Hz. Süleyman ile Belkıs’ın aynı tarihte yaşamadıkları, Belkıs’ın tahtının bir anda getirilmesinin ilmin kanunlarına aykırı olduğu iddialarına ne dersiniz?

Tarih: 16.04.2012 - 11:08 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

1. Kur’an Allah’ın sözüdür. Bu husus yaklaşık on beş asırdan beri, dost ve düşman bilim adamlarının üzerinde çalıştığı bir konudur. Belagati, lafızlarının kapsam genişliği, sözlerinin kapsadığı külli manaların varlığı, verdiği gaybî haberlerin tarih tarafından tasdik edilmiş olması, kırk yönden insanüstü bir konuma sahip olan mucizeliği, modern fen biliminin doğru keşiflerine ters düşen hiçbir ifadesinin olmamasına bakan ilim adamları, Kur’an’ın mevcut bütün kitaplardan üstün olduğunu kabul etmişlerdir. Onun Allah’ın sözü olduğunu kabul etmeyenler de bu harika konumunu teslim etmişlerdir. 

Tarih boyunca, her dinden İslam’a giren yüzlerce, binlerce insanın Kur’an’ın lehindeki şahitlikleri de ayrı bir öneme haizdir. Kur’an’ın, milyonlarca ilim adamı olan, kelamcı, İslam filozofu, fakih, hadisçi, tefsirci tarafından her yönü bir mucize şaheseri olarak görülmesi, Zemahşeri, Sekkaki, Cahız, Bakıllani ve benzeri yüzlerce Arap dilcileri ve edebiyatçıları tarafından “insan üstü bir konuma sahip olduğuna” şahadet etmeleri, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunun kesin kanıtıdır.

İşte böyle bir kitabın bahsettiği bir olayın doğru olmamasına ihtimal vermek, sonsuz ilim sahibi olan Allah’ın yanılabileceğine ihtimal vermek gibi bir hezeyan-ı küfridir. 

Demek ki, bütün inkarcılar toplansa gerçek müminlerin imanlarına zerre kadar bir şüphe sokamazlar. Sadece “zalimler için yaşasın cehennem!” hükmünü alkışlamış olurlar.

Bununla beraber, Hz. Süleyman'la Sebe' melikesi arasında geçen bu kıssa, Tevrat ve İncil'de de çeşitli şekillerde anlatılmıştır. (bk. Tevrat: II. Tarihler, 9/1-12; İncil: Matta, 12/ 42, Luka, 11/31).

Kısaca da olsa bu semavî kitaplarda da Sebe melikesinin Hz. Süleyman ile olan macerasına yer verilmesi, bu olayın doğruluğuna en büyük şahittir. 

Hz. Süleyman'la çağdaş olan Sebe' kraliçesinin, Mîlattan sonra 250'li yıllarda yaşayan ve adı Belkıs olan bir Himyeri kraliçesinin adı ile karıştırılmış olduğuna şüphe yoktur. (bk. Şamil İslam Ansik. Hz. Süleyman md. İst. 1992.) 

Diğer yandan biri Hz. Süleyman devrinde, diğeri M. S. 250 yıllarında olmak üzere aynı isimde iki Melike'nin yaşamış olması da imkân dahilindedir.

Bununla beraber, Kur'an-ı Kerim'de Sebe' Melikesi'nin adı zikredilmemiştir. Dolayısıyla, Belkıs ismi üzerinden Kur’an’a itiraz edenler yerden göğe haksızdırlar. 

Şu nokta da çok garip ve pek dikkat çekicidir ki; bazı insanlar, yüzlerce İslam tarihçisinin bildirdiği bir bilginin kaynağı ortada olduğu halde, bunun aksine işaret eden bir iddiayı gayri müslim bir kimseden duydukları zaman buna -Allah’tan gelen bir vahiymiş gibi- bütün benlikleriyle sahip çıkarlar. Daha doğrusu, içten inanmazlarsa bile inanmış gibi görünürler ve sahte tavırlar sergilerler. 

2. Uzak bir mesafeden Belkıs’ın tahtının bir anda getirilmesinin ilmin kanunlarına aykırı olduğu iddiasına gelince;

Bunu savunan adamlar, mucizeden habersiz oldukları gibi, ilmin kanunlarını da bilmiyorlar. Zira bugün ilim adamları ışınlamalardan söz ediyorlar. Bugünkü teknolojiyle, en uzak yerlerden seslerin ve suretlerin nakli bir anda yapılmaktadır. Bilgisayar vasıtasıyla saniyeler içinde karşılıklı haberleşmeler sağlanmaktadır. Fakslar ile bir nesnenin/bir yazının aynısına yakın bir benzerlikle saniyeler içinde en uzak yerlere ulaşılmaktadır. Savaş teknolojileri içerisinde çeşitli nükleer ve konvansiyonel mermilerin, bombaların bir kaç saniye içerisinde en uzak hedefine varması gözle görülen bir gerçektir. Bu gün, Ay’a ve daha uzak yerlere ve diğer bazı gök cisimlerine -çok kısa sayılan bir zaman diliminde- varan uzay araçlarını görmezlikten gelenlerle konuşmak bile abes sayılabilir.

On beş asır önce, Kur’an’da sözü edilen SEBE kraliçesinin tahtının Hz. Süleyman’ın yanına ulaşması bir mucizedir. Mucizeler de zaten böyle harikulade olurlar. Bu bir mucize olmakla beraber, Kur’an’da bunun ilmî bir verinin sonucu olarak takdim edilmesi, ayrı bir özelliğe sahiptir ve ilim adamları için pek manidardır.

Sonuç olarak Kur’an’ın ilgili ayetlerinin mealini bir kez daha arz etmekte fayda mülahaza ediyoruz:

“Daha sonra Süleyman onların itaatlerini bildirmek üzere huzuruna geleceklerini öğrenince, yanındaki danışmanlarına: 'Değerli danışmanlarım! Onların itaat içinde huzuruma gelmelerinden önce, içinizden kim onun tahtını bana getirebilir?' dedi."

"Cinlerden mağrur ve iddiacı bir ifrit: 'Ben,' dedi, 'Sen makamından kalkmadan, onu sana getiririm. Benim onu taşımaya gücüm yeter, hem de zayi etmeden güvenilir tarzda getirecek emin bir kimseyim'." 

"Ama nezdinde, kitaptan ilim olan bir zat da: 'Ben, sen gözünü açıp kapamadan onu getirebilirim.' der demez, Süleyman, Kraliçenin tahtının yanı başında durduğunu görünce: 'Bu, Rabbimin lütuflarındandır. Bu şükür mü edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağım diye beni sınamak içindir. Şükreden sadece kendi lehine olarak şükreder. Nankörlük eden ise bilmelidir ki Rabbim onun şükründen müstağnidir, şükrüne ihtiyacı yoktur, ihsan ve keremi boldur.'”(Neml, 27/38-40).

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun