Gayri müslim Ehl-i kitabın ahiretteki durumu nedir; Allah'a inanmaları cennete gitmelerine sebep olur mu?

Tarih: 26.07.2006 - 20:41 | Güncelleme:

Soru Detayı
Mesela Allah'a inanan, fakat peygamber olarak kabul eden bir Hristiyan hiçbir şekilde cennete giremeyecek midir? Yoksa Allah'a olan imanı onu belli bir süre sonra cehennem ateşinden kurtarır mı?..
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cehennemin dereceleri vardır. En aşağı derecesindeki bir münafığın veya hiçbir dine inanmayan ateistin azabıyla, en üstteki günahkâr Müslüman'ın azabı bir olmayacaktır. Gayri müslimler günahkâr Müslümanların bir alt katındadır. Ama cezası bittikten sonra cennet gidecek olanlar imanı olan ama günahkâr olan Müslümanlardır. Bunun dışındakiler cennete girmez. Ama Allah hiç kimsenin yabtığı hizmeti veya güzel davranışı mükafatsız bırakmaz. Cehennemde de olsa bunu verebilir veya azabını hafifletebilir. (En doğrusunu Allah bilir)

Bilindiği gibi, dinler -bir açıdan- üçe ayrılıyor: Semavî dinler, tahrif edilmiş dinler ve bâtıl dinler.

“Doğrusu Allah katında din ancak İslâm’dır.” (Âl-i İmran, 3/19)

âyetinin açık hükmüne göre, beşer aklının mahsulü olan batıl dinler gibi, Tevrat ve İncil’in tahrifiyle semavîlik vasfını kaybeden Yahudilik ve Hristiyanlık da Allah indinde geçerli değildir: 

“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, o kimseden bu din asla kabul edilmez ve o, âhirette kaybedenlerden olur.” (Âl-i İmran, 3/85)

Din denilince önce itikat, sonra da ibadet akla gelir. Buna göre, İslâm dışında kalan dinlerdeki Allah inancı, melâike, kitap, resul telakkisi, âhiret ve kader anlayışı hakikatle tam uygunluk göstermiyor demektir.

“Bir şey sabit olursa, levazımıyla sabit olur.” kaidesi meşhurdur. Bir şey için kaçınılmaz lâzımlar, yani özellikler, şartlar vardır. O şeyi bunlardan ayrı düşünemezsiniz. Meselâ, ruh dendi mi hayat onun lâzımıdır; hayatı ruhtan ayıramazsınız.

Diğer bir önemli itikat kaidesi: “İman tecezzi kabul etmez.” Yani, iman hakikatleri bir bütündür; birine iman etmemek insanı dinden çıkarmaya yeter. Bunlardan birine inanmayan insana mü’min denilmez. Mesela, Allah’a inanan, fakat âhirete inanmayan insan mümin değildir. Bu adam için, “Allah inancında mü’min” fakat “âhiret inancında kâfir” gibi ikili bir tasnif yapılamaz. Bu böyle olduğu gibi, Allah inancı da tecezzi kabul etmez. Yani, “Allah’ın varlığına inanırım, ama kadim olduğunu kabul etmem.” diyen bir insan, Allah’a değil kendi zihninde kurduğu bir ilâha inanmış olur.

Allah'a inanan bir mümin, O’nun kitabı olan Kur'an'a da iman edecektir ki Rabbini hak bir itikat üzere bilebilsin. İnsan aklı ancak kendisini ve bu alemi bir yaratanın olduğunu bilebilir, ama onun sıfatlarını, fiillerini, isimlerini, emir ve yasaklarını, ebedi yurdunu, cennetin yollarını, Allah bildirmedikçe bilemez. O halde Allah'a ve Kur'an'a imanın birbirinden ayrı düşünülmesi kabil değil. Kur'an’a inanan insan, Peygamberimiz (asm)'in risaletine ve vahiy meleği Cebrail'e (a.s.) de inanma durumundadır. Bu ise peygamberlere ve meleklere imanın ilk ve en büyük adımı. Kur'an’a ve peygambere inanan bir insan ise Kur'an’ın bildirdiği ve Allah Resulünün (a.s.m.) öğrettiği bütün hakikatlere inanır ve bütün ibadetlere sarılır.

Sadece Allah'a inanmakla kurtuluşa erebilecek zümre, fetret devrinde yaşayan, hiçbir dinden, hiçbir peygamberden haberi olmayan, kendisine vahiy tebliğ edilmeyen, ibadet nedir bilmeyen kimselerdir.

Bu iki kaideye göre, Allah’a imanın sahih olabilmesi için, imanın altı rüknünün tamamına Kur’an’ın bildirdiği gibi inanılması gerekiyor. Zira insanlara ve cinlere Allah’ı tanıtan en son ve en mükemmel kitap odur; hiçbir tahrife ve değişikliğe uğramayan yegâne semavî kitap da odur.

Bilindiği gibi, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları ikiye ayrılıyor: Sıfat-ı Selbiye ve Sıfat-ı Sübutiye olmak üzere.

Sıfat-ı Selbiye; “Vücut, Kıdem, Beka, Muhalefetü’n li’l-Havadis, Kıyam Binefsihi, Vahdaniyet” sıfatlarıdır. ‘Vacip bir varlık ile var olan’, ‘ezelî ve ebedî bulunan’, ‘hiçbir varlığa benzemeyen’, ‘varlığı zatından olup varlığında ve devamında kimseye muhtaç olmayan’ ve ‘bir olan’ ilâh, ancak Allah’tır. 

Sıfat-ı Sübutiye ise; “Hayat, İlim, İrade, Kudret, Sem’, Basar, Kelam, Tekvin” sıfatları. Zatî olarak, “hayat, ilim, irade, kudret, işitme, görme, kelâm ve tekvin (var etme)” sıfatlarına sahip olan ilah, ancak Allah’tır.

Biz “Lâ ilâhe illâllah” derken, bütün bu manaları ifade etmiş oluruz. Allah’a iman denildi mi, bu sıfatların tümüne iman anlaşılır; bir tekine dahi inanılmadığı takdirde o iman, Kur’anî mânâda bir iman değildir.

Kur’an-ı Kerim'de, “O’ndan başka İlâh yoktur.” hükmünün yer aldığı âyetleri gözden geçirdiğimizde, bu ilâhî hükmün ya hemen devamında yahut hemen öncesinde değişik mesajların verildiğini görürüz.

Sadece bir kaçını takdim edelim: 

“Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler, elbette inkâr ettiler. Halbuki bir tek ilâhtan başka ilâh yoktur.” (Mâide, 5/73)

Demek ki, teslise inananlar inkâra sapmış ve haktan uzaklaşmış oluyorlar.

“O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü onundur. Ondan başka ilâh yoktur. Hem diriltir, hem öldürür.” (A’raf, 7/158)

O hâlde, göklerin ve yerin mâliki olmayan, ölüm kanununa mahkûm ve mahşerde yeniden dirilmesi için de Allah’a muhtaç bulunan bir mahlûku ilâh edinen, yahut onu Allah’a ortak koşan bir insanın bu inancı, gerçek mânâsıyla Allah inancı değildir.

“Allah’tan başka ilâh yoktur. O sizi kıyamet günü mutlaka bir araya toplayacaktır.” (Nisa, 4/87)

İnsanları kıyamet günü bir araya toplamaya güç yetiremeyen ilâh olamaz.

“O Allah ki, sizi ana rahimlerinde dilediği gibi şekillendirir. O’ndan başka ilâh yoktur.” (Âl-i İmran, 3/6)

Ana rahminde Allah’ın dilediği gibi şekillenen hiçbir mahlûka ilâh denemez.

“Ondan başka ilâh yoktur. Onun zatından başka her şey yok olucudur. Hüküm yalnız onundur. Ve ancak ona döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88)

Yok olmaya mahkûm hiç bir varlık ilâh değildir.

“Size gökten ve yerden rızık verecek Allah’tan başka bir yaratıcı mı var? Ondan başka ilâh yoktur.”(Fatır, 35/3)

Yer-gök ikilisini bir fabrika gibi muntazam çalıştırarak rızkımızı yaratan Allah birdir. Bu güce sahip olmayana ilâh diye inanılmaz.

“De ki, O Rahman benim Rabbimdir. Ondan başka ilâh yoktur. Ben O’na dayandım. Tövbem de O’nadır.” (Ra’d, 13/30)

Kulların günah bağışlayabileceklerini sanarak, onların karşısına geçip tövbe edenlerin inancı, Kur’anî manada Allah inancı değildir. Tevhitle ilgili bir başka âyet:

 “O, Evvel’dir, Âhir’dir, Zahir’dir, Batın’dır. Ve O her şeyi bilendir.” (Hadid, 57/3)

Başlangıcı ve sonu olan, dışı, içi ve her şeyiyle Allah’ın tedbir ve idaresi altında bulunan bir varlığa ilâh denilemez.

Teslis’e inananların bu âyetlerden alacakları çok dersler var. Hz. İsa (a.s.) her şeyden önce bir kuldur; risalet şerefiyle şereflenmiş bir kul. Annesi de peygamber validesi olma lütfuna ermiş saliha bir hanım. Onlara ilâhlık isnat edecek kadar ileri giden, yahut gerilerde kalan insanların Kur’anî mânâda Allah inancına sahip olmadıkları açık bir gerçektir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun