İnsanların içinde, insanı karşı cinse yönelten şehevi bir istek / bir güç var. Bunun mahiyeti nedir?

Tarih: 20.03.2007 - 20:46 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İnsanda, ruhun yaşayabilmesi için insan bedeninde üç adet duygu yüklü merkez yaratılmıştır. Birincisi, “menfaatleri celb ve cezbetmek için kuvve-i şeheviyye-i behimiyye”dir. Bu duygu bütün hayvanlarda müşterek olarak bulunur. İkincisi, “menfaat ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden ayırmak için kuvve-i akliyye-i melekiyye”dir. Meleklere has bir özellik olan akıl nimeti insanlara ve cinlere de verilmiştir. Üçüncüsü, “zararlı şeyleri defetmek için kuvve-i sebu’iyye-i gadabiye”dir. Bu özellik, insanlarda bulunmakla beraber, daha kamil manada yırtıcı hayvanlarda bulunan bir özelliktir.

Bediüzzaman, ahlakın etkili kaynağı olarak gösterdiği bu melekelerden “kuvve-i şeheviyye” ve “kuvve-i gadabiyye”yi özetle (mealen) şöyle tanımlamaktadır:

Kuvve-i şeheviyye cinsel arzu, yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi faydalı şeyleri alma ve elde etme gücüdür. Ancak bu gücün üç derecesi vardır. Tefrit derecesi ‘humud’ denilen şehevi konulara karşı isteksizliktir. Böyle bir kişi, harama karşı şehveti olmadığı gibi helallere karşı da iştahlı değildir. Tefritin zıddı olan ifrat derecesi (fücur) ise, helal-haram demeden aşırı şekilde şehvetine düşkün olmaktır. Böyle bir kimse namusları ayaklar altına alma istidadındadır. Orta mertebe olan vasat derecesi ise iffetliliktir. Kişinin helaline karşı şehveti varken, harama karşı iştahsız olur.”

“Kuvve-i gadabiyye, zararlı şeyleri reddetme duygusudur. Bu duygunun tefrit derecesi korkaklıktır ki, böyle bir duyguya sahip olan insan olur olmaz şeylerden korkarak hayatı kendisine zehir eder. İfrat derecesi ise, maddi ve manevi hiçbir şeyden korkmama hissi veren ‘tehevvür’dür. Denilebilir ki, bütün istibdatlar, zulümler ve tahakkümler tehevvür mertebesinin mahsulüdür. Bu duygunun vasat mertebesi ‘şeca’at’ denilen kahramanlıktır. Şeca’at sahibi bir kimse, başka bir şey için değil, sadece dini ve dünyevi hakları için canını feda etmekten çekinmez. Ancak meşru olmayan işlere karışmaz.”

Buradan anlaşıldığına göre, hak tanımazlık ilkesine dayanan gadab duygusunun ifrat derecesi, helal-haram bilmeyen kuvve-i şeheviyyenin ifrat derecesiyle birleşince, masumların ve özellikle zayıfların hakları ayak altına alınacağı gibi, iffetli insanların namusları da kirletilmiş olur. İnsanın eşref bir mahluk ve mükemmel bir varlık oluşuna uygun olarak bu duygular, din tarafından tahdit edilmişse de fıtratça ve yaratılışça sınırlandırılmamıştır. Başka bir deyimle, insanlara verilmiş bulunan bu duyguların kontrolü tamamen insanın iradesine bırakılmıştır. İnsan eğer “hadd-ı vasat” dediğimiz dereceyi muhafaza edemeyip ifrat veya tefrite düşerse, ahlaki zaafların içine gireceği açıktır.

Böyle bir bakış açısıyla, iman, ibadet ve ahlak olguları birbirinden kopmaz ve sürekli iç içe olmaları gereken birer insani tutum ve ruh halleridir. Yani ahlak ilkeleri sadece insanların uymaları beklenen ve uymadıkları takdirde cezalandırılmakla tehdit edildikleri soyut emirler ve kurallar olmaktan çok daha fazla bir anlama sahiptir. Bu anlamda sadece insanların davranış ve duyuşlarını sınırlandıran dışarıdan, zorla tatbik edilen emirler değil, onların kamil, erdemli bir insan olmalarının yolunu gösteren deruni, vicdani ve canlı hayat ilkeleridir. Ayrıca bunlara uymak da bir tür ibadettir. İbadet de insanın ruhunu yücelten, istidatlarını inkişaf ettiren, meyillerini temizleyen, emellerini gerçekleştiren, fikirlerini genişleten ve sistemleştiren, şehevi ve gadabi duygularını sınırlayan bir hal üzerinde olmaktır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun