“Allah, kulluk etmemiz için yarattı. Ona iltifat etmemizden hoşlanıyor. İnkar edenleri yakmaktan zevk alıyor. Hem 'Ben yaptım, nasıl olmuş?' diyor hem de yaptığını bozsun diye şeytanı yaratıyor.” diyenlere ne dersiniz?

Tarih: 03.09.2011 - 04:18 | Güncelleme:

Soru Detayı
Bir ateist, inananlara şöyle bir soru sordu: - Allah bizi O'na kulluk etmemiz için yarattı. Öyleyse Allah O'na iltifat etmemizden hoşlanıyor. İltifat etmeyip küfredenleri de yakmaktan zevk alıyor. Hem "Ben yaptım, nasıl olmuş?" diyor hem de yaptığını bozsun diye şeytanı yaratıyor; üstelik yaptıkları bozulunca "Varılan yer cehennemdir." diyor. Ayrıca bizim aciz olup olmamızı anlamamız Allah'a ne kazandıracak ki? - Bu soru beni fazlasıyla aşıyor. Ona nasıl cevap vermeliyim?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuda detaylı bir cevap vermek çok uzun sürer. Bu sebeple, prensip mahiyetinde birkaç madde hâlinde, sorulara cevap teşkil edecek bazı hakikatlere işaret edeceğiz:

- Evet, Allah bizi O'na kulluk etmemiz için yarattı. Kulluk demek kendi yaratıcısını tanımak ve ona saygısını, sevgisini belirtmektir. Kulluk, insan için en büyük bir payedir. Çünkü herkes intisap ettiği efendisinin şerefiyle şeref kazanır. Bir evliyaya hizmet etmek ile bir Peygambere hizmet etmek farklı olduğu gibi, aldıkları haz ve memnuniyet de çok farklıdır.

Bu gerçekleri bilen kimse Allah’a kul olmanın nasıl bir haz verdiğini, nasıl kişiye bir şeref bahşettiğini elbette anlar.

Kaldı ki, Allah’a kul olmak, -hâşâ- onun şahsî işlerini görmek manasına da gelmez. Sadece bütün hayatını ona borçlu olduğunu, elindeki bütün nimetlerin sahibi o olduğunu, dolayısıyla fıtratında var olan “iyiliğe karşı teşekkür etme” duygusunu yanlış yere değil Allah’a tevcih etmesinin gereğini bilsin ve böyle bir Sultan-ı Zîşan'ın emir ve yasaklarına riayet etsin yeter. Şeriat dairesi keyfe kâfidir, harama girmeye hiç ihtiyaç yoktur. Örneğin zarardan başka hiç bir faydası olmayan bir kaç uyuşturucu maddesini kullanmayı bıraksın;  ondan başka her türlü meşrubatı içsin...

- Allah, kullarının ona karşı edepli davranmalarından hoşlanır. Allah’ın hoşlanmasını, insanların hoşlanmasına benzetmek Allah’ı tanımamak manasına gelir. Allah zatında olduğu gibi bütün isim ve sıfatlarında da kimseye benzemez. Bu hoşlanma, bu sevgi, bu memnuniyeti olmasaydı, zaten hiç bir şeyi yaratmazdı.

Demek ki, Allah’ın böyle bir vasfının olması onun kutsal sıfatlarına aykırı değildir. Şu var ki, insanların hoşlanması genellikle bir arzu ve ihtiyaçlarının yerine gelmesinden kaynaklanıyor. Allah ise hiç bir şeye muhtaç değildir. Hadiste ifade edildiği gibi, bütün mahluklar, insanlar Allah’a isyan etse ona zerre kadar zarar vermediği gibi, ona itaat etseler de ona zerre kadar bir fayda dokundurmazlar. 

Allah hiçbir şeye  muhtaç değildir ve hiçbir şeyi muhtaç olduğu için yaratmamıştır.

- Allah insanları imtihana tabi tutmuştur. Bu imtihanın neticesinde kendisine karşı saygılı olanları mükâfatlandıracak, saygısızlık edenleri ise cezalandıracaktır. Böyle bir imtihanı tensip buyurması, bütün evrenin sahibi olarak, dilediğini yapma hakkına sahip olmasıyla ilgilidir. Sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibi olduğuna kâinatın şahadet ettiği Allah’ın bu takdir hakkını elinden almak, hiç bir varlığın ne haddine düşmüş ne de buna gücü yeter.

Bu imtihanın âdil bir şekilde cereyan etmesi için insanlarda zıt kutuplu mekanizmalar yaratılmıştır. Kötüye meyilli olan nefis-kör hissiyat ile iyiye meyilli olan akıl-vicdanın varlığının hikmeti budur.

Kötülüğü isteyen insanın nefsine yardımcı olmak için vesveseci şeytanı yarattığı gibi, iyi şeyleri, doğruları bulmaya aşık olan akla yardımcı olması için de ilham edici melekleri yardımcı göndermiştir.

Bu imtihanın adil yürümesi için aklını kullanan, vicdanının sesine kulak veren çalışkan insanların başarılı olmalarına -doğruları ilham ederek- katkı sağlayan melekler ile, aklını kullanmayan, nefsin heva ve hevesinin peşine takılan basiretsiz tembel insanların bu kötü huylarının ortaya çıkmasına -vesveseleriyle- katkı sağlayan şeytanların varlığı abes değil, hikmetsiz değil, imtihanın adalet anlayışını ortadan kaldıran bir unsur değildir.

Çünkü;

-  Şeytan olmasaydı, melek gibi insanlarla şeytan gibi insanlar aynı şekilde değerlendirilecekti.

Ebu Bekir-i Sıddîk ile Ebu Cehil-i Lain aynı kefeye konacaktı.

- Hz. Musa ile Firavun benzer adamlar olarak muamele görecekti. 

- Rabbini tanıyan tevazuyu elinden bırakmayan, Rabbine kulluk etmekle onurlandığını bilen bir mümin ile yaratıcısını tanımayan, ona kulluk etmeyi gururuna yedirmeyen, içinde küçük bir firavuncuk olarak yaşayan cahil bir insan aynı konumda kalırdı ki, yerden göğe bir haksızlık olacaktı.

- Şunu unutmayalım ki, cennet ve cehennem bir piyango biletiyle çekilen şans oyunu gibi birer tesadüf oyuncağı değil, Allah’ın sonsuz rahmetinin ve sınırsız izzetinin birer simgesidir.

Allah’ı tanıyan, ona kulluk eden sevgili, edepli ve saygılı kullar için ebediyete kadar devam eden bir mutluluk diyarı olan cennet, Allah’ın sonsuz rahmetini, şefkatini, cemalini gösterdiği gibi; onu tanımayan, ona kulluk etmeyen nankör, isyankâr, edepsiz ve saygısız insanların hapis diyarı olan cehennem de Allah’ın sonsuz izzet, azamet, kahr ve celalinin simgesidir.

Bu hakikatler gösteriyor ki, cennet ucuz olmadığı gibi, cehennem de lüzumsuz değildir  ve cennet adam istediği gibi, cehennem de adam ister.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun