Hz. Ali'nin: "Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, ama en büyük âlem sende gizlidir." sözünü detaylı bir şekilde açıklar mısınız?

Tarih: 08.10.2006 - 10:55 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah, kâinatı yaratmış, kâinata isimleriyle tecelli etmiş, bin bir isminin nakışlarıyla kâinat sarayını işlemiş ve bu sarayın bütün nakışlarını, bu sarayın merkezinde olan, sarayın ve sakinlerinin kendisine hizmetkâr olduğu insana da nakşetmiştir.

Kâinatı binbir ismiyle dokuyan, aynı nakışla, insanı kâinatın küçük bir nümunesi gibi dokumuştur.

İnsan küçük bir âlemdir. Âlemin küçültülmüş bir misalidir. Kâinatta ne varsa, Allah insanın hakikatine onu öz olarak yerleştirmiştir. Âdeta âlemde ne varsa, insanda nümunesi vardır. Kâinat küçültülse insan, insan büyültülse bir kâinat olur...

Şu kâinattaki muazzam faaliyetin bir misali de insanda cereyan eder. Bizim de bedenimizde de sürekli bir faaliyet vardır. Durmadan nefes alırız, dimağımız fasılasız çalışır, saçlarımız uzamaya devam eder, hücrelerimiz durmadan değişir. (Kâinat da sakinlerini durmaksızın değiştirmiyor mu?)

Bir bebeğin büyüyen parmaklarıyla birlikte, ağacın dalları da beraber büyürler. Dökülen saçlarımızla, sonbahar birlikte kendini hissettirirler. Sonbaharda pek çok mahlûkat veda ederken kâinata, sonbaharda vefat olayları sıklıkla yaşanır.

(Görüntümüzden misalle): İnsanın saçları, ormanlara işarettir... Tüylerimiz nebâtata,bitkilere işarettir. Damarlarımızda kanın deverânı, akan nehirlere işaret; ağzımızda ve kulaklarımızda ki sıvılar, tatlı acı sulara işaret.. Vücudumuzdaki eğri büğrü yerler dağlara düz yerler ovalara işaret eder ve hâkezâ...

Evet...

İnsan yaratıldığı gibi, kâinatta yaratılmıştır.

İnsanın bir gençliği, ihtiyarlığı olduğu gibi, kâinatın da vardır. İnsan vefat edeceği gibi, kâinatta bir gün vefat edecektir.

İnsan küçük bir âlemdir yani...

Kâinat insana hizmetkâr: İnsan, kâinatın merkezinde yaratılmış ve kâinat, insana hizmetkâr edilmiş...

Kur’ân’ın tarifinde: Yeryüzü insana bir döşek gibi serilmiş, bir beşik gibi insanın içinde huzur duyacağı bir hâlde yaratılmış... Güneşe insanın bir lambası, bir sobası olma vazifesi verilmiş, yıldızlar kandiller hükmünde, gecenin karanlığında, insana ikram edilmiş...

Havasıyla, güneşiyle, toprağıyla, her an ahengi muhafazada, dengede tutulan bu kâinat, insan için bir hizmetkâr, bir binek, bir döşek, bir sofra, bir çarşı-yı âlem.... İnsan için saray gibi döşenmiş, süslendirilmiş, onun hizmetine verilmiş... Kâinat sarayının sofralarında, insan iştahsız da bırakılmamış, tüm sofralardan istifade edebileceği, sınırsız bir ihtiyaç verilmiş.

İşte, Cenâb-ı Mevlâ, kâinatta ne varsa, tüm nimetlerin uçlarını insanla bağlamıştır. Yani, insan kâinatın her tarafıyla alâkadar bir vaziyette yaratılmıştır. Yanıbaşımızdaki bir olayı merak ettiğimiz gibi, Mars araştırmalarını da merak etmez miyiz?..

Evet... Biz, bu kâinatın bütünüyle alâkadarız.... Dağıyla, taşıyla, toprağıyla, yıldızıyla, çiçeğiyle, mercanlarıyla,.. her şeyiyle, kâinat bizim için yaratılmıştır... Kalbimiz, âlemin tamamına muhabbet edebilecek bir kabiliyette halk olunmuş...

Kâinatı bir bütün olarak algılar ve öyle severiz... Ne bu boncuk mavisi gökyüzü olmaksızın, ne de yeryüzünün ziynetleri olan çiçekleri görmeksizin bir dünya hayal edebilir misiniz?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun