Mezhep farklılıkları neden kaynaklanır, mezhep değiştirmek caiz midir?

Tarih: 07.08.2006 - 11:19 | Güncelleme:

Soru Detayı

Şafilerde kan aktığında abdest bozulmaz, Hanefilerde ise abdest bozulur; bunun nedeni nedir.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslam düşmanları tarafından işletilen mevzulardan biri de “mezhep” meselesidir. Mezhep meselesi bir taraftan İslam'da bir ihtilaf unsuru gibi gösterilmeye çalışılırken, diğer taraftan bir takım demagojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir. Meselenin üzerine biraz eğildiğimiz zaman, mezheplerin bir ihtiyaçtan doğduğu, hiçbir zaman ihtilaf unsuru olmadığı anlaşılacaktır.

İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam dininde, mezhepler, ameli (pratikte yaşanan) kısımları mevzu olarak ele alır. Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir. (Mektubat, s. 449)

Mezheplerin Doğuşu

Peygamber (a.s.m.) Efendimize kadar itikadi noktalarda aynı olan şeriatlar teferruat kısımlarında değişerek gelmiş, hatta bir asırda ayrı ayrı kavimlere ayrı şeriatlar gönderilmiştir. Ancak Peygamber (a.s.m.) Efendimizle birlikte daha başka şeriatlara ihtiyaç kalmamış ve O'nun dini bütün asırlara kafi gelmiştir. Fakat teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır. Cenab-ı Allah tarafından vazifeli olarak gönderilen hak mezheplerin imamları bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap vermişlerdir. Peygamber (a.s.m.) Efendimiz bir mucize olarak bu imamların geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını daha bunlar gelmeden haber vermiş (Mektubat, s. 108) ve bu mümtaz şahsiyetler de yapmış oldukları hizmetlerle Resulullah (a.s.m.) Efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir...

İslam mezhepleri -bir iki cüz'i mesele hariç- hiçbir zaman iç harp ve karışıklıklara yol açmamış (Mektubat, s. 449) ve bu mezheplerin imamları da birbirine daima saygılı olmuşlar, birbirlerini red ve inkâr etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde çıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen içtihatlarını zaman ve ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır.

Mesela: İmam-ı Azam (H. 80-150) bir hadise ile ilgili olarak fetva verdikleri zaman,

“Bu Numan bin Sabit'in (İmam-ı Azam) reyidir. Çıkarabildiğimiz reylerin en güzeli budur. Kim bundan daha güzelini ileri sürerse, doğruya daha yakın olan odur.” derdi.

İmam Malik (Maliki mezhebi kurucusu. H. 93-179),

“Ben bir beşerim. Bazan hata, bazan da isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımı tetkik ediniz. Kitap veya sünnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.” demiştir. (Hayreddin Karaman, Fıkıh Usulü, s.33)

Hanbeli mezhebi kurucusu İmam-ı Hanbeli (H. 164-241) ve İmam-ı Şafii Hazretleri (H. 150 - 204) de hiçbir zaman iddialı konuşmamışlar ve meslektaşlarını rencide edici sözler söylememişlerdir. Daha sonra bu büyük insanların rey ve içtihatları talebeleri ve alimler tarafından bir araya getirilerek, Müslümanların gönül huzuru içerisinde ibadet yapmaları temin edilmiştir.

Hak birden fazla olur mu?

Bir zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır:

“Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazan birbirine zıt hükümleri hak olabilir?”

Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri özetle şu cevabı verir:

“Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin..." 

"İşte burada hak taadüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. “Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur.” denilebilir mi?"

"İşte bunun gibi, İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur... Mesela, bugün bile Şafii mezhebine mensup olanların genel karakteri köylülüğe ve bedeviliğe daha yakındır. Cemaatı bir vücut haline getiren hayat-ı içtimaiye de (sosyal hayat da) eksik olduğundan, her biri namazda imam arkasında Fatiha'yı ayrı ayrı okuyarak, Cenab-ı Allah'a kendi dertlerini bizzat söylerler ve O'ndan ne istediklerini ifade ederler."

"İmam-ı Azam'a tabi olanlar ise genellikle medeniyete ve şehirliliğe daha yakın ve içtimai yaşayış da müsait olduğundan, bir cemaat bir şahıs hükmüne girip bir tek adam herkes namına söyler, ona uyanlar kalben onu tasdik ettiklerinden ve onun sözü herkesin sözü hükmüne geçtiğinden Hanefi mezhebi mensupları imam arkasında fatiha okumazlar..."

"Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu hususta İmam Şarani Hazretleri “Mizan” isimli bir eser yazmış, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur." (Sözler, s. 513)

Bir misal:

Mezhep imamları İslami meselelerde değil uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela, abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir.

Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “başınıza meshediniz” emri “bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça'da çeşitli kelimelerin başına gelen 'b' harfi, bazan “güzelleştirmek”, bazan “bazı” manasını vermek, bazan da “bitiştirmek” manasını vermek için gelir. Abdest âyetinin “ruusiküm” kelimesinin başına gelen 'b' harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır. Buradaki 'b' harfi her üç manaya da gelir.

Bunun içindir ki İmam-ı Malik Hazretleri: “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki 'b' harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur.” der.

İmam-ı Ebu Hanife Hazretleri ise: “Bu 'b' bazı manasına gelen 'b'dir. Başın bazısına meshedilse kafi gelir.” der.

İmam-ı Şafii Hazretleri ise: “Bu 'b' bitişmek manasına gelen 'b' dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur.” der. Hâl böyle olunca, mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır..

Bu arada kanun maddesi bir olduğu halde anlayış farklarından aynı meselede çeşitli mahkemelerden birbirine yüzde yüz zıt ve farklı hükümler ortaya çıkmaktadır. Birisi ortaya çıkıp da “Bu neden böyle oluyor?” diyemezken, mezhep meselesinin dile dolanması iyi niyetle ve gerçekçilikle uyuşmaz.

Mezhepten Mezhebe Geçmek Caiz midir?

Mezheplerin rahmet ve feyiz olduğu açıktır. Ancak mezhepte aşırı taassup doğru değildir. Hak olan mezheplerin hepsi de Allah'ın Kitabına, Peygamber (asm) Efendimizin sünnetine ve ashabın, ümmetin yetişkin ilim adamlarının icmâına dayanmaktadır.

Müslüman kişi hak mezheplerden herhangi birini seçmekte serbesttir. Dinimiz bu hususta bir takım şartlar veya engeller koymamıştır. Çünkü mezhepten amaç, Müslümanların dinî meselelerini kendilerinin belirtilen ana kaynaklardan çıkarma imkânı yoktur. Bu çok geniş, köklü ve detaylı ilim ister. Herkes böyle bir ilme sahip olamaz. O takdirde böyle bir ilme sahip olup kendini ümmete kabul ettiren müctehid imamlardan birinin mezhebini seçerek, dinî meselelerini ona göre çözmek ve amel etmek zorundadır.

O halde herkes kendine kolay geleni, hak mezheplerden birini seçebilir. Ancak seçeceği mezhebin ilmihâlini bilmesi gerekir. Başka bir ameliyeye lüzum yoktur.

Ayrıca mezhepler arasında bir ayrım yapmak da doğru değildir. Çünkü mezhep kurucularının hepsi de mutlak müctehidlerdir. Hata bile etseler, sırf ictihad ettikleri için sevap kazanmışlardır. "Falan imam filân imamdan daha üstündür veya daha çok bilgilidir." gibi yersiz övgülerde bulunmak, imamların ruhunu ta'ciz eder ve kimselere bir şey kazandırmaz. Hepsi de kadri yüce ilim adamlarıdır. Allah (C.C.) için yine Allah'ın kendilerine vermiş olduğu üstün zekâ ve hafızayla bütün bir ömürlerini bu yolda harcamışlardır.

İslâm tarihinde bilhassa dört mezhep imamlarının benzerleri pek yetişmemiştir. Allah (c.c.) bu dini korumak, azizliğini muhafaza etmek, yanlış ve maksatlı görüşlerden uzak bulundurmak için, böylesine güçlü ilim adamları yaratmıştır. Hicrî birinci asırla dördüncü asır arası, mücehid imamların en çok yetiştiği bir devredir. Ondan sonra, yetişen müctedihler ayarında pek müctehid yetişmemiştir.

Sonuç olarak diyoruz ki: İnkıraz bulan hak mezhepler dahil, yaşamakta olan dört mezhebe ve imamlarına ayni sevgi ve saygıyı beslemek Müslümanlığımızın gereğidir.

Bid'at meselesine gelince: Müctehid imamların anlayış ve fikirleri, dinimizin iki esası olan Kur'an ve sünnetten alınmıştır ve o ikisinin yorumlanmasından ibarettir. Nitekim şu Kur'an âyeti bunu açıkça göstermektedir:

“…Eğer onlar (ihtilafa düştükleri konularda) peygambere ve aralarında dini yönden görüşlerine itimat edilen kimselere sormuş olsaydılar, içlerinden işin içyüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu bilirlerdi.” (Nisa, 4/83)

Dikkat edilirse ayette Hz. Peygamber (asm)'den sonra, görüş sahibi ve sahasında uzman kimselere de problemlerimizi iletmemiz isteniyor. İşte hak mezheplerin olması bu âyetin bir açıklamasıdır.

Ayrıca meşhur bir rivayete göre Peygamberimiz (asm) Hz. Muaz’ı Yemene gönderirken, nasıl ve neye göre hüküm vereceğini sorduğunda, o sırayla "Allah’ın Kitabına, Rasülünün sünnetine ve onlarda bulamaz isem kendi görüşüme göre hüküm veririm." demiştir. Peygamberimiz bu cevaba çok sevinmiştir. (Ebu Davut, Akziye, 11; Tirmizi, Ahkam,3) Bu da konumuz açısından önemli bir kaynaktır.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Fıkıh Mezheplerinin Sosyal Yapı Perspektifinden Mukayesesi —Said Nursi ve Şa'rani Örneği—

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun