Annem başımı kapatmama müsade etmemektedir. Başımı açmam namazımın sevabını eksiltir mi?

Tarih: 03.07.2006 - 14:10 | Güncelleme:

Soru Detayı
Çevremdeki insanlar başı açık gezmekteler...
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah hiç bir iyiliği zayi etmemektedir. Bu bakımdan tesettüre riayet etmemeniz namaz kılmanıza engel değildir. Ancak namaz esnasında başınızı örtmeniz gerekir. Aksi hâlde namazınız geçerli olmaz.

Namazı kıldığınızdan dolayı sevap alırsınız; başınızı açmanızdan dolayı da günah işlemiş olursunuz. En mükemmel şekli ise her ikisini de yapmanızdır. Günahsız bir şekilde kılınan namazın fazileti daha fazladır

Biz Allah'ın kullarıyız. O bizden nasıl yaşamamızı istiyorsa o şekilde yaşamalıyız. Bizi yaratan Allah kadının başını örtmesini farz kılmıştır. Bu bakımdan gerek ailemiz gerekse çevremizdeki insanlar buna mani olmamalıdır ve olmaya da hakları yoktur.

Anneniz razı olmasa bile Allah'ın emrini yerine getirmeniz gerekir. Çünkü Allah'ın rızası anne babanın rızasından önce gelir.

Anneniz başınızın örtmesine müsade etmemesinin sebebi, hakikatı tam olarak anlayamadığındandır. O da sizin gibi gerçeği anlamış olsaydı, elbetteki kendisi de buna razı olacaktı.

Hem siz baş örtüsü takmakla annenize isyan etmiş sayılmazsınız. Belki onun yanlış olan bir sözüne uymamış olursunuz.

Annenizin kalbini kırmadan ona baş örtmenin Allah'ın emri olduğunu anlatıp ikna etmeniz gerekir.

Tesettür münakaşalarında üç mefhum, birbiriyle karıştırılıyor: Ayıp, suç ve günah. Bir söz, bir hareket veya bir kıyafet toplumun değer hükümlerine ters düşüyorsa ayıplanıyor, kanuna aykırı ise, suç sayılıyor, dine muhalif ise, günah oluyor.

Bazı kimseler, kanuna aykırı olmayan bir şeyin günah da olmayacağını zannederken, bazıları, “herkesin işlediği bir fiilin günahlıktan çıkacağı” vehmine kapılıyorlar. Bunların her ikisi de fevkalâde yanlış düşünceler.

Ayıp, hiçbir zaman gerçeğin ölçüsü olamaz. Fikir, düşünce ve hareketlerini sadece çevrenin “ayıp” anlayışına göre düzenleyen insanlar, şahsiyetlerini topluma feda etmiş, kalabalıklara esir olmuşlardır.

Halbuki, toplumun her ayıpladığını “yanlış”, yahut her benimsediğini “doğru” kabul etmek mümkün mü? Böyle olsa, insanın her toplulukta ayrı bir şahsiyete bürünmesi, bukalemun gibi sık sık renk değiştirmesi gerekmez mi?

Batılı bir düşünürün “insan aklının aczini” ortaya koyan şu ifadeleri, bu meselemizi ne güzel izah eder:

“Bir insanın, babasını yemesinden daha korkunç bir şey düşünülemez; ama, eskiden bazı kavimlerde bu âdet varmış. Hem de bunu saygı ve sevgilerinden yaparlarmış. İsterlermiş ki ölü, böylelikle en uygun, en şerefli bir mezara gömülsün. Vücutları ve hâtıraları içlerine, tâ iliklerine yerleşsin. Babaları sindirme ve özümleme yolu ile kendi diri bedenlerine karışıp yeniden yaşasın. Böyle bir inancı iliklerinde ve damarlarında taşıyan insanlar için, anasını, babasını topraklarda çürütüp, kurtlara yedirmenin, en korkunç günahlardan biri sayılacağını kestirmek zor değildir.”

Şimdi düşünelim: Etrafımızdaki insanların büyük çoğunluğu, kesif propagandalarla, böyle bir fikri benimsemiş olsalar, biz de toplum ayıplamasın diyerek, babamızın etini mi yiyeceğiz? Demek ki, “ayıplama” tamamen sübjektiftir; gerçeğe tesir edecek bir faktör değildir. Ayıp telâkki ederek örtünmekten kaçınan hanımefendilerin iddiaları iki kısma ayrılıyor: Birisi: “Örtünmemek niçin günah olsun?” şeklindeki itiraz. Diğeri ise: “İslâm’da örtünmenin olmadığı” tarzındaki, şahsî kanaat.

Görünürde aralarında pek fazla bir fark yok gibi geliyor. Ama, gerçekte her ikisi de müstakil birer konu. Yıllardan beri, çeşitli konularda muhtelif sorulara muhatap oldum. Birçok tartışmalarda bulundum. Bir kerecik olsun rastlamadım ki, alışverişinde faizden uzak duran bir tüccar, kalkıp ta “Faiz neden haram olsun?” gibi bir soru atsın ortaya. Yahut, namazını muntazaman kılan birisi, “Namaz kılmakla da Müslüman mı olunurmuş, sen benim kalbime bak.” yollu bir iddiada bulunsun.

Örtünme meselesinde de öyle. “Örtünmekle de ne olacakmış, insan örtünün içinde de yapacağını yapar.” gibi sözlerin sahiplerini birer birer araştırırsanız, her defasında İslâm’ı layığınca bilmeyen veya bildiği halde onun emirlerini yerine getiremeyen birisiyle karşılaşırsınız.

Bu insanlar, vicdanlarının derinliklerinde hissettikleri suçluluk psikolojisinden kurtulmak için, böyle itirazlarda bulunuyorlar ve tövbe edeceklerine, günahlarını meşru göstermeye kalkışıyorlar. Sanki diğer insanları ikna etmekle, o mükellefiyetten kurtulacaklarmış gibi. Halbuki, bir fiil günah ise günah, değil ise değildir. Bunun tespitini “kalabalıklar” yapamaz. Örtünme dinde varsa buna kimse “yok” diyemez. Ama, hiç kimse de başkalarını bu hususta zorlama yoluna gitmemelidir.

Bu hanımlardan bir ricam olacak. Lütfen, İslâm’ı hiç olmazsa, bir gayri müslim kadar tarafsızca araştırsınlar. Örtünmenin dindeki yeri ne ise, onu öylece tespit etsinler. Sonra o hükme ister uysun, ister uymasınlar, bu, tamamen kendilerinin bileceği bir iş. Ama, İslâm’da örtünme varsa, bu emre riayet etmedikleri takdirde, günah işlemiş olacaklarını da bilsinler. Tâ ki günün birinde tövbe kapısına varmaları mümkün olabilsin.

Örtünmenin İslâm’da yeri olup olmadığı meselesine gelince, bu hususta nice fetvalar mevcut. Lâkin günümüz Müslümanlarının bir kısmı, fetvanın dindeki yerini lâyıkıyla bilmediklerinden, doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerîm’den âyetler takdim edecek ve bunların tefsirlerinden bazı kısımları aynen aktaracağım.

Cenâb-ı Hak, Nûr Sûresinde Peygamberimize (a.s.m.) hitaben şöyle buyuruyor:

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu yerleri) açmasınlar. Zahir olanı (görünmesi zarurî olan yüz, el ve ayaklar) müstesna. Baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar (göğüs ve boyunlarını göstermesinler). Ziynetlerini (süs yerlerini) ancak şu kimselere gösterebilirler: Kocalarına, yahut babalarına, yahut kocalarının babalarına, yahut kendi oğullarına, yahut kendi erkek kardeşlerine, yahut erkek kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kardeşlerinin oğullarına, yahut kendi kadınlarına (Müslüman kadınlara), yahut ellerindeki memlûklere (cariyelere), yahut (şehvetsiz ve kadına) ihtiyacı olmayan uyuntu kimselere, yahut henüz kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış olan çocuklara.” (Nûr, 24/31)

Âyet-i kerime dikkatle okunduğunda, şu hususlar tespit edilebilir:

Birincisi: Hitabın mü’min kadınlara olması. Yâni, örtünme kadınlar için bir imân alâmeti ve sadece mü’min kadınlara farz. Mü’min olmayan bir insan, İslâm’ın emir ve yasaklarından mesul değil. Yâni, bir kimse öncelikle Allah’ın varlığını kabul edecek, Kur’an-ı Kerîm’i O’nun kelâmı ve Hz. Muhammed’i (a.s.m.) O’nun en son elçisi bilecektir ki, İlâhî emir ve yasaklara muhatap olabilsin. Kul olduğunu bilecektir ki, başıboş olamayacağını da idrak etsin.

İkincisi: Harama bakmamanın sadece erkekler için değil, kadınlar için de söz konusu olduğu.

Üçüncüsü: “Ziynetlerin gösterilmemesi”. Âyet-i kerimede geçen “ziynet” kelimesi üzerinde yapılan tefsirlerden birini, özet olarak arz edeyim:

“Ziynet, süs eşyası demek ise de, mücerret olarak süs eşyasına bakmak hiç kimse için haram olamayacağına göre, bundan murat, süs eşyalarının takıldığı kulak, boyun, gerdan gibi yerlerdir. Âyette esas maksat tesettür (örtünme) olduğuna ve hitap zengin-fakir bütün müminlere yapıldığına göre, ziynet sadece süs eşyası olarak anlaşılsa, âyet sadece zenginlere inmiş olur. Halbuki, hitap umumîdir, “mü’min kadınlara da söyle.” buyurulmaktadır. Bir başka önemli husus da şudur: Kadın için asıl ziynet, süs eşyası değil, bu organların bizzat kendileridir. Yâni, gösterilmesi haram kılınan boyun, gerdan gibi azalar kadın için ayrıca birer ziynettirler.” (Hak Dini Kur’an Dili, İlgili Âyetin Tefsiri)

Dördüncüsü: Mü’min kadınların başörtülerini, Cahiliye kadınları gibi, boyunlarına bağlayıp arkaya sarkıtmak yerine, başlarına örtmeleri ve yakalarının üzerine vurmaları.

Âyetin devamında, ziynetlerin (süs yerlerinin) kimlere gösterilebileceği açıklanıyor. Bunlar içerisinde, bir de “kendi kadınlarına” ifadesi yer alıyor.

Bunu, “yakînen tanıdıkları sohbet arkadaşlarına, kendi yanlarında çalışan hizmetçi kadınlara” diye tefsir eden âlimler bulunduğu gibi; “kendi” kelimesini “kendi dinlerinden olan kadınlar, yâni Müslüman kadınlar” diye tefsir edenler de var.

Bu tefsirlerden birincisine göre, mü’min kadınların, ziynetlerini yakînen tanımadıkları hiçbir kadına gösteremeyecekleri, ikincisine göre ise, Müslüman kadınlara gösterebilecekleri, lâkin gayri müslimlere gösteremeyecekleri anlaşılmakta.

Bir diğer âyet-i kerimede ise, şöyle buyurulur:

“Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, elbiselerinden giyip örtünsünler. İşte böyle giyinmeleri, tanınıp da (cariyelerden, iffetsiz âdi kadınlardan fark edilip de) eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Allah Gafur’dur (çok bağışlayıcıdır), Rahîm’dir (çok merhametlidir).” (Ahzab, 33/59)

Bu âyet-i kerimede, örtünme açıkça emredilmekte ve bu emrin hikmeti, “mü’min kadınların diğer âdi kadınlarla karıştırılarak rahatsız edilmemeleri, sarkıntılığa maruz kalmamaları ve ruhlarının eziyete duçar olmaması” olarak beyan buyurulmakta.

Netice, örtünmemek; hem ayıptır, hem suçtur, hem de günahtır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun