“Allah yıldırımı istediğine çarptırır.” (Ra’d, 13/13) ayetini nasıl anlamalıyız?

Tarih: 24.09.2011 - 10:07 | Güncelleme:

Soru Detayı

Kur’an, “Allah yıldırımı istediğine çarptırır.” (Ra’d, 13/13) diyor. - O zaman camilere boşuna paratoner takılmasın, Allah kendi evini vurur mu?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslam inancına ve imanlı bir aklın kabulüne göre, Allah’ın dilemesi dışında bir yaprak bile düşmez. Hiçbir yıldırım Allah’ın dilemesi dışında bir yere çarpmaz. Hiçbir deprem Allah’ın dilemesi dışında meydana gelmez ve bir evi yıkmaz.

Allah’ın kâinat çapında geçerli kevnî, ontolojik kanunları vardır. Bu kanunların işlemesi, Hakim isminin tecellisi doğrultusunda söz konusudur. Mesela, çekim kanunu, itim kanunu, kaldırma kanunu genel birer kanundur ve hikmetli bir şekilde -bulundukları her yerde- cereyan etmektedir. Bu fıtrî kanunların yanında şah ile geda, mümin ile kâfir bir olduğu gibi, cami ile kilise de birdir.

Aynı zamanda imtihanın bir sırrı olan bu kanunların bu eşit tarz gidişatı gereğince, bir depremde bir kâfirin evi gibi bir velinin evi de yıkılır, bir kilise yanında bir cami de yıkılır. Keza, yıldırımın çarptığı mekân ister bir ateistin kalesi olsun, ister bir mescit olsun fark etmez, aynı oranda etkilenir. Ecel geldiği zaman, kâfirler gibi peygamberler de ölür.

Kur’an’da “değişmez sünnetullah” olarak ifade edilen söz konusu kevnî/ontolojik kanunlar, varlıklar arasında fark gözetmeksizin geçerli oldukları her yerde, her zamanda vazifelerini yerine getirirler ve Allah’ın sonsuz kudret, ilim ve hikmetine şahitlik ederler. 

Bununla beraber, Allah her şeyin dizgini kendi elinde olduğunu, her şeyin yaratıcısı kendisi olduğunu, her şeyin her konumu kendi dilemesine bağlı olduğunu göstermek için bazen “Ataullah” denilen hususi bir müdahale ile, o genel kanunların dışında işler yaratır. Beş katlı bir apartmanın balkonundan düşen bir çocuğun ölmemesi, doktorların “birkaç ay içinde ölür” dedikleri bazı hastaların yıllarca hayatta kalmaları, aynı depremde aynı enkaz altında kalanlardan bazılarının günler sonra bile hayatta kalması gibi birçok olay vardır ki, Allah’ın bu özel inayeti ve dilemesini göstermektedir.

İlgili ayetin meali:

“Gök gürültüsü Allah'ı överek tenzih eder; O'nun korkusundan dolayı melekler de buna katılır. Onlar Allah hakkında tartışıp dururken O, yıldırımlar gönderip bunlarla dilediğini çarpar. O'nun azabı pek şiddetlidir.” (Ra’d, 13/13)

Şimşek hem yağmurun müjdecisi hem de yıldırımın habercisidir. Kendisi veya malı açıkta bulunanlar yıldırımdan, gürültüden ve ıslanmaktan korkarlar, yağmur bekleyenler ise habercisini görünce sevinirler.

Böylece insanlar şimşek parladığında korku ile ümidi yaşamış olurlar. Yağmurdan fayda görenler onun gelmesine sevinirken, zarar görenler üzülürler.

Bulutların elektrik yüklerinin çatışmasından gök gürültüsü doğar. Bu ayette gök gürültüsünün Allah'ı överek tesbih ettiği yani Allah'ın ortaklardan, noksan sıfatlardan uzak ve şanının yüce olduğunu ifade ettiği haber verilmektedir. Müfessirler gök gürültüsünün Allah'ı tesbih etmesini birkaç türlü yorumlamışlardır:

a) Burada tesbih (Allah'ın eksiksizliğinin dile getirilmesi) hakikat manasında kullanılmıştır; her şey gibi gök gürültüsü de Allah'ı tesbih eder, fakat insanlar onun dilinin farkında olmayabilirler. (İsrâ, 17/44)

b) Gök gürültüsünün Allah'ı tesbih etmesi mecazdır. Aslında Allah'ı tesbih eden, gök gürültüsünü işitip yağmur bekleyen kullardır; gök gürültüsü kulların tesbihine sebep olduğu İçin tesbih ona isnat edilmiştir.

c) "Gök gürültüsü" anlamına gelen ra'd kelimesi bir meleğin ismi, işitilen ses de o meleğin tesbihidir. (bk. Râzî, ilgili ayetin tefsiri)

Ayrıca ilgili ayette her şeyin mükemmel bir plâna göre hazırlandığına ve kusursuz programlara göre yürütüldüğüne işaretle, çok düşündürücü bir anlatıma yer verilmiştir; o da, tesbîh, ra'd, hamd ve melekleri içine alan sözlerdir.

Tesbih kelimesi “sebh” kökünden türetilmiştir. Sebh, suda veya havada, yani boşlukta süratli geçiş anlamına gelir. Yıldızların gökte kendi yörüngelerindeki süratli geçişleri hakkında da bu tabir kullanılmıştır. Örneğin, Yâsîn sûresinde güneş ve aydan söz edilirken, her birinin kendine has yörüngede seri hareket halinde bulunduğu belirtilir.

Tesbîh kavramı, bütün bu manaları kapsamakla birlikte, ibâdette de seri intikal sağlayıp Cenâb-ı Hakk'ı her türlü noksanlıktan, beşerî sıfatlardan tenzih etmek; hayırlı işlerde sürat gösterebilmek için O'nun yardımını dilemek, kulluk görevini yerine getirmeye çalışırken, fiilî, kavlî ve zihnî ibâdeti süratle birleştirip Hakk'ı tenzîhe yöneltmek gibi incelikleri de içerir.

Diğer yandan ay ve güneş hakkında olduğu gibi, belli bir yörüngede çok seri hareket edip dönen her şey hakkında da “tesbih” tabiri kullanılır. Örneğin, elektronların baş döndürücü bir hızla atom çekirdeğinin etrafında dönmesi bunlardan biridir.

O halde şimşeğin, dolayısıyla yıldırımın tesbîhi, yüklendiği program gereği sürat göstermesi ve plândaki yerini alıp hizmet vermesi ve böylece Hakk'ın irâdesine baş eğip teslim olması demektir.

Melekler ise, kâinatta her şeyin böylece Hakk'ın emrine baş eğip yüklendiği programı kusursuz yerine getirdiğini gördükçe, Allah'ın sınırsız kudret ve azameti karşısında saygıyla korkup, O'nun kudretinin her tezahürü, rahmetinin eseri olduğunu düşünerek O'na hamd ederler.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun