat ve İncil tahrif edildiklerine göre Kur’ân-ı Kerim’in, Yahûdilerin kendi aralarında Tevrat’la hükmetmelerini istemesini nasıl izah edebiliriz? Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken, seni nasıl hakem yapıyorlar da sonra (senin verdiğin hüküm, işlerine gelmeyince) dönüyorlar?” (Mâide, 5/43)

Hristiyanlar hakkında da şöyle buyruluyor:

“İncil sahipleri Allah’ın onda indirdiğiyle hükmetsinler. Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler fâsıkların ta kendisidir (onlar yoldan çıkmışlardır).” (Mâide, 5/47)

Bu ifâdeler, ne Tevrat ve İncil’in tahrif edilmediklerini ve ne de onlarla amel edenlerin ebedî kurtuluşa ereceklerini gösterir.

Âyetleri siyâkı içerisinde değerlendirmemiz gerekir. Bu âyetlerden önceki âyetlerde Yahûdilerden samimiyetsiz bazı kimselerin muhâkeme olmak üzere Peygamberimiz’e mürâcaat etme isteğinde olduklarından bahsedilir. Bunlara yine Yahûdilerden, “Muhammed size şöyle derse hükmünü kabuledin, değilse hükmünü kabul etmeyin.” diye birtakım telkinlerde bulunanlar vardır. Yüce Allah onların samimi olmadıklarını vurguladıktan sonra Peygamberimizi, onları muhâkeme etme konusunda serbest bırakmaktadır:

“İstersen aralarında hükmeder, istersen hükmetmezsin. Ama hükmedecek olursan adâletle hükmet.” demektedir.

Yukarıya alıntıladığımız âyetlerden Yahûdilerle ilgili olanında hüküm konusunda tereddütleri var; istedikleri şekilde hükmedersen kabul edecekler, değilse kabul etmeyecekler. Yahûdi olduklarına göre kendi kitaplarına uysunlar, onunla hükmetsinler. Ama, aslında onlar ona da samimi inanmıyorlar ya!

Görüldüğü gibi âyet özel bir durumu anlatmaktadır. Muhâkeme olmak üzere geldikleri meseleyle ilgili Tevrat’taki hüküm, tahrif edilmemiş hükümlerdendir. Âyet bu özel durumu anlatmakla birlikte, her zaman geçerli olan hukukî bir kaideyi de söz konusu etmektedir. Şöyle ki:

İslâm’ın hâkim olduğu bölgelerde yaşayan Yahûdi ve Hristiyanlar, kendi aralarında cereyan eden meselelerde, dilerlerse Müslüman mahkemelere mürâcaat eder ve İslâmî hükümlerle muhâkeme olurlar; dilerlerse kendi kitaplarıyla, yani Tevrat ve İncil’le muhâkeme olurlar. Bu, onların tabiî bir hakkıdır. Yalnız bu konuda değil; diğer hususlarda da Kur’an, “insan haklarını”gözetir. Değişik inanç sahiplerine baskı yapmaz. Kendi aralarında inançları uyarınca muhâkeme olmalarına müsâade eder.

Hristiyanların İncil ile hükmetmelerini bildiren âyet de aynı şekilde Hristiyanların kendi aralarında İncil ile muhâkeme olmalarına müsâadenin bulunduğunu, bunun, onların tabiî bir hakkı olduğunu bildirmektedir. İslâm, inanç konusunda kimseyi zorlamaz. Zor kullanarak “Şu dini terkedip şuna uyacaksın!” demez. Tanıdığı bu inanç hürriyetinin bir gereği olarak da, her din mensubunu, kendi dininin emir ve yasaklarına uymakta serbest bırakır, hatta kendi dinine göre muhâkeme olmak isterse bu konuda ona yardımcı olur. Değilse, inanç hürriyetinin bir anlamı kalmaz.

Eğer bu âyetler, mevcut Tevrat ya da İncil’e uymanın Allah’ın bir emri olduğunu ve onlara uymanın ebedî kurtuluşu sağlayacağını anlatmış olsaydı, Peygamberimiz (s.a.s.) onları İslâm’a dâvet etmezdi.

Ayrıca Tevrat ve İncil tahrife uğramamış olsalardı bile, yine onlara uymak ebedî kurtuluşu sağlamazdı. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun, senden önce de rasuller/elçiler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber bir âyet (mûcize) getiremezdi. Her ecelin kitabı vardır. Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ummu’l-Kitab O’nun katındadır.” (Ra’d, 13/38-39)

“Her ecelin kitabı vardır.” Yani her dönem için bir şeriat vardır. O dönemde o şeriatın hükümleri geçerlidir ve o dönemde o şeriate uyma zorunluluğu vardır. O dönem geçtikten sonra Allah o şeriatı yürürlükten kaldırır ve başkasını onun yerine yürürlüğe koyar.

Peygamberimiz Muhammed (s.a.s.)’in gelişinden sonraki dönem, artık Kur’an’ın dönemidir. Diğer kitaplar ecellerini doldurmuş ve yürürlükten kaldırılmışlardır. Ayrıca, Hz.Muhammed (s.a.s.)’i peygamber olarak kabul edip onun getirdiklerine uymak, Tevrat’ın da İncil’in de emirlerinin bir gereğidir. Çünkü her iki kitap da Hz. Muhammed (s.a.s.)’in geleceğini haber vermişlerdir.

Tevrat’ın Tesniye bölümünde şöyle denilmektedir: “Onlar için kardeşleri arasında senin gibi peygamber çıkaracağım; ve sözlerimi onun ağzına koyacağım, ve onlara emredeceğim her şeyi onlara söyleyecek. Ve vâki olacak ki, benim ismimle söyleyeceği sözlerimi dinlemeyecek adamdan ben intikam alacağım. O peygamber benim ona emretmediğim hiçbir sözü kendiliğinden söylemeyecektir. Çünkü böyle bir davranışın ne kadar ağır olduğunu o peygamber kesin olarak bilir.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 18/18-20)

Yine aynı bölümde şöyledenilmektedir:

“Beni ilâh olmayan şeylerle kıskandırmak ve aslı astarı olmayan şeylere tapmakla öfkelendirmek istediler. Ben de kavimlerinden olmayan câhil bir kavimden çıkarıp göndereceğimle onları öfkelendireceğim.” (Kitab-ı Mukaddes, Teksniye, 32/21)

Bu câhil kavim Araplardır. Çünkü o zaman Araplar en bilgisiz, en iptidâî bir kavimdi. Şeriat ve medeniyet hakkında bilgileri yoktu. Yahûdiler onlara ümmî, yani okuma yazma bilmez  câhil kavim ismini vermişlerdi.

Hz. İsa (a.s.) da, Tevrat’ta kendisinin zikredildiğinden bahsederek Tevrat’a inananların kendisine uymaları gerektiğini söylemiştir. Yuhanna İncil’inde şöyle denilmektedir:

“Sanmayın ki Pederin önünde sizi suçlayacak benim; sizi suçlayacak olan, kendisine umudunuzu bağlamış olduğunuz Mûsâ’dır. Eğer siz Mûsâ’ya iman etmiş olsaydınız, bana da iman ederdiniz; çünkü o benim hakkımda yazmıştır. Fakat onun yazdıklarına iman etmezseniz, benim sözlerime nasıl iman edeceksiniz?” (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna İncili, 5/45-47)

Aynı şekilde Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de Hz. İsa (a.s.) tarafından müjdelenmiştir. Yuhanna İncilinde Hz. İsa’nın şöyle dediği nakledilmektedir:

“Fakat şimdi beni gönderene gidiyorum ve aranızda hiçbiriniz bana: 'Nereye gidiyorsun?' diye sormuyor. Bunları size söylediğim için kalbinizi keder kapladı. Bununla beraber size gerçeği söylüyorum: Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem size yardımcı gelmeyecektir, ama gidersem onu size göndereceğim. O gelince günah, doğruluk ve yargı konusunda dünyayı ikna edecektir.” (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna İncili, 14/415-16).

Başka bir yerde de şöyle demektedir:

“Beni seviyorsanız emirlerimi yerine getirirsiniz. Ben de Pedere yalvaracağım; o size, ebediyete kadar sizinle kalacak bir yardımcı verecektir.” (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna İncili, 16/5-8)

Görüldüğü gibi gerek Tevrat, gerekse İncil Peygamberimiz Muhammed (s.a.s.)’in geleceğini haber vermiştir. O halde Hz. Muhammed’i peygamber olarak bilmek ve tebliğ ettiklerine uymak, Tevrat ve İncil’in de âmir hükümleridir.

Burada şöyle bir itiraz akla gelebilir:

“Siz hem Tevrat ve İncil’in tahrif edildiklerini söylüyorsunuz, hem de mevcut Tevrat ve İncillerden nakiller yaparak bir takım sonuçlara varmak istiyorsunuz. Bu bir çelişki değil midir?”

Biz, bu kitapların tahrif edildiklerini söylerken, baştan sona tahrif edildiklerini, tamamen uydurma mahsûlü olduklarını söylemiyoruz. Hele bu kitaplarda anlatılanları Kur’an da doğruluyorsa, mesele tamamen değişir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim de Hz. Muhammed’in geçmiş kitaplarda müjdelendiğini, Ehl-i Kitab’ın, gerçekte Hz. Muhammed’in bir peygamber olduğunu bildiklerinihaber vermektedir:

“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizlerler.” (Bakara, 2/146)

O halde Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamberliğine inanmak, Tevrat ve İncil’in de bir emridir. Ancak Ehl-iKitab’ın, “Muhammed’in bir peygamber olduğunu kabul ediyoruz.” deyip Tevrat ve İncillere uymaya devam etmeleri onlar için ebedî kurtuluşu sağlamaz.

Bazı kimseler, Bakara Sûresindeki:

“İman edenlerle Yahûdiler, Hristiyanlar ve sabiîler (bunlardan) her kim, Allah’a ve âhiret gününe inanır, sâlih amel işlerse elbette onlara, Rableri katında mükâfat vardır; onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 2/62)

âyetini delil göstererek Yahûdiler Tevrat’la, Hristiyanlar da İncil’le amel ederlerse ebedî kurtuluşu yani cenneti hakedeceklerini söylerler. Derler ki: Âyette üç unsur zikredilmiştir: Allah’a iman, âhirete iman ve bir de sâlih amel. Kim zikredilen bu üç hususu kendinde bir araya getirirse ebedî kurtuluşu hak etmiştir.

Her şeyden önce şunu belirtelim ki, Kur’an’dan bir âyet alıp Kur’an’ın o konuyla ilgili diğer âyetlerini hesaba katmadan sonuca varmak doğru değildir. Sağlıklı bir sonuca varabilmek için konuyla ilgili diğer âyetler de hesaba katılmalıdır. Olur ki bir âyette meselenin bazı unsurları zikredilmiş, diğer bir âyet veya âyetlerde ise meselenin diğer unsurları zikredilmiştir. Meselâ,

“Ey iman edenler; Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyâmet gününü inkâr ederse, tam mânâsıyla sapıtmıştır.”(Nisâ, 4/136)

âyeti, yukarıdaki âyette söz konusu edilen iman unsurlarına yenilerini ilâve etmektedir.

O halde yukarıdaki âyet, konuyla ilgili unsurlardan sadece bazılarını ihtivâ etmektedirl. Eğer bu konuda bir sonuca varmak istiyorsak, konuyla ilgili bütün âyetleri, Kur’an’ın bütünlüğü ve sistematiği içerisinde elealmalıyız. Yüce Allah, Ehl-i Kitab’tan bahisle şöyle buyurmaktadır:

“Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yolu bulmuş olurlar. Şayet yüz çevirirlerse, mutlaka anlaşmazlık içine düşerler. Onlara karşı Allah sana yeter. O, işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/137)

Bu âyetten de anlaşıldığı gibi Ehl-i Kitab olsun, başkaları olsun, ebedî kurtuluşa ermeleri için, Kur’an’da anlatılanların tamamına iman etmeleri gerekir. Muhammed (s.a.s.), insanlığın tamamına gönderilmiş bir peygamberdir. İnanılacak şeyler konusunda getirdiklerine iman etmek zorunlu olduğu gibi, diğer hususlarda getirdiği tâlimâtlara da uymak gerekir. Yüce Allah, Ehl-i Kitab’a hitâben şöyle buyurmaktadır:

“De ki: ‘Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah’ın rasûlüyüm/elçisiyim. Ondan başka ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmî Rasûlüne, Allah’a ve O’nun kelimelerine gönülden iman eden Rasûlüne iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulasınız.” (A’râf, 7/158)

O halde Yahûdi ve Hristiyanların nazarî olarak Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmaları onları kurtarmaz; doğru yolda olabilmeleri için ona tâbi olmaları gerekir. Başka bir âyette de şöyle buyrulmaktadır:

“Ondan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. Onlara (Kur’an) okunduğu zaman, ‘Ona iman ettik. Çünkü o, Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de Müslüman idik.’ derler. İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa verilecektir.”(Kasas, 28/52-54)

Mevcut Ehl-i Kitab’tan kurtuluşa erecek olanlar, işte bunlardır; Kur’an’a iman eden ve onun tebliğâtıyla amel edenlerdir.

Görüşlerine delil olarak ileri sürdükleri âyet, Yahûdi ve Hristiyanların kendi kitaplarıyla amel ettikleri takdirde kurtuluşa ereceklerini söylemiyor. Tövbe kapısının onlara için de açık olduğunu; Allah’a ve âhiret gününe samimi olarak iman etmeye, sâlih amel işlemeye dâvet ediyor. Böyle davrandıkları takdirde cennete gireceklerini söylüyor. Ancak Allah’a iman, O’nun indirdiği Kur’an’a, gönderdiği peygambere iman etmeyi ve getirdiği tâlimâta göre amel etmeyi de gerektirir.

Muhammed (s.a.s.)’in gelişiyle önceki dinlerin hükmü artık kalkmıştır ve kurtuluş yolu, onun tebliğ ettiği İslâm dinidir:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden kabul edilmeyecek ve o, âhirette kaybedenlerden olacaktır.”(Âl-i İmrân, 3/85)

Âyet, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gelişinden sonra kabul edilecek dinin, sadece onun getirdiği tebliğattan oluşan din olduğunu anlatmaktadır. Çünkü âyet, Ehl-i Kitab’ın sapmalarını ve onları Muhammed (s.a.s.)’e inanmaya ve onun peşinden gitmeye dâveti konu alan Âl-i İmrân sûresinde geçmektedir. Sûrenin başından itibaren bu âyete gelinceye dek sûre tamamen Ehl-i Kitab’ı ilgilendirmektedir. Onların hak yoldan sapmaları anlatılmakta ve Muhammed (s.a.s.)’in getirdiği dinin hak olduğu; ona tâbi olmaları gerektiği anlatılmaktadır. Sûrede, bu âyette önce zikredilen ve konumuz açısından dikkat çeken iki âyet vardır. Bu âyetlerden birincisi:

“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl- I İmrân, 3/31)

Âyet, Ehl-i Kitab’a hitap etmekte ve Allah’ın sevgisini kazanabilmelerinin, ancak Muhammed (s.a.s.)’e tâbi olmalarıyla mümkün olacağını anlatmaktadır. Hz. Muhammed’e tâbi olmak, ona inanmanın yanı sıra tebliğatının tamamına uymayı da gerektirir.

İkinci âyet ise:

“Allah, peygamberlerden söz almıştı: ‘Bakın, size kitap ve hikmeti verdim, sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdini üzerinize aldınız mı?’ demişti. ‘Kabul ettik’ dediler. ‘O halde şâhit olun, Ben de sizinle beraber şâhit olanlardanım.’ dedi.” (Âl-i İmrân, 3/81)

Âyet, peygamberlerin dili üzere Ehl-i Kitab’tan söz alındığını; Muhammed (s.a.s.) geldiğinde ona tâbiolacaklarına ve ona destek olacaklarına dair söz vermiş sayıldıklarını anlatmaktadır. İşte kendilerinden alınan busöz gereğince onlar, Muhammed (s.a.s.), peygamber olarak gönderildiğinde ona tâbi olmak ve onu desteklemekmecbûriyetindeler. Allah’a teslim olmanın gereği budur. Bu nedenle yukarıdaki âyette sözkonusu edilen ve kabuledilmesi gereken dinin İslâm olduğu söylenirken bununla Muhammed (s.a.s.)’in tebliğatından oluşan “İslâm dini”dir.

Günümüzde mevcut dinler arasında İslâm dini olmakla isimlendirilebilecek tek din vardır ve o da Muhammed (s.a.s.)’in tebliğatının toplamıdır.

“Bugün size dininizi ikmâl ettim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslâm’ı seçip râzı oldum.” (Mâide, 5/3)

âyeti bu hususu açıkça ifâde etmektedir.

Demek ki Kur’an’ın tebliğatı, daha önceki kitapların tebliğatını tamamlamakta ve daha önceki tebliğatlar İslâm olarakisimlendiriliyorsa da, bundan böyle tamamlanmış şekline İslâm denilecektir. Başka bir ifâdeyle önceki kitaplarakendi dönemlerinde onlara teslim olmak İslâm ise, Kur’an’ın inişinden sonra Kur’an’a teslim olmak İslâm’dır. A’râf sûresinde de, kurtuluşa erecek Ehl-i Kitab’ın, Muhammed (s.a.s.)’e inanan, emrettiklerini emir, yasakettiklerini de yasak bilen ve tüm hususlarda ona tâbi olanların olduğu açıkça anlatılmaktadır:

“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o rasûle/elçiye, o ümmî peygambere (Muhammed’e) tâbi olurlar. O (peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar ve üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nûra tâbi olanlar, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’râf, 7/157)

Hz. Muhamed (s.a.s.) sadece müşrikleri değil; Ehl-i Kitab’ı da kendisine iman etmeye ve tebliğ ettikleriyle ameletmeye çağırmıştır. Hatta İslâm’a girmez, Muhammed (s.a.s.)’in tebliğatına uymazlarsa kendileriyle yapılacaksavaş sonucunda cizye vermek mecbûriyetinde kalırlar:

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 9/29)

İşte, Kur’an’ın kendinden önceki kitapları doğrulaması, bu kitapların asıllarının İlâhîliğini ve dönemlerinde geçerli olduklarını doğrulamak anlamına gelir. Günümüzde ebedî saâdete ermenin yolu, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e peygamber olarak inanmak ve tebliğatıyla amel etmekten geçer.

Ayrıca bu tebliğata uymak, Tevrat ve İncil’e inanmanın da bir gereğidir. Çünkü her peygamber, kendinden sonra gelecek peygamberi müjdelemiş ve etbâına kendinden sonra gelecek peygambere tâbi olmalarını emretmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Tevrat ve İncil değişmiş midir?
Enam Suresi 34. ayette "... Allah'ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur..." ifadesi ne anlama gelmektedir? İncil ve Tevrat da Allah'ın sözü değil mi?
Kur'an-ı Kerim´in Kelamullah olduğunu, değiştirilmediğini biliyor ve kabul ediyoruz. Orijinal Tevrat ve İncil hükümlerini değiştirenler, bu uygulamalarına nasıl ve ne amaçla cesaret etmişlerdir?

Kaynaklar:

- Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Tevrat md.
- M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele.
- Şaban Kuzgun, Dört İncil Farklılıkları ve Çelişkileri.

Not: Sayfa numaralarında, Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit (Tevrat ve İncil) adıyla, Kitabı Mukaddes Şirketi tarafından 1976 yılında yayınlanan baskı esas alınmıştır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

kovan1

Çok güzel ve tatmin edici bir yazı. teşekkürler.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun