Peygamberimiz Hz. Muhammed de gazaplanır mıydı?

Tarih: 28.03.2012 - 04:03 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Öfkemizi yenmek için neler tavsiye etmiştir?
 - Onun (asm) kızdığı olaylar ve konular nelerdir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

“Herkes kendi karakterine göre hareket eder.”[1]

ayeti ve Hz. Peygamber (sav)’in,

“İnsanoğlu farklı farklı mertebelerde yaratılmıştır. Kimisi nadiren öfkelenir, çabuk yatışır; kimisi çabuk öfkelenir çabuk yatışır, bazısı çabuk öfkelenir zor teskin edilir ki en şerlileri bunlardır. En Hayırlıları ise nadiren öfkelenip çabuk yatışanlardır.”[2]

hadisini göz önüne aldığımızda öfkenin fıtrî bir duygu olduğunu, bu sebepten dolayı yok edilemeyeceğini; ama ıslah edilerek hayırlı yöne yönlendirilebileceğini görüyoruz.

Bu açıdan bakıldığında öfkeyi, övülen ve yerilen öfke olarak ikiye ayırmak uygun olacaktır.

Övülen öfke, din ve hak uğruna olanıdır. Güzel hasletlerden biridir. Bu sıfata haiz olan kimseler azmin ve gayretin gerektiği yerde akıl ve dinin emirlerine göre hareket ederler. Ama hilmin, yumuşak huyluluğunun faydalı olacağı yerde de kendilerine hâkim olurlar[3]. Bu yüzden Peygamberimizin kendisinden “Bana az ve öz bir ameli emret.” diyen sahabîye "Öfkelenme!.." diye tavsiyesi[4] dünyevî meselelerle ilgili olmalıdır. Hâlbuki kâfirlere ve ehl-i batıla karşı yeri geldiğinde öfkelenmek farz bile olmaktadır.

Yerilen öfke ise, haksız yere ortaya çıkan öfkedir. Bunun sonucunda öfke duyulan kişiye zarar verme, intikam duygusu meydana gelir ki; bu da saldırganlık olarak tanımlanabilir. Burada dikkatimizi çeken husus, öfke duygusunun ateşten yaratılması meselesidir. Bu vakıayı öfkenin ciğerden gelen hararet, kızgınlık, kalp kanının kaynaması şeklindeki tarifi ile İslâmî öğretinin insanoğlunun ilk ve azılı düşmanı saydığı şeytanın ateşten yaratılması olgusu ile birlikte düşündüğümüzde ne adar anlamlı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Nitekim Gazali, bu hususa işaret ederek, “İnsanda şeytana çeken bir damar vardır. Gazap ateşine tutuşan kimsenin şeytana yakınlığı artar.” demiştir[5].

Rasul-i Ekrem’in; gazabın şeytandan olduğu[6] ile ilgili hadisi de yerilen öfke ile ilgili olsa gerektir. Kur'ân-ı Kerim’de mü’minler

“Öfkelendikleri zaman, affederler.”[7], 
“Öfkelerini içine atarlar, insanları affederler.”[8]

diye vasıflandırılıyor ve Peygamber’in şahsında tüm mü’minlere ​“Af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”[9] tavsiyesinde bulunuluyor.

Bununla birlikte gücü yettiği halde öfkesini yenen kimsenin, kıyamet gününde Allah tarafından insanların en başında çağrılarak mükâfatlandırılacağı bildiriliyor[10].

Öfkeyi Tedavi Etme Yolları

Yerilen öfkeye karşılık, Peygamberimizin pratik tedavi tavsiyelerini görüyoruz. Öncelikle fitnenin kaynağı, öfkenin baş sorumlusu olan şeytandan Allah’a sığınmayı[11] tavsiye etmekte yine,

“Gazap, şeytandandır, şeytan ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülür; biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın.”[12]

buyurarak, abdest almanın öfkeyi teskin edeceğini ifade etmektedir.

Kızgınlığın insanlığın kalbinde bir kor olduğunu ifade eden Peygamberimiz, öfkelenen kimsenin toprağa yapışmasını tavsiye etmektedir[13]. İmam-ı Gazali, bu tavsiyeyi; “insanın topraktan yaratıldığını düşünmesi ve böylece huzura kavuşması” olarak değerlendiriyor[14].

Hz. Peygamber’in öfkeyi tedavi etme yöntemi olarak belirttiği tavsiyelerinden bir diğeri de, susmaktır[15]. Bunun yanında pozisyon değiştirmeyi de tavsiye ederek,

“Biriniz ayakta iken öfkelenmişse, otursun. Eğer oturmak fayda vermiyorsa yatsın, uzansın.”[16]

buyurmaktadır. Bir başka tavsiyesinin de sabır timsali ideal şahsiyetleri örnek almak olduğunu görüyoruz[17].

Hz. Peygamberin Örneklik Vasfı

Hz. Muhammed, tüm insanlığa bir rehber olarak gönderilmiş olup yaşayışıyla kâmil bir örnektir. Kendisine özel olduğu bildirilen durumlar dışında örnek olma vasfı, hayatının her alanı için geçerlidir. Bu sebeple Hz. Peygamber (sav)’in rahmet ve merhametlilik vasfı kadar hüzün, elem ve öfkelilik halleri de bizler için örnektir.

Bir insan olarak bir baba, bir dost, bir eş olarak duyduğu üzüntüler yanında; bir önder, bir komutan, bir hidayet elçisi, bir mürşid, bir devlet reis olarak yaşadığı hüzün halleri elbette birbirinden farklı düzey ve boyutta olmuştur[18]. “Beşer veya peygamber olarak” diye ikiye ayırmadan bir bütün olarak Peygamberimizin hüzün ve öfkelerini takdim etmek, Peygamber Efendimizin öfkelendiği hususların genel karakterine değinmek yararlı olacaktır.

Bu düşüncemiz, özü itibariyle Hz. Peygamber’in kızgınlıklarının meşru ve haklı gerekçelere dayalı olması gereğinin bir sonucudur. Zaten bir Peygamber için bundan başkasını düşünmek de imkânsızdır.

Hz. Peygamberin Allah İçin Öfkelenmesi

Hz. Peygamber (sav)’in öfkesi, hayatı boyunca övülen öfke şeklinde gerçekleşmiştir. Çünkü kendi nefsi ve çıkarları için değil yalnızca Allah için kızıp öfkelendiğini görüyoruz. Nitekim,

 “Allah Rasulü kendi nefsi için, intikam almamıştır. Ancak Allah’ın yasaklarının çiğnenmesi durumunda Allah hakkı için öç almıştır.”[19]

ifadesi buna işaret etmektedir. Bununla beraber kendi şahsına hakaret edildiği yerlerde öfkesini bastırmaya çabaladığını görüyoruz[20].

Hz. Peygamberin Öfkelenmesinin Rahmet Olması

Sıradan bir insanın hayatında kin, nefret ve sıkıntılara yol açabilecek, öfke ve kızgınlık halinin Peygamberimizin hayatında rahmete dönüştüğünü görüyoruz. Çünkü Hz. Peygamber, birine kızmış veya hakaret etmiş olsa bile üstün bir ahlak üzere ve âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin bir belirtisi olarak o öfke ve hakaretin söz konusu kişi hakkında rahmete dönüşmesi için yine kendisi dua etmiş ve

“Ya Rabbi! Ben, nihayetinde bir kulum ve bütün kullar gibi ben de öfkelenirim. Bu sebeple hangi Müslüman’a kızmış, hakaret veya beddua etmişsem; onu, onun için kıyamet günü bir arınma ve rahmet vesilesi yap.”[21] demiştir.

O, muhteşem ahlâkı, sağlam karakteri, yüce ruhu, merhamet pınarı yüreği, keskin zekâsı, engin basireti, asil tavrı, yüksek hasletiyle Peygamberliği dışında da üstün insandır.

Hz. Peygamberin Asla Yanlış Konuşmaması

Peygamberimizin,

“Ya Rabbi! Gerek hoşnutluk, gerekse öfke hallerimde daima hak sözü söylemeyi bana nasip et.”[22]

şeklindeki duasının bir yansıması olarak kaynaklarımızda şöyle bir rivayet geçmektedir. Efendimizden tüm duyduklarını yazan Abdullah b. Amr, “Allah Rasûlü’nün ağzından çıkan her şeyi yazıyorsun. Hâlbuki O da bir beşerdir; hoşnut olduğu zaman da olur, öfkelendiği zaman da.” denilerek eleştirilmesi üzerine durumu Allah Rasûlü’ne aktarınca Efendimiz, elini mübarek ağzına götürerek

“Yaz! Hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu ağızdan haktan başkası çıkmaz.”[23]

Bu rivayetten anlaşıldığı kadarıyla Hz. Peygamber (sav)’in kızgınlık hali; O’nun kesinlikle yanlış konuşmasına sebep olmamıştır.

Allah Rasûlü’nün “Biriniz öfkeli bir halde iken hüküm vermesin.”[24] hadisinin şerhlerine baktığımızda konuyla ilgili olarak âlimler bu hadisin Peygamberimiz için geçerli olmadığı ve kızgınlık durumunda hüküm vermenin O’na has bir durum olduğu görüşünü savunmuş; Peygamber için öfke ve hoşnutluk durumunun birbirine denk olduğunu belirtmişlerdir[25].

Hz. Peygamberin Kızdığı Olaylar ve Kızma Gerekçeleri

Cehalet

Hz. Peygamber (sav)’in öfkelenme gerekçelerinin başında; Müslümanların yeterince araştırma yapmadan ve bilmeden, yani cehaletlerine rağmen görüş ortaya atarak yanlış uygulamalara sebep olmaları gelmektedir. Bu olaylardan bir tanesini Cabir b. Abdillah anlatıyor:

Bir seferdeydik. İçimizden birinin başı yarıldı. Yaralı kişi ihtilâm oldu. Çevresindekilere yaralı olduğu için teyemmüm yapıp yapamayacağını sordu. Onlar da: Sen yıkanacaksın, teyemmüm yapamazsın dediler. O şahıs yıkandı, su ve soğuğun tesiriyle vefat etti.

Hz. Peygamber (sav)’in huzuruna gelindiğinde olay kendisine haber verildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), öfkeli bir halde: "Adamı öldürdüler. Allah da onları öldürsün. Bilmediklerini sorsalardı ya. Cehalet derdinin ilacı, sormaktır." buyurdu[26].

Peygamberimizin böylesine ağır bir şekilde “Allah da onları öldürsün.” ifadesi, bilmediği halde fetva vermeye kalkışanları tenkit etmesi, herhalde günümüze yönelik de çok ciddi bir ikazdır. Her gün rasgele, bilgisizce, hiçbir İslâmî ve insanî kaygı duymadan dinî konularda diledikleri gibi ahkâm kesenlerin bu öfke ve ikaza muhatap oldukları zihinlerden uzak tutulmamalıdır[27].

Emirlerine Uyulmakta Ağır Davranılması

Hz. Peygamber (sav)’in öfkelenme gerekçelerinden bir tanesi de emirlerine uymakta ağır davranılmasıdır. Mesela Peygamberimiz Hac için ihrama girildiği bir sırada “Haccınızı umreye çevirin.” emrine karşılık “Biz Hac için ihrama girdik, nasıl umre sayarız?” diyerek itiraz ettiler. Bunun üzerine Rasulullah (sav), “Ben ne diyorsam onu yapın.” demesine rağmen, yine aynı itirazla karşılaşmış ve öfkeli bir halde Hz. Aişe’nin yanına gitmişti. Hz. Aişe niçin kızdığını sorunca “Bir emir vermeme rağmen bana uyulmuyorsa ben nasıl kızmayayım.” diyerek gevşek davranılmasına kızmıştır[28].

Vefatına yol açan hastalığı esnasında cemaate namaz kıldırması için birkaç defa Hz. Ebu Bekir’i imam tayin etmesine rağmen eşlerinin bu konuda gevşek davranmasına kızarak “Söyleyin Ebu Bekir’e insanlara namaz kıldırsın.”[29] diyerek gevşek davranılmasına kızmıştır.

Yine fakir Bedevîlere yardım konusunda ihmalkâr davranan sahabeye karşı yüzünün rengi değişecek kadar kızan Peygamber, içlerinden birinin öncülük ederek bir kese gümüşü sadaka olarak vermesiyle sevinmiştir[30].

İfrat ve Tefrit

Bir diğer kızma gerekçesi de sünnetin itidal çizgisinden çeşitli gerekçelerle yan çizenler, İslamiyet’in yaşanması noktasında ifrat ve tefrit dengesizliğine düşenler olmuştur.

Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Nebî’nin bizzat işlediği ve yapılmasına ruhsat verdiği bir konuda bazı sahabîler çekingen ve çekimser davrandılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): "Birilerine ne oluyor ki benim bizzat işlediğim ve yapılmasına ruhsat verdiğim bir şeyi işlemekten çekiniyorlar? Allah’a yemin ederim ki ben, Allah’ı onlardan daha iyi biliyor ve Allah’a karşı onlardan çok daha fazla haşyet duyuyorum"[31].

Senin günahların affedilmiş; bizim daha fazla şeyler yapmamız lazım diyerek[32] amellerini azımsayan, sürekli oruç tutmak, geceleri uyumadan ibadet etmek, hanımlarıyla beraber olmamak gibi aşırılıklara niyetlenen sahabîye hitabı da manidardır:

“Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o, benim yolumu terk etmiş olur.”[33].

Ayrıca namazı cemaati bıktıracak tarzda uzatan sahabîye,

“Sizden nefret ettiriciler var. Kim insanlara namaz kıldırıyorsa hafif tutsun. Çünkü içlerinde hasta, zayıf ve işi olanlar vardır.”[34]

Uyarısı da Peygamber’in yerleştirmek istediği ifrat ve tefritten uzak mutedil anlayışın bir yansımasıdır.

Katılık

İslâm dinini kişisel kanaatlere sığdırmaya kalkışan ve bu yüzden Peygamber’i öfkelendiren olaylardan birini, konunun muhataplarından Üsâme b. Zeyd anlatıyor: Bir savaşta Medineli bir Müslüman’la birlikte müşrik birinin peşine düştük. Müşrik yakalanacağını anlayınca, hemen Kelime-i Tevhid’i okudu. Bunun üzerine Müslüman arkadaşım, onu öldürmekten vazgeçti. Ben ise, “o, canını kurtarmak için Müslüman oldu” diye düşünüp onu öldürdüm.

Dönüşte Rasulullah (sav)’a durumu bildirdik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), öfkeli bir halde:

“'Ey Üsâme! Demek sen onu Lâ ilâhe illâllah dedikten sonra öldürdün?' diyerek; bu sözü sürekli tekrarladı. O kadar çok tekrarladı ki ben, o günden önce Müslüman olmamış olmayı temenni etmeye başladım.”[35].

Hz. Peygamberin Kızdığı Konular

Hadis külliyatında Peygamberimizin öfkelendiği hususları, sebepleri ile de bağlantılı olarak iman, ibadet ve sosyal ilişkiler şeklinde üç ana bölümde toplamak mümkündür.

İman

Allah Rasûlü, inanç hususunda adeta pazarlık eden ve imanını dünyevî menfaatlere göre belirleyen kişilere kızıyor. Mesela Temim oğullarından bir heyete “Ey Temim oğulları! Müjdeyi alın.” hitabına karşılık “Bizi müjdelediysen bize mal-mülk ver.” diyerek dünyevî boyuta indirgemesine kızmıştır[36].

Benzer bir hadiseyi Bedevî’nin tutumunda da görüyoruz. O da Allah Rasûlü’nün bu müjdesini dünyevî çıkarlarla değiştirmeye kalkışınca Hz. Peygamber (sav) kızdırmıştır[37].

Peygamberimizi kızdıran itikâdî hususlardan biri de, kendisi veya diğer Peygamberlerle ilgilidir. Mesela, bir Yahudi’nin ticarî problemlerden dolayı, “Musa’yı insanlığa üstün kılana yemin olsun.” diyerek yemin etmesi üzerine Ensar’dan biri “Hz. Peygamber (sav) aramızda iken sen, bunu mu söylüyorsun?” diyerek vurmuş ve durum Hz. Peygamber (sav)’e intikal edince onlara kızarak “Allah (cc)’ın Peygamberlerini birbirine karşı üstünlük yarısına mı tutuyorsunuz?” buyurarak, bu ve benzeri konulardaki tartışmanın önünü kesmiştir[38].

Allah Rasûlü peygamberlik iddiasında bulunan Müseyleme’nin gönderdiği mektubu okuduktan sonra onun elçiliğini yapan iki adama hitaben, “Siz, Müseyleme’nin peygamberliği konusunda ne diyorsunuz?” diye sorduğunda onların “Dediklerine aynen katılıyoruz.” cevabını vermeleri O’nu kızdırmış ve şöyle demiştir:

“Allah’a yemin ederim ki, eğer elçilerin öldürülmemesi gibi bir teamül olmasaydı, sizlerin boynunu vururdum.”[39]

Kısmete Razı Olunmaması

Peygamberimiz verdiği hükme razı olmayan ve itaat konusunda gevşeklik gösterenlere de kızmaktadır. Bunun sebebi, nefsi değil, Peygamberlik makamı gereği Allah içindir. Mesela, bir ganimet taksimi sırasında bir adamın gelerek, “Bu, Allah rızası gözetilerek yapılmış bir taksimat değil.” demesine üzülmüş ve kızmıştır[40]. Çünkü böyle bir konuda Peygamberimizin âdil davranmadığını düşünebilmek itikâdî sorunları olan bir kişinin yapabileceği bir şeydir.

Kur’an'a Sarılmada Gevşeklik

Peygamberimiz, Veda Haccında insanlara hitaben, “Ey İnsanlar! İlim kaldırılmadan evvel onu almaya bakın.” buyuruyor. Bunun ne manaya geldiğini tam olarak anlamayan bir sahabî, “Ya Rasulallah, Kur'ân aramızdayken ve biz onu eşimize, çoluk çocuğumuza öğretmişken, ilim nasıl oluyor da kaldırılıyor?” diye sorunca Peygamberimiz,

“Anan yitirsin seni! Görmüyor musun ki Yahudi ve Hristiyanların kitapları ellerinde olduğu halde tek bir harfine bile uymuyorlar. Dikkat edin! İlmin kaldırılma şekillerinden birisi de âlimlerin ölmesidir.”[41] demiştir.

Hz. Ömer, Medine’deki Yahudi kabilesinden Kurayzaoğullarına mensup bir Yahudi’den Tevrat bölümleri almış ve Rasûlullah (sav)’a gelip arz etmek istemiştir. Bunu duyan Hz. Peygamber (sav)’in yüzünün rengi değişti. Hz. Ömer, O’nun kızdığını anlayınca “Allah’ı Rab; İslâm’ı din ve Muhammed’i Rasûl olarak benimsedik.” diyerek O’nu tasdik etmeye çalıştı. Ardından Efendimiz şöyle buyurdu:

“Nefsimi elinde tutana yemin olsun ki eğer Musa, aramızda olsaydı ve beni bırakıp ona uysaydınız, mutlaka dalalete düşerdiniz. Siz ümmetler içerisinde benim nasibimsiniz. Ben de peygamberler arasından sizin nasibinizim.”[42]

İbadetlerdeki Eksiklik

Peygamberimizin özellikle namaz ve sadaka (zekât) konusuyla ilgili kızgınlıklarını bahseden rivayetler bulunmaktadır.

Kur'ân’da mescitler Allah’a ait mekânlar olarak tanımlanır[43]. Bu durum, mescitlere gösterilmesi gereken saygının bir delili sayılır. Peygamberimiz de mescidin temizlik ve bakımına önem vermiş; kirletenlere kızmıştır. Nitekim bir gün mescide girdiğinde kıble duvarında bir sümük görmüş ve cemaate kızarak şöyle demiştir:

“Allah karşınızdadır. Biriniz namaz kıldığı zaman tükürmesin veya sümkürmesin.”[44]

Bilindiği gibi Hz. Peygamber (sav), namaza çok büyük önem vermiş ve bu konuda gevşek davrananlara kızmıştır. Bir yatsı vakti namaz kıldırmak için mescide gelip de az sayıdaki cemaatin dağınık şekilde oturduklarını görünce dana önce hiç olmadığı kadar öfkelenmiş ve şöyle demiştir:

“Allah’a yemin olsun ki, içimden şimdi bir adamı imam tayin ettikten sonra, şu namaza gelmeyenlerin evlerine tek tek gidip yakmak geliyor.”[45]

Hz. Peygamber, her konuda işleri kolaylaştırmayı prensip olarak ortaya koymuş ve namaz gibi ibadetlerde bile, bıktırıcı olunmaması gerektiğini ifade etmiştir. Nitekim cemaate çok uzun namaz kıldıran sahabî Muaz b. Cebel’e üç defa “Sen bıktırıcı mısın? Ya Muaz!” diyerek kızmış ve işi olanların, zayıf ve hastaların dikkate alınarak namazın kıldırılması gerektiğini öğütlemiştir[46].

Zekât-Sadakada Gevşeklik

Fakir Bedevîlere yardım konusunda sahabenin gevşek davrandığını gören Hz. Peygamber’in kızması sonucu birinin öncülük ederek bir kese gümüşü tasadduk etmesine sevinmiş ve

“Kim, İslâm da güzel bir çığır acar ve kendisinden sonra amel edilirse, onunla amel edenlerin sevabı gibi sevap, ona da yazılır. Kim İslâm’da kötü bir çığır açar ve kendisinden sonra amel ederim, onunla amel edenlerin İslâm’da kötü bir çığır açar ve kendisinden sonra, onunla amel edenlerin günahı gibi bir günah ona da yazılır.” buyurmuştur[47].

Peygamberimizin kızdığı diğer bir konu ise, görevin kötüye kullanılması şekliyle elde edilen kazançtır. Nitekim zekât toplamak için gönderdiği bir memurun, elindeki malı O’na arz ederken, “Ya Rasulallah! Şunlar sizindir; bunlar da bana hediye edildi.” demesine çok kızmış ve sen “Ananın babanın evinde otur da gör bakalım sana hediye gelecek mi? Gelmeyecek mi?” diyerek tepkisini dile getirmiştir[48].

Öte yandan Ebu Huzeym adlı sahabînin vasiyette bulunurken üç çocuğunu ihmal ederek, sadece himayesine aldığı bir yetim kıza en güzel 100 devesini vasiyet etmesi; çocuklarını endişelendirmişti. Meseleyi duyan Hz. Peygamber, öfkesi yüzünden okunacak bir şekilde kızmış ve oturduğu yerden doğrularak “Hayır! Hayır! Hayır!” demiş; ardından da sadakanın şer’i ölçülerini belirtmiştir[49].

Haramlar, Helaller ve Ahlak (sosyal ilişkiler) da Dikkatsizlik

Peygamber Efendimiz, daima dinin belirlediği helal haram çerçevesine dikkat edilmesini istemiş ve haramlara, mekruhlara riayet etmeyenler kızmış, tepki göstermiştir.

Yahudilerin hayızlı kadınlarla cinsel ilişkiye girmemelerine karşılık sırf onlara muhalefet olsun diye Üseyd b. Hudayr ve Abbad b. Bişr adlı iki sahabî, “Ya Rasulallah, Öyleyse biz bu durumdaki eşlerimizle cinsel ilişkiye girelim mi?” şeklindeki teklife kızmıştır[50].

Kaybolan develerle ilgili ne yapılması gerektiği konusunda adeta boş boğazlık yaparak ısrarlı bir şekilde soru sorulmasına çok kızmış ve “Sana ne ondan! Hayvanı, sahibi onu buluncaya kadar rahat bırak. O, kendi kendine su içip otunu yiyebilir.” diyerek uyarmıştır[51].

Peygamberlik makamına hürmet gereği soru sorma adabını ihlal ederek gereksiz ve çok soru soranlara kızmış; “Ne sorarsanız sorun.” demesi karşılığı, akla hayale gelmeyecek sorular sorulması sonucu, Hz. Ömer durumu anlayarak; Ya Rasulallah! Biz, Allah’a sığınırız, demiştir[52].

Eşini hayızlı iken boşamaya kalkışan Abdullah b. Ömer’e kızmış, temizleninceye kadar eşini boşamamasını emretmiştir[53]. Yine bir adamın aynı mecliste eşini üç talak ile boşadığını duyunca öfke ile ayağa kalkarak; “Ben aranızda olduğum halde Allah’ın kitabıyla mı oynanıyor?” demiştir[54].

Sonuç

Hz. Peygamber, her şeyden önce bir beşerdir. Bunun tabiî bir sonucu olarak; O da, diğer insanlar gibi kızıp, öfkelenebilir. Yaratılış ve risâletin hikmeti de bunu gerektirmektedir.

Ancak Hz. Peygamber’in öfkesi, şekil bakımından normal insanlar gibi olmakla beraber, muhteva bakımından farklılık arz eder. Çünkü O, kendi nefsi ve çıkarları için değil; Allah haklarından biri veya Peygamberlik makamı gereği yahut da bir insanın/Müslümanın maslahatının ihlâli durumunda kızmaktadır. Zaten Peygamberlik İsmetine yakışan da budur.

Hz. Peygamber,  Engin rahmet ve tevazu’unun bir nişanesi olarak, bir Müslümana kızması halinde bile, bunun o kişi hakkında rahmete dönüşmesi için dua etmesi, O’nun âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin anlamını daha da netleştirmektedir.

Hz. Peygamber’in öfkesinin bu vasıflara haiz oluşu; bizim için en güzel örnek olarak takdim edilmesinin anlamını da ortaya koyar. Her alanda olduğu gibi burada da sünnete uyma mecburiyeti bize, haksız ve yersiz öfkeyi yenmemizi ve öfkemizi kullanma sahamızı göstermektedir.

Günümüzde bilinçli ya da bilinçsiz sünneti ihmal etme çabalarının temel yanlışlığı da, bu konulardaki cehaletten kaynaklanmaktadır. Zira Allah Rasûlü (sav)’nü bütün yönleriyle tanımayan bir bakış açısının, bilmediğinin düşmanı haline gelmenin ötesinde; sığ ve ön yargılı olması kaçınılmazdır. 

Bu yüzden Hz. Peygamber’i bugün için her yönüyle daha fazla tanımak ve tanıtmak zorundayız.

Dipnotlar:

[1] İsrâ Sûresi, 17/84.
[2] Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünen, İstanbul, 1992, Fiten, 24.
[3] Gazâlî, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed b. Ahmed, İhyâ-u ‘Ulûmi’d-Dîn, İstanbul, 1985, c. III, s. 96.
[4] Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim, Sahîhu’l-Buhârî, Edeb, 76; Tirmizî, Birr, 73; Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1992, Çağrı Yay., c. II, s. 175; c. V, s. 34, 370.
[5] Gazalî, İhya, c. III, s. 88.
[6] Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş‘as es-Sicistânî, Sünen, İstanbul, 1413/1992, Çağrı Yay., Edeb, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 226.
[7] Şûra Sûresi, 42/37.
[8] Âl-i İmran Sûresi, 3/134.
[9] A‘râf Sûresi, 7/199.
[10] Tirmizî, Birr, 74; Kıyamet, 48; Ebû Dâvûd, Edeb, 3; İbn Mace, Zühd, 18; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 438–440.
[11] Buhârî, Edeb, 44; Ebû Dâvûd, Edeb, 4; Tirmizî, Daavât, 51; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V, s. 240–244.
[12] Ebû Dâvûd, Edeb, 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 226.
[13] Tirmizî, Fiten, 26.
[14] Gazali, İhya, c. III, s. 105.
[15] Ahmed b. Hanbel. Müsned, c. I, s. 239, 283, 365.
[16] Ebû Dâvûd, Edeb, 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V, s. 152.
[17] Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 26; Humus, 19; Megâzî, 56; Edeb, 53, 71; Müslim, Zekât, 140, 141; Tirmizî, Menâkıb, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. I, s. 380, 396, 411, 436, 441, 453.
[18] ÇAKAN, İsmail Lütfi, “Hüznü’n-Nebî”, Ebedî Risalet Sempozyumu Tebliği, Işık Yay., ys., 1993, s. 240.
[19] Buhârî. Menâkıb, 23; Edeb, 80; Müslim, Fezâil, 77; Ebû Dâvûd, Edeb, 4; Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V, s. 130, 223, 232.
[20] Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiya, 27; Nesâî, Tahrîmu’d-Dem, 26.
[21] Buhârî, Daavât, 33; Müslim, Birr, 95; Ebû Dâvûd, Sünnet, 10; A. B. Hanbel, Müsned, c. II, s. 317, 390; c, III, s. 33, 391, 400; c. V, s. 437, 439; c. VI, s. 45.
[22] Nesâî, Sehv, 62; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 264
[23] Ebû Dâvûd, İlim, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 162, 192; Dârimî, Mukaddime, 43.
[24] Buhârî, Ahkâm, 13; Müslime, Akdiye, 16; Ebû Dâvûd, Akdiye, 9; Tirmizî, Ahkâm, 7; Nesâî, Kudat, 32; İbn Mâce, Ahkâm, 4; Ahmet b. Hanbel, Müsned, c. V, s. 36–38, 46–52.
[25] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî Şerhu’s-Sahîhi’l-Buhârî, thk. Abdülaziz b. Bâz, M. Fuad Abdülbâki, Dâru’l-Fikr, 1046/1986, c. I, s. 187; YILDIRIM, Celal, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Konya, 1986, c. VI, s. 617–618; Kastallânî, Şihâbuddin Ahmed, İrşâdu’s-Sârî li Şerh-i Sahîhi’l-Buhârî, c. XV, s. 107–108; İbnü’l-Arabî, Ârızatu’l-Ahvezî Şerhu’s-Sahihi’t-Tirmizî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts., c. VI, s. 63; Nevevî, Şerh-i Sahîhi’l-Müslim, Beyrut, 1972, c. XII, s. 379; Aynî, Bedreddin, Umdetü’l-Kârî Şerh-u Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut, 1972, c. XVI, s. 404.
[26] Ebû Dâvûd, Tahare, 125, İbn Mâce, Tahare, 93; Dârimî, Vudu’, 70, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. I, s. 230; c. VI, s. 298.
[27] ÇAKAN, İsmail Lütfi, age., s.s 252-253.
[28] İbn Mâce, Menâsik, 41; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 286.
[29] Buhârî, Ezan, 39; Müslim, Salat, 94, 95, 101 Tirmizî, Menakib, 16; Nesâî, İmamet, 40; İbn Mâce, İkametü’s-Salat, 142; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 61, 96, 109; Darimî, Mukaddime, 14.
[30] Müslim, İlim, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 359, 360, 361, 362; Dârimî, Mukaddime, 44; Müslim, Zekât, 69; Nesâî, Zekât, 164;
[31] Müslim, Fezâil, 128; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 45.
[32] Buhârî, İman, 13; Ebû Dâvûd, Savm, 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 56, 61, 67; Muvatta, Sıyam, 13.
[33] Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 158; c. III, s. 241, 259 c. V, s. 409.
[34] Buhârî, İlim, 28; Müslim, Salât, 182; İbn Mâce, İkametü’s-Salât ve Sünnetuhu fîhâ, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 118 Darimî, Salât, 46.
[35] Buhârî, Megâzî, 45; Diyât, 2; Müslim, İman, 159; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V, s. 200.
[36] Buhârî, Bed’u’l-Halk, 1; Megâzî, 67, 71; Tirmizî, Menâkıb, 73; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 426, 433.
[37] Buhârî, Megâzî, 52; Müslim, Fezâilü’s-Sahabe, 164.
[38] Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 35; Müslim, Fezâil, 159; Tirmizî, Tefsir-i Sureti’z-Zümer, 9; Ebû Dâvûd, Sünnet, 13, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 264.
[39] Ebû Dâvûd, Cihad, 154; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. I, s. 391.
[40] Buhârî, Ehâdîsü'l-Enbiya, 27; Müslim, Zekât, 48; Ebû Dâvûd, Sünnet, 31; İbn Mâce, Mukaddime, 33; Muvatta, Nidâu’s-Salah, 128.
[41] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V, s. 266; İbn Mâce, Mukaddime, 17.
[42] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. III, 471; Dârimî, Mukaddime, 39.
[43] Bakara, 2/114; Tevbe, 9/ 17, 18; el-Cinn, 71/18.
[44] Buhârî, Salât, 33, 39; Nesâî, Mesâcid, 35; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 212.
[45] Buhârî, Ezan, 34; Husumât, 5; Müslim, Mesacid, 251–254; Tirmizî, Salat, 48; Nesâî, İmamet, 49; Ebû Dâvûd, Salat, 46; İbn Mâce, Mesacid ve’l-Cemaat, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. I, s. 394; c. II, s. 244; İbn Mâce, Mesacid ve ‘l-Cemaat, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. I, s. 394; c. II, s. 244.
[46] Buhârî, Ezan, 60; Müslim, Salât, 128, 129; Nesâî, İmamet, 41; Ebû Dâvûd, Salât, 123.
[47] Müslim, İlim, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 361; Nesâî, Zekât, 64, Müslim, Zekât, 17; Müslim, Zekât, 69.
[48] Buhârî, Eyman ve’n-Nuzûr, 3; Ebû Dâvûd, Harac, 11, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V, s.423; Darimî, Zekât, 31; Siyer, 51.
[49] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V, s. 68.
[50] Müslim, Hayız, 16; Tirmizî, Sure-i Âl-i İmran, 24; Nesâî, Hayız-İstihale, 8; Taharet, 102; Ebû Dâvûd, Taharet, 2; Nikah, 46; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 132.
[51] Buhârî, İlim, 28; Lukata, 2–9; Müslim, Lukata, 2, 4, 6; Tirmizî, Ahkâm, 35; Ebû Dâvûd, Lukata, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 116–117; c. V, s. 193.
[52] Buhârî, İlim, 28; Müslim, Fezâil, 137; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 107.
[53] Ebû Dâvûd, Talak, 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 130.
[54] Nesâî, Talak, 6;

Not: Hadisler ve değerlendirmeler için bk. "Hz. Peygamberi Kızdıran Olayları Anlatan Hadislerin Sıhhat Değeri", Feyzullah Yılmaz, Trabzon Eğitim Merkezi, (Mezuniyet Tezi), Trabzon, 2007.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun