“Evrim teorisi ispatlandı.” şeklinde yapılan açıklamaların doğruluk payı var mıdır?

Tarih: 12.10.2011 - 08:45 | Güncelleme:

Soru Detayı

- “Aldosteron hormonu”nun reseptör geninin evrimleşmesinin tespit edildiği ve Batı'da bütün bilim adamlarının evrimi destekledikleri doğru mudur?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Propagandadan başka hiçbir doğruluk payı yoktur. Evrim görüşünü ortaya koyan Darwin’in konu ile ilgili kitapları 1850-1860 yılları arasında yayınlanmıştır. Yani yaklaşık 160 yıllık bir geçmişi vardır. Bu kadar zaman içinde evrim görüşünü ispatlayan değil, çürüten yüzlerce delil, bizatihi evrim görüşünü savunan bilim insanları tarafından ileriye sürülmüştür.

Burada gaye bilimsel bir konunun ortaya konması olmayıp, ateizmi esas alan ideolojik bir düşüncenin hâkim kılınması olduğundan gerçekler hep bilimsel bilgi adı altında gizlenmiş veya perdelenmiştir.

Sorunun ikinci şıkkında "aldosteron hormonu"ndan söz ediliyor. Bu hormon, bedendeki elektrolit ve su dengesinin korunmasında rol alır. Böbrek üstü bezinin kabuk kısmından salınır. Böyle bir hormonun, canlı varlık olmaksızın hormon olarak görev yapması mümkün değildir. Her bir oluşumun temelinin elementler olduğu gibi, bu hormonun da neticede temel maddesi karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi elementlerdir.

Bunların belli türev ve bileşikleri canlılardan önce var edilmiş veya birleştirilmiş olmalıdır. Böyle hormonun veya molekülün yapısından hareketle, yukarıda ifade edilen evrim görüşünün ispatlandığını ileri sürmek, sağlıklı bir düşüncenin ürünü olamaz.

Şempanzenin genetik yapısına müdahale ederek, bundan bir insanın hasıl olacağı senaryosuna gelince, bunun iki yönü var.

Birincisi, varlıkları yaratmak ve onlara hayat vermek Allah’a mahsustur. İnsanın burada da yapacağı şey, genetik yapının işleyişini yönlendirmektir. Allah insana o iradeyi vermiştir. Her bir varlığın hücrelerine hayat ve rızık vermek, o hücrelerin bütün ihtiyaçlarını karşılamak, hücreleri çoğaltmak ve farklılaştırmak, ömrü bitenleri yenileri ile değiştirmek Allah’ın sonsuz ilim, irade ve kudretiyle olmaktadır.

İkincisi, bir canlıya müdahale ile ondan bir başka canlının meydana gelmesi ya da Allah’ın bir müdahale olmadan mesela, bir şempanzeden bir insan meydana getirmesi, bizi bütün insanlığın o yolda olduğu genellemesine götürmez. Böyle bir genelleme bilimsel düşünceye ve bilimin kurallarına uygun değildir. Çünkü böyle bir genelleme için gerek genetik, gerekse biyokimyasal ve gerekse biyolojik yönden sorduğunuz her soruya doğru cevap almanız icap eder. Yoksa hasbelkader, bir canlıdan bir başkasının ortaya çıkması, her denemede aynı sonucu elde edemediğiniz sürece, o canlı grubunun soyu ile ilgili bir genellemeye esas olamaz.

Batı dünyasında bütün bilim adamlarının evrimi desteklediği iddiası, hakikate uygun değildir. Orada pek çok bilim adamı evrimi felsefî bir düşünce tarzı olarak alır. Bir kısmı da doğrudan yaratılışı kabul eder.

Ancak, evrim karşıtı düşüncede olanlar akademik baskı altında oldukları için, bir kısmı açıktan evrime cephe almaktan çekinmektedirler. Bir kısmının da evrim karşıtı görüşlerine bilimsel dergi ve kitaplarda yer verilmez. Çünkü dini dergilerin idarecileri dahi, insanın maymun soyundan geldiğine inanan evrimcilerin elindedir. Onlar, evrime gölge düşürecek en küçük bir evrim karşıtı düşünceye de müsaade etmezler. Onlar için bu konudaki fikrin bilimsel olması önemli değildir. Önemli olan, yazı veya makalenin bünyesinde evrime karşı bir görüş barındırmamasıdır.

Hâl böyle olunca, işin içinde olmayanlar, bütün bilim adamlarının evrimi desteklediğini düşünürler. Evrimciler de zaten herkesin evrimi desteklediği yalanını yaymaktadırlar.

 Evrim görüşünün iddiası şudur:

Basitten yüksek yapılılara kadar bütün canlılar tesadüfen ve silsile hâlinde birbirinden meydana gelmiştir. Canlı türlerinin evrimleşerek ve farklılaşarak birbirinden meydana geldiğini gösteren deliller zaman içinde bulunacak ve ispatlanacaktır.

Yüz altmış yıldır yapılan çalışmaların bir özeti mahiyetinde, evrim görüşüne sahip bilim insanlarının bu konudaki görüşlerini kısa vermeye çalışacağız.

Protozoalardan Omurgasız Metozoalara Geçiş

Yeryüzünde Protozoa ve suyosunu gibi ilk canlılığın görüldüğü devre İlk zaman (Prekambriyan devre) günümüzden yaklaşık 2 milyar yıl öncedir. Bundan sonra Palezoik (1. Zaman) gelir. Onun ilk devresi Kambriyan’dır ve günümüzden takriben 550 milyon yıl öncedir (bk. Tablo 1).

Axelrod, George ve Kay gibi araştırıcılar eserlerinde, Kam­briyen omurgasızlarının, geçit formu olmadan Ante­kam­b­riyen devri sonunda birdenbire yeryüzünde göründüklerini belirtirler[1],[2],[3].

Richard Monestarsky de yeryüzünde kompleks hayatın aniden ortaya çıktığını belirtir ve şöyle der:

Günümüzdeki kompleks hayvan formları aniden ortaya çıkmışlardır. Bu gelişleri Kambriyen devrinin başına rastlar. Denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması bu devirde başlamıştır[4].

Evrimci İngiliz zoologlarından Richard Dawkins de komp­leks canlıların birden ortaya çıktığını belirtir:

Kambriyen tabakalarındaki omurgasız grupları, sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan orada meydana gelmiş gibidirler. Tabii ki bu ani ortaya çıkış, yaratılışçıları memnun etmektedir[5].

Omurgasızlardan Omurgalılara Geçiş

Evrimci paleontolog Gerald Todd da, balık grupları arasında geçit formunun olmadığına dikkati çeker ve şöyle der:

Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil tabakalarında aynı anda ve birdenbire ortaya çıkarlar ve kendilerini ata olabilecek hiçbir canlı grubuyla bağlantılı göstermezler[6].

Tablo 1. Jeolojik zaman tablosu. En eski (yaşlı) devirler tablonun alt tarafında, en yeni devirler de üst tarafında yazılmıştır.

Zaman

Devir

Seri

Periyodun

başlangıcı

Jeolojik olaylar ve iklim

Biyolojik   karakterler

 ANTROPOZOİK (4.Zaman)

Kuvaterner

Holosen

25 bin yıl

önce

  Mutedil iklim, Orta-

Doğu’da kuraklık 

ve çöllerin teşekkülü,

Günümüz insanı, hayvanı ve bitkileri

Pleistosen

60 bin yıl

önce

Periyodik

 buzullaşma, soğuk ve sıcak iklim

Büyük memeliler ve birçok bitki.

SENOZOİK (3. Zaman)

Neojen

Pliyosen

12 milyon

 yıl önce

Bugünküne benzeyen

 iklim, karaların yükselmesi.

Ağaç eğreltiler ve dev köpek balıkları ortadan kalktı.  

   Australopithecus’un

 görünmesi. Çeşitli Memeliler.

Miyosen

25 milyon

yıl önce

Volkanik faaliyetler, Alpler ve 

Himalayalar’ın teşekkülü

     Kemikli balıklar, dev köpek

balıkları, otobur memeliler,

kayın ve kavak gibi yaprak

 döken ağaçlar. Yüksek yerlerde

 Cedrus ve Sequoia ağaçları.

Pateojen

Oligosen

34 milyon

yıl önce

Yer kabuğu

hareketleri, Alpler’in  

teşekkülü, Serin iklim.

Çiçekli bitkiler, yapraklarını döken ağaçlar. İlkel maymunlar. Kedi, köpek ve ayılar

Eosen

55 milyon

 yıl önce

 Volkanik faaliyetler,  Tropikal şartlar

İlk atlar (Eohippus),

 günümüzün memeli ordoları, Subtropik ormanlar

Paleosen

75 milyon

 yıl önce

 

İlk memeli grubu balinalar denizde yaşamaya

başladı. Bütün dinosaurlar

 ortadan kalktı. Subtropik ormanlar.

MESOZOİK (2.Zaman)

Kretase

 

130

milyon

 yıl önce

Avustralya dışında

 ılıman iklim, Tebeşir yığılması

Dev kara reptilleri, keseli ve plasentalı memeliler.

Çiçekli bitkiler gelişti. Gymnospermler azaldı.

Jura

 

180

 milyon

 yıl önce

Kireç taşı (tebeşir), İklim mutedil

Dev dinozorlar ve diğer

reptiller, ilk memeliler ve dişli

kuşlar, ilk Angiospermler,

 Conifer ve Cycad’lar dominant

 

Tablo 1’in Jeolojik zaman tablosu devamı.

Zaman

Devir

Seri

Periyodun

 başlangıcı
başl

 

Jeolojik

olaylar ve

 iklim

Biyolojik karakterler

MESOZOİK

(2.Zaman)

Triyas

 

230 milyon

yıl önce

Başlangıçta

sıcak ve kurak, sonra nemli
iklim

İlk dev dinozorlar. Deniz

 reptilleri, Gymnosperm devri,

tohumlu eğreltiler ortadan kalktı.

 İlk sinek ve termitler.

PALEOZOİK (1. Zaman)

Permiyen

 

260 milyon

 yıl önce

Kuzey yarım

küre sıcak, kurak, bazı bölgeler

nemli,

 güneyde buz

devri şartları

Trilobitler ortadan kalktı.

 Ammonitler gelişti. Coniferler ortaya çıktı. İlk Cycadlar. Pek çok böcek

 tipi ortaya çıktı.

Karbonifer

 

280 milyon

 yıl önce

İklim sıcaklık

 ve nemli,

kömür

 teşekkülü

Eğrelti otları dev ağaçlar hâlinde. gelişti. İlk reptiller ve amfibiler

(Ichthyostegidae).

Devoniyen

 

330 milyon

 yıl önce

Denizden

yükselmeler,

 yarı kurak

iklim

İlk böcekler, örümcekler, tatlı su

 balıklarının çoğu, eğreltiler,

 atkuyrukları, kibrit otları ortaya

 çıktı.

Silurien
yen

 

380 milyon

yıl önce

Sıcak ve

 kurak iklim

Bitkiler kara hayatına geçirildiler..

Denizlerde ilk omurgalılar.

Ordovisiyen

 

430 milyon

yıl önce

Sıcak iklim

Hayat sadece denizlerde mevcut.

Ostracodermler, Trilobitler çok

 gelişti. Cephalopodlar dominant

Kambriyen

 

550 milyon

 yıl önce

Mutedil iklim

Denizde yaşayan omurgasızlar

 (Trilobitler, Molluscalar

 Brachiopodlar, süngerler, deniz

 algleri).

KRİPTOZOİK

 (İlk Zaman)

Antekamb

riyen

Prekam

brium

2 milyar yıl

 önce

Sıcak iklim,

Tortul

kayalar.

Protozoa’lardan Radiolaria’ya ait

 az sayıda fosil, alger.

Arkeen
zoik

4 milyar yıl

 önce

Sıcak iklim,

az sayıda

tortul kaya

Bu devreye ait fosil yok

Balıklardan Kurbağalara Geçiş

İngiliz Doğa Tarihi Müzesi’nden Norman da balıkların geçmişine ait hiç fosil olmadığını belirtir:

Şimdiye kadar elde edilen fosillerin hiçbirisi, balıkların geçmişine dair delil ortaya koyamadılar[7].

Gordon Taylor da yüzgeçli ve eklemliler arasında geçit formunun olmadığını söyler:

Dünyadaki fosil koleksiyonlar içerisinde yüzgeçli ve eklemli canlılar arasında, birinin diğerinden meydana geldiğini gösteren hiçbir ara formu yoktur[8].

Robert Carroll, “Omurgalı Paleontolojisi ve Evrimi” adlı eserinde, balıklarla kurbağalar arasında geçiş formu bulunmadığına işaret eder ve şöyle der:

Elimizde, ilk kurbağalarla balıklar arasında geçiş formu özelliğine sahip fosil yoktur [9].

Edwin Colbert ve Morales de geçmişteki kurbağalarla günümüzdekilerin aynı yapıda olduklarına dikkati çeker:

Paleozoik devir (Birinci zaman) kurbağalarının ortak bir ataya sahip olduklarını gösterecek tek bir delil yoktur. Bilinen en eski kurbağalarla günümüzdekiler birbirlerine benzerdirler[10].

Sürüngenlerden Memelilere Geçiş

Romer, Omurgalı Paleontolojisi” adlı eserinde, uçan memelilerden yarasanın, sürüngenlerden geldiğini gösteren fosilin bulunmadığına dikkati çeker[11].

Ommaney de yaşlı tabakalar ara­sındaki yarasa formlarının günümüzdekilerden farksız olduğunu belirtir[12].

Neo-Darwinist Teori’nin kurucularından evrimci George Gaylord Simpson, “İnsandan Önceki Hayat” adlı eserinde, memelilere dair ara form olmadığını belirtir ve şöyle der:

Sürüngen devri’ olarak bilinen mesozoik çağ’ın canlıları, aniden memeliler devrinde değişmiştir. Sanki bütün başrol oyunculuğunu çok sayıda ve türdeki sürüngenlerin üstlendiği bir oyunun perdesi bir anda indirilmiştir. Perde yeniden açıldığında, başrolünde memelilerin yer aldığı, sürüngenlerin kenara itildiği yeni bir devir başlamıştır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devre ait izleri yoktur[13].

 Atın Evriminin Kritiği

Dunouy ve Goldschmidt, tek toynaklı atın, günümüzden 130 milyon yıl önce Mesozoik devrinde, yani çok toynaklı attan evvel yeryüzünde mevcut olduğunu belirtir. Onlara göre, çok toynaklı atların ilki ise Eosen devrinde, 55 milyon yıl önce ortaya çıkmış, sonuncusunun nesli de Miyosen’de yaklaşık 25 milyon yıl önce ortadan kalkmıştır[14],[15],[16].

Evrimci biyologlardan Boyce Rensberger, atın evrimini belirten fosil serilerinin gerçekte bulunmadığını, farklı canlılara ait iskeletlerin yan yana dizilerek bu serilerin elde edildiğini belirtir ve şöyle der:

Yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış dört toynaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan silsile hâlinde birtakım değişmelerle günümüzdeki atın evrimleştiği’ iddiası, geçerliliğini yitirmiştir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri tamamen farklı olarak ortaya çıkmakta, hiç değişmeden kalmakta, sonra da bunların soyu tükenmektedir. Dolayısıyla bunlar ara form değil, her birisi ayrı yapıya sahip farklı birer formdurlar [17].

İngiltere Doğa Tarihi Müzesi yöneticilerinden evrimci Colin Patterson da benzer görüşü dile getirir ve şu değerlendirmeyi yapar:

Elli yıl önce hazırlanmış olan ve hâlâ müzenin alt katında (Amerika’da müze) duran atın evrimi sergisi, hayalî kötü bir hikâyeden başka bir şey değildir! Atın evrimi, birbirini takip eden yüzlerce ilmî kaynak tarafından ‘büyük bir gerçek’ gibi sunulmuştur. Ancak bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları, spekülasyondan başka bir şey değildir [18].

Atın evriminin dayandığı fosillerin Hindistan, Güney ve Kuzey Amerika ile Avrupa’da değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle oluşturulduğu” belirtilir. Bu hususta evrimciler ara­sında da görüş birliği yoktur. Birbirinden farklı 20’den fazla atın evrim şeması vardır. Bu sıralamalardaki ortak nokta, 55 milyon yıl önce Eosen Devri’nde yaşamış Eohippus (Hyra­cotherium) adlı köpek benzeri bir canlının “atın ilk atası” olduğuna inanılmasıdır. Hâlbuki Hitching, “atın atası” olarak sunulan bu Eohippus’un, günümüzde Afrika’da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi olmayan “Hyrax” isimli hayvanın aynısı olduğunu belirtir[19].

Evrimcilerden Gordon Taylor, “The Great Evolution Mystery” adlı eserinde, at serileriyle ilgili olarak şunu belirtir:

Paleontologlar, evrimciler tarafından ileri sürülen at serileriyle ilgili fosilleri ortaya koyamamışlardır. At serisi ‘evrim konusunda çözüme kavuşturulmuş örnek’ olarak takdim edilir, ama gerçek öyle değildir. Eohippus’tan günümüzdeki at Equus’a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Farklı kaynaklardan gelen canlılara ait fosillerin bir araya getirilip arka arkaya dizilmesi mümkündür, fakat canlılar tarihinde bu sıralamayı doğrulayacak hiçbir delil yoktur [20].

 Sonuç olarak, çok toynaklı at tiplerinin her birisi ayrı bir formdur ve belirli bir devre yaşayıp ortadan kalkmıştır. Günümüzdeki tek toynaklı atın nesli de tek toynaklıdır ve çok toynaklı attan önce yeryüzünde görünmüştür.

Sürüngenlerden Kuşlara Geçiş

Sürüngenden kuşa geçişte sürüngen pullarının tüye dönüştüğü ileri sürülür. Fakat bazı evrimciler bu görüşün yanlışlığına işaret etmektedirler. Bunlardan Barbara, konuyu şöyle değerlendirir:

Tüyler oldukça kompleks bir yapıya sahiptirler. Böyle bir yapının sürüngen pullarından evrimleşmesi için çok uzun zamana ve pek çok ara forma ihtiyaç vardır. Ancak pullarla tüyler arasında geçiş özelliğine sahip hiçbir form yoktur[21].

Brush da “tüylerin bir anda ortaya çıktığı” görüşündedir ve şöyle der:

Tüyler, fosil kayıtlarında sadece kuşlara has bir özellik olarak bir anda belirir [22].

Feduccia, sürüngenden kuşa geçişin imkânsız olduğunu şöyle dile getirir:

Sürüngenden kuşa geçiş, biyofizik açısından mümkün değildir [23]

Evrimcilerin iddiasına göre Arkeopteriks, dinozorlardan evrimleşmiş olmalıdır. Ancak son bulunan fosillerin ışığında evrimcilerin bir kısmı, Arkeopteriks’in ara form olma özelliğini kabul etmemektedirler. Bunlardan kuşlar üzerinde ihtisas sahibi olan Alan Feduccia, şu ifadeyi kullanır:

Yirmi beş sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim. Dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. ‘Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği’ görüşü, paleontoloji alanında yirminci yüzyılın en büyük utancı olacaktır![24]

Arkeopteriks’in “kuşların atası” olmadığı anlaşılınca, kuşlara ata ola­rak, John Ostrom tarafından Protoavis teklif edilmiştir. J. Ostrom, Pro­toavis’e ait elde fosil bulunmadığını, ancak kuşlara bir ata gerektiği için bunu farazi olarak teklif ettiğini belirtmektedir[25].

2 Eylül 1987 tarihli “Punch” dergisinde Arkeopteriks ile alakalı değişik bir iddia yer almıştır. “William Hewison” imzasıyla neşredilen makalede, 1861 yılında bulunan Arkeopteriks fosiline ait tüy izlerinin, Ric­hard Owen tarafından baskı kalıbıyla kertenkele benzeri bir fosile sonradan konduğu ileri sü­rülmektedir. Arkeopteriks hakkında yaygın kanaat, “dişli bir kuş olduğu ve belirli bir devre yaşayıp ortadan kalktığı” yönündedir[26], [27],[28],[29],[30].

Arkeopteriks dişli bir kuştur. Nitekim günümüzde bazı sürüngen ve amfibilerin dişleri varken diğer bazılarının yoktur.

Böceklerin Geçmişi

Böceklerin de kehribar, volkan külleri ve kömür gibi materyaller içinde fosilleri bulunmuştur. Kehribar içinde rastlananların iç organları, doku ve hücre yapıları dahi gayet güzel muhafaza edilmiş olduğundan mevcutlarıyla karşılaştırma im­kânı vermektedir. Brues, “Insects in Amber” adlı eserinde, 350 milyon sene önce yaratılmış böceklerle günümüzdekiler arasında şekil yönünden farklılık olmadığını belirtir.

Ancak geçmiştekilerden bazıları bu­günkü akrabalarından daha büyük ve iri idiler. Meselâ büyük hamam böcekleri ve dev karıncalar gibi. Böceklerin bir özelliği, çok değişik formlara sahip olmalarıdır. Dolayısıyla hangi kaynaktan meydana gelmiş ola­bileceklerini ortaya koymak zordur. Olsen, “Hayatın Evrimi” adlı eserinde, böceklerde uçma hadisesinin nasıl başlamış olduğu hakkında hiçbir bilginin olmadığına dikkati çeker[31].

Geçiş Formlarıyla İlgili Genel Değerlendirme

Evrim görüşü canlıların yeryüzüne gelişlerini “kademeli ortaya çıkış”la açıklamaktadır. Basitten yüksek yapılılara doğru canlı organizmalar zaman içerisinde yavaş yavaş meydana gelmiş olmalıdır. Bunun da delili, fosiller olacaktır. 1850’li yıllarda bu teori ortaya atıldığı zaman genel düşünce bu yönde idi. Ancak geçen zaman içerisinde bu görüşü doğrulayacak fosil materyallerin bulunamaması, bu düşüncenin büyük oranda terkine sebep olmuştur.

Ünlü İngiliz paleontoloğu Derek, bu hususta şöyle der:

Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz”[32].

Evrimci Carlton da benzer görüşü dile getirir ve şöyle der:

Yeryüzünde hayat zaman içinde, yavaş yavaş ve kademe kademe mi gelişti? Fosil kayıtlarının bu soruya cevabı ‘hayır’dır[33].

Oxford Üniversitesi’nden Tom, türlerin birbirine geçişini gösteren fosilin olmadığını belirterek şöyle der:

Fosil kayıtlarına göre, pek çok tür, birdenbire ortaya çıkar, hiç değişime uğramadan birkaç milyon yıl kalır ve birdenbire kaybolur. Bir nesilden diğerine türlerin geçişini gösteren tek bir fosil örneği yoktur[34],[35].

Steven da kademeli evrimi doğrulayacak fosil delilinin bulunmadığına dikkati çeker ve şunu belirtir:

Bilinen fosil kayıtları, kademeli evrimin geçerli olabileceğine dair hiçbir fosil örneği sunamadı[36].

Adler, ara form bulma hususunda araştırıcıların elde ettikleri karşısında hayal kırıklığı içerisinde kaldıklarına dikkati çeker:

Türler arası formları ne kadar fazla sayıda bilim adamı ararsa, o kadar fazla hayal kırıklığına uğruyor [37].

Evrimci Mark, türlerin aniden ortaya çıkıp yine aniden kaybolduğunu dile getirir:

Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Bu durum, türlerin Allah tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçılara destek sağlamaktadır [38].

 Harvard Üniversitesi’nden evrimci Gould, evrim soy ağacının, fosil kayıtlarına değil, evrimcilerin hayaline dayanılarak çizildiğini belirterek şu görüşü ifade eder:

Kitaplarımızda yer alan evrim soy ağaçları, fosil kayıtlarına değil, bizim tasarımlarımıza dayalıdır[39].

Yeryüzünde jeolojik devirler boyunca farklı organizmalar, değişik canlı tipleri ortaya çıkmış, bunların bir kısmı hiç değişiklik ge­çirmeden, bir kısmı da ufak tefek değişikliklerle günümüze kadar gel­miştir. Bazısı da belirli bir devre yaşayıp ortadan kalkmıştır. Burada dik­kati çeken bir husus, zamana bağlı olarak, yüksek yapılı organizmaların yavaş yavaş yeryüzünde görünmeleridir. Bunun tek açıklaması olabilir. O da, kademe kademe iyileşen yeryüzü şartlarına uygun canlıların yaratılmış olmasıdır. Bir başka ifadeyle koyun, çimenler ve otlar hasıl edil­dikten sonra yaratılmıştır. Koyun ot ve çimenlerden önce yaratılsa hayatı nasıl devam edecektir? Yeryüzünde uygun şartlar sağlanınca, o şartlara uygun canlılar yaratılıyor. Yani misafir gelmeden önce sofrası hazırlanıyor. Tıpkı yavrular dünyaya gönderilmeden önce annelerinin sinelerinde sütün hazırlandığı gibi.

Ara form veya geçiş formu olarak ileri sürülen fosiller hem çok az hem de bunların ara form olma özelliği yoktur. “Şimdiye kadarki fosillerin yeterli ve güvenli bir materyal olmadığı” artık genel bir kanaat hâline gel­miştir.

Mutasyonların Kritiği

Mutasyonların, zaman içinde, tek atadan günümüzdeki canlı çe­şidini hasıl ettiği görüşünün lehinde ve aleyhinde farklı görüşlere rastlamak mümkündür. Bazıları mutasyonları, sebebi ne olursa olsun, “tabii seleksiyon için ham madde” ve “evolüsyon için önemli bir faktör” ola­rak kabul ederler.

Meşhur evrimci Dobzhansky, bütün değişiklikleri mutasyona bağlar ve şöyle der:

Her şey aslen bir tek canlıdan türemişse, bütün organik fark­ların mutasyon değişiklikleriyle meydana gelmiş olması lazımdır[40].

Ernst Mayer de benzer şeyi söyler:

Mutasyon, tâbii popülasyonlarda bulunan genetik var­yasyonların son kaynağıdır [41].

Waddington da farklılaşmaların tek kaynağı olarak, tesadüfen meydana gelen mutasyonları görür ve bunu şöyle belirtir:

Katılımla ilgili yeni varyasyonun ortaya çıkmasından rastgele meydana gelen mutasyonlardan başka bir yol bilmiyoruz. Bu gerçekler hâlâ değişmemiştir[42].

Bununla beraber, mutasyonların evrim için yeterli delil sağlayamadığını da ifade edenler bir hayli fazladır. Bunlardan Ayala, şu ifadeyi kullanır:

Yüksek organizmalardaki mutasyon frekansının bir nesilde, bir gen başına on binde bir ile milyonda bir arasında olduğunu tah­min etmekteyiz[43].

Muller de şu görüşü dile getirir:

Mutasyonların yüzde 99’undan fazlası kesin olarak zararlıdır. Tesadüfi olaylardan da ancak böyle olması bek­lenir[44].

Evrimci Huxley de mutasyonların bozucu ve öldürücü olduğuna dikkati çeker:

Bin mutasyondan bir tanesinin faydalı olması nadiren gö­rülür. Fakat bu kadarı bile çok verimlidir. Çünkü mu­tasyonların birçoğu öldürücü, bir kısmı da bozucudur[45].

Bilhassa son yıllarda bakteriler üzerinde değişik deneyler ya­pılmıştır. Bakterilere ısının, kuruluğun, dondurarak vakumda kurutmanın, elektriğin, yüksek basıncın, çeşitli kimyevî maddelerin tesirleri araş­tırılmıştır. Sonuçta farklı çevre şartlarında mutasyonla yeni tür meydana gelmediği gözlenmiştir[46].

Bakteriler en sık mutasyon geçiren canlılardır. Özellikle Echerichia coli bakterisi 20 dakikada bir bölünür. Bu bakterilerle son 50 yıldır yapılan deneyler sonucu çok fazla miktarda bakteri elde edilmiştir. Hatta 50 yıl­dır elde edilen bakteri sayısı, 100 milyon seneden bu tarafa yaşayan herhangi bir hayvan türünün sayısından daha fazladır. Eğer mutasyonla bir tür değişimi olsaydı, bu bakterilerde tür değişimi mutlaka gözlenecekti.

Geesser Üniversitesi Tıbbi Fizik ve Palinoloji Enstitüsü, 500 mil­yon sene önce yaşayan bakterilerin şimdi yaşayan bakterilerle hiçbir fark­lılığının olmadığını belirtir[47].

Aslında evolüsyonun koordine olmuş ve belirli yönde ilerlemiş şeklini, tesadüfen ve gelişigüzel teşekkül eden mutasyonlarla açıklamanın mümkün olmadığına sıkça temas edilir[48].

Moor, mutasyonlarla meydana gelebilecek değişikliklerin tür sınırını aş­amayacağını belirtir ve şöyle der:

Mutasyonlar, bir canlı organizma türü içinde meydana gelen ve türlerin hudutlarını aşmayan değişikliklerdir. Büyük canlı grup­ları, ne poliploidi ne de kromozom düzeni değişikliği ile izah edi­lir[49].

Meşhur evrimci Stephen Gould, mutasyonla yeni türün meydana gelemeyeceğini söyler:

Bir mutasyon yeni bir DNA oluşturmaz. Dolayısıyla türleri mutasyona uğratarak yeni türler elde etmek mümkün değildir[50].

Genetikçilerden evrimci Gordon Taylor, evrimi ispat için yapılan mutasyon çalışmalarının başarısız olduğunu itiraf eder ve şöyle der:

Altmış yıldır dünyanın dört bir yanındaki genetikçiler, evrimi ispat için meyve sinekleri yetiştiriyorlar. Ama hâlâ bir türün, hatta tek bir enzimin bile ortaya çıkışını gözleyemediler [51].

Sonuç olarak, canlılarda ani olarak meydana gelen ve mutasyon olarak adlandırılan değişiklikler genelde o canlı yapısını bozucu veya öldürücü tiptedir. Mutasyonla meydana gelen arızalı bir tipin yeni bir türün başlangıcı olması mümkün değildir.

İnsanın Geçmişi

“İnsanın aşağı yapılı organizmalardan evrimleşerek günümüze ulaş­tığı, bu gelişin son halkasında maymunla ortak ataya sahip olduğu” ileri sürülür. Buna delil olarak Hominid formlarından Dryopithecus, Ra­mapitheus, Australopithecus ve Homo erectus serisi nazara verilir.

Bu fosil materyallerinin her birisinin tek canlıya ait olmadığı, farklı or­ganizmalara ait parçaların tek organizmada birleştirilmiş bulunduğu pek çok bilim insanı tarafından müteaddit defalar dile getirilmiştir.

Diğer taraftan fosil yaşlarının güvenilir bir doğrulukta yapılamamaktadır. Mesela Leakey’nin 1470 fosili ile KNM-WT-17000 fosili, şim­diye kadar genel bir kabul gören Australopithecus ve Homo erectus se­risini desteklememektedir. Çünkü bu fosiller Austrolopithecus ve Homo erectus’lardan daha yaşlı, ancak KNM-WT-17000 fosili bazı karakterler bakımından onlardan daha ileri, bazı karakterler bakımından ise daha ge­ridir.

Schiller, insan neslinin diğer canlılardan ayrı olarak ortaya çıktığını şu ifadeyle belirtir:

İnsanın geçmişiyle ilgili fosiller, beklenen geçiş formlarını ortaya koyamadı. Bütün bunlardan sonra bizim, insandan aşağı bir varlıktan evrimleşmeyip doğrudan kendi neslimizden geldiğimiz rahatlıkla söylenebilir”[52] .

Pennsylvania State Üniversitesi’nden Antropoloji Profesörü Robert Eckhardt, Hominoid serisinde insanın atasının varlığını gösteren fosilin olmadığını şöyle ifade eder:

Hominoidler serisi, insanın hominid (insanımsı) atası olduğunu gösteren morfolojiye sahip bir fosil yoktur [53].

Ünlü paleontolog David Pilbeam, insanın geçmişiyle ilgili karar vermede ellerindeki materyallerin yetersizliğini belirtir:

Yayınlanan kitaplar şunu söylemeye çekiniyorlar ki, ben de dâhil olmak üzere, kuşaklar boyu insan evrimini araştıran kişiler, karanlık içinde çırpınıyorlar! Elimizde olan bilgiler, teorilerimizi şekillendirmek için son derece güvenilmez ve yetersizdir[54].

David Pilbeam, geçmişte ileriye sürdükleri teorilerinin ideolojik olduğunu şöyle dile getirir:

İnsanın geçmişiyle ilgili, içimize yerleşmiş bulunan ön kabullerin farkındayım. Bunları zihnimden çıkarmak için gerçekten çaba gösteriyorum. Geçmişteki teorilerimiz, elde olan gerçek bilgimizden çok, bizim o andaki ideolojimizi yansıtıyordu![55]

Arizona Devlet Üniversitesi antropoloğu Geoffrey Clark, 1997 yılında yazdığı eserinde, insanın geçmişini tespitte peşin bir kanaat ve hükümle hareket edildiğine dikkati çekerek şöyle der:

Bir asırdan fazla bir süredir bilim adamları, modern insanın kökenleri konusunda bir uzlaşmaya varmaya çalışıyorlar. Niçin başarılı olamadılar? Çünkü paleoantropologlar farklı eğilimlerden, ön yargılardan ve varsayımlardan yola çıkmaktadırlar. Bu nedenle insanın evrimini açıklayan modeller sırt sırta binmiş iskambil kâğıtlarına benzemektedirler. Bir kâğıdı hareket ettirdiğinizde, tüm yapı çökme tehlikesiyle karşı karşıya gelir[56].

Wells de “insanın hayvan neslinden geldiği” yönündeki çabaları, materyalist felsefe taraftarlarının gayretine bağlamaktadır:

İnsan evriminin peşin hükümlü açıklamalarının içinde genelde, ‘bizlerin hayvandan farklı olmadığımız’ mesajı saklıdır. Ne var ki bu mesaj, hikâyeleri bilimsel kılmak için şimdilerde onlara sokulan cılız delillerden çok uzun zaman önce ileri sürülmüştü. En son ikon, ister bir resim isterse bir hikâye içinde sunulsun, o, modern ampirik bilim kisvesi altında sunulan eski materyalist felsefedir. Hasılı, Gould’un tesadüfilik hakkındaki vaazları, Darwin, Huxley, Simpson, Monod ve Dawkins’in materyalist görüşleri gibi, deneysel bilime değil, öznel felsefeye dayanmaktadır. Her ne kadar Gould, herkes gibi düşüncelerini açıklama hakkına sahip olsa da, onların bilimmiş gibi öğretilmemesi gerekir. Bütün bunlara rağmen, Richard Dawkins’in felsefi görüşleri gibi Gould’­un görüşleri de şimdilerde bazı biyoloji ders kitaplarında yer almaktadır[57].

Kanadalı evrimci ve biyoloji felsefecisi Michael Ruse, evrimin bir “din” hâline getirilmesinden yakınmaktadır:

Eğer insanlar evrimi bir din yapmak istiyorlarsa, bu onların işidir. Fakat onlar, gerçek bilimin ötesine geçip ahlakî ve sosyal düşüncelerin alanına girmekte ve teoremlerini ‘her şeyi kuşatan bir dünya şeması’ olarak görmekte ve böylece bilimden kayış sergilemektedirler[58].

Nature dergisi başyazarı Henry Gee, fosillerin yetersizliğine dikkati çekerek şunu söyler:

Hiçbir fosil, nüfus kâğıdıyla gömülmez. Fosilleri ayıran zaman aralıkları öylesine uzundur ki, ata ve soy yoluyla onların mümkün olan bağlantıları hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz. Yazılı kayıtlarla bir insan tarihini birkaç yüzyıl öncesine götürmek bile hayli zordur. Yaklaşık beş ile on milyon yıl öncesi arasındaki birkaç bin canlı nesli, insan evrimine ilişkin tüm deliller küçük bir kutuya sığabilmektedir. Dolayısıyla, ata ve soy çizgileri şeklindeki hâlihazırdaki insan evrimi şeması, olgudan sonra yapılmış, tamamen bir insan icadıdır ve insanın ön yargılarına göre şekillendirilmiştir. Bir fosil dizisini alıp onun bir nesli temsil ettiğini savunmak, test edilebilir bir bilimsel hipotez değil, çocukları uyutmak için anlatılan masallarla aynı geçerliliğe sahip bir değerlendirmedir. Eğlendirici, hatta öğretici olabilir, ama bilimsel değildir[59].

Bütün bunlardan anlaşılan odur ki, “insanın maymun benzeri bir atadan geldiği” iddiasını des­tekleyen tek bir delil yoktur. Maymundan insana doğru iler­leyen herhangi bir ara veya geçiş formu mevcut değildir. Hatta fosil ka­yıtları, diğer hayvan grupları arasında da geçiş formlarının bulunma­dığını ortaya koymaktadırlar. Bu neticeler, insan da dâhil bütün canlıların ayrı ve özel olarak yaratıldığını ve her birisinin kendine has bir atasının olduğunu göstermektedi.


[1] Axelrod, D. Early Cambrian Marine Fauna. Sci­ence. 1959, Vol. 128. p.7.                                      

[2] George, T.N. Fossils in Evolutionary Perspective. Science Progress. 1960,  Vol. 48, January, p.5.

[3] Kay, M. and Colbert, H.E. Stratigraphyand Life History. New York. John Wiley and Sons. 1965, p.102.

[4] Monestarsky, R. Mysteries of the Orient. Discover, Nisan, 1993, s. 40.

[5] Dawkins, R.The Blind Watchmaker. London,W.W. Norton, 1986, s. 229.

[6] Todd, G.T. Evolution of the Lung and the Origin  of Bony Fishes: A Casual    Relantionship. American Zoologist, cilt 26, no: 4, 1980, s.757.

[7] Norman, J.R. Classification and Pedigrees: Fossils. A History of Fishes. British Museum of Naturel History. 1975, s.343.

[8] Taylor,G.R. The Great Evolution Mystery. Harper &Row, 1983, s.60.

[9] Carroll, L. R. Vertebrate Paleontology and Evolution. New York W.H.Freeman and Co., 1988, s. 4, 138.

[10] Colbert, E. H., & Morales, M. Evolution of the Vertebrates. New York, John Wiley and sons, 1991,s.99.

[11] Romer,AS. Vertebrata Paleontology. Chicago Press. 1966, s.303.

[12] Romer,AS. Vertebrata Paleontology. Chicago Press. 1966, s.15-33.

[13] Simpson, G. Life Before Man. New York, Time-Life Books, 1972,s.42.

[14] Dunouy, L.Human Destiny.The New American Library. New York.1947,P.74.

[15] Gish, D.T. Have You Been Brain Washed? 1983.Terc. Âdem Tatlı,  Evolusyon. 11. baskı, 1986, s.19.

[16] Goldschmidt, R.B. American Scientist. 1952, Vol. 40.p.97.

[17] Rensberger, B. Houston Chronicle, 5 Kasım, 1980, Bölüm 4, s.15.

[18] Patterson, C. Harper’s.  Şubat, 1984, s.60.

[19] Hitching, F. The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong? New  York.Ticknor and Fields, 1982, s.30-31.

[20] Gordon, R.T. The Great  Evolution  Mystery. London, Sphere Books, 1984, s.230.

[21] Barbar, J. Stahl. Vertebrate History: Problems in Evolution. New York: Dover    Publication, 1985, s.349-350.

[22] Brush, A.H. On the Origion of  Feathers. Journal of  Evolutionary Biology. Vol.9, 1996, s.131-33.

[23] Anonim. Jurassic Bird Challanges Origin Theories. Geotimes. Vol. 41, 1996, s.7.

[24] Shipman, P. Birds do it...Did Dinosaurs? New Scientist, 1 Şubat 1997, s.28.

[25] Morris, H. and Parker,G.E. What is Creation Science? Master Book Publishers. California. 1982. Terc. Âdem Tatlı ve ark. Yaratılış Modeli. M.E.B. 1985.

[26] Beddart, F.E.  The Structure and Classification of Birds. Longmans, Green and Ca., London.1989, p.160.

[27] Gregory, W.K. New American Academy of Sci­ence. Annals, 1916, Vol.  27.p.31.

[28] Nouy, L. Human Destiny. The New American Lab­rary. New York. 1947, p.58.

[29] Swinton,W.E. In Biology and Comparative Physi­ology of Birds. Ed.By. A.J. Marshall Academic Press,New York, 1960, Vol. p.1.

[30] Brues, C.T. Insects in Amber. Scientific American. 1951,Vo1.185.s.60.

[31] Olsen,E.C. The Evolution of Life. The New Ame­rican Library. New York.  1965, p.180.

[32] Derek, A. The Nature of the Fosil Record. Proceedings of British Geological   Association. Cilt 87, 1976, s.133.

[33] Carlton, B. Statis:The  Life in the Balcance. Geotimes, vol. 40, Mart 1995, s.18.

[34] Tom, S.K. A Fresh Look At The Fosil Record. New Scientist, vol. 108, 1985, s. 66.

[35] Tom, S.K. Mammal-Like Reptiles and the Origin of Mammals. New York American Pres, 1982, s.363.

[36] Steven, M. S. Macroevolution: Pattern and Processs. San Francisco. W.H. Freeman and C., 1979, s.39.

[37] Adler, J. Who Doubts Evolution? New Scientist, sayı 90,1981, s.831.

[38] Mark C. The Revial of the Creationist Crusade. Maclen’s, 19 Ocak, 1981, s.56.

[39] Gould, S., J. Evrimin Düzensiz Adımları. Naturel History. Mayıs,1977, s.13.

[40] Dobzhansky, T. Genetic of the Evolotionary Process. Colombia  Üniv. Press. 1970, P. 30.

[41] Mayer,E. Populations, Species and Evolution. Cambridge, Mass: Harward  Univ. 1970, p.102.

[42] Waddington,C. H. The Nature of Life. At­heneum. New York, 1962, s. 98.

[43] Ayala, J.F. Teological Explanations in Evolutionary Biology. Philosophy of Science. 1970, Vo1:37.p.3.

[44] Muller, H.J. Radiation Damage to the Genetic Ma­terial. American Scientist. 1950, Vo1.37.p.3.

[45] Huxley, J.  Evolution in Action. New York.Harper Bros. 1953, p. 4l.

[46] Bilgehan, H. Genel Mikrobiyoloji ve Bağışıklık Bi­limi. Ankara. 1984.

[47] Şengün, A. Evolusyon. İstanbul Üniv.Yayınları, İstanbul. 1971, sayı. 162.

[48] Metin,A., Fıeld, A. N. ve Moore, J. N. İlmi Ger­çekler ışığında Darwinizm. Otağ Matbaası. 1976.

[49] Moor, J. On Chromosomes, Mutations and Phlo­geny. 1971. Terc. A. Metin. İlmi Gerçekler ışığında Darwinizm. Otağ Yay. 1971.

[50] Gould, S.J. Is a New and General Theory of Evolution Emerging? Lecture at Hobart & Wm Smith College, 4 Şubat, 1980.

[51] Taylor, G. The Great Evolution Mystery. New York. Harper , 1983, s.48.

[52] Schiller, R. New Findings on the Origin of Man. Reader's- Digest. 1973, August,p.89-90.

[53] Eckhardt, R. Population Genetics and Human Origins. Scientific American, sayı 226,1972, s.94.

[54] Pilbeam, D. American Scientist, sayı, 66,1978, s. 379.

[55] Pilbeam, D. Rearranging Our Family Tree. Nature, Haziran, 1978.

[56] Clark, A.G. Thtough a Glass Darkly: Conceptual Issues in Modern Human Origins Research, s.60-76, 1997.

[57] Wells, J. Icons of Evolution, Science or Myth? Çev. Orhan Düz. Evrimin İkonları, Bilim Mi Mit Mi? Gelenek yayıncılık. Kurtiş Matbaası, İstanbul, s. 207, 209, 2003.

[58] Ruse, M. How Evolution became a religion. National Post. Mayıs 13, 2000;  www.nationalpost.com/artslife.asp?f=000513/288424.html.

[59] Gee, H. In Search of Deep Time: Beyond the Fosil Record to a New History of life. New York: The Free Press,, s. 23, 32, 113, 116-117, 202, 1999.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Ender Dobra

Din akıl ve mantık işi olsaydı, mestin üstünü değil altını meshederdik. (Hz. Ali, Allah ondan razı olsun)

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
ibrahimk

Evrim sacmaligini ortaya atanlar madem cok biliyorlar birkac hucreden dna dan farkli bir canli tur meydana getirsinler bakalim... Ancak insanlara bu rastgele bilgilerini empoze etmektede cok hunerliler. Nereedeyse butun belgesellerde hep evrimden bahsederler. Evrim sacmaligini asla isbatlayamazlar 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun