Enaniyyet, gurur, tekebbür, iftihar kavramlarını, geniş manasıyla ve örneklerle açıklar mısınız?

Tarih: 09.10.2006 - 14:56 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Fahr etmek, iftihar etmek caiz midir?
- Bunların anlamlarını açıklayabilir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

ENANİYET: (Enâniyyet) Benlik. Kendine güvenmek, gurur. Hodbinlik. Sadece kendine taraftarlık. Her yaptığı işi kendinden bilmek.

“Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana 'ENE' namında öyle bir miftah vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar.” (Bediüzzaman, Sözler)

Ene, “ben” demektir. Benlik, insanın kendi varlığından ve sıfatlarından haberdar olması, nefsini ve malını kendine nispet edebilmesidir. İnsan, güttüğü koyunlar için ‘benim koyunlarım’ diyebildiği halde o koyunlar, meselâ, kendi ayakları için ‘benim ayaklarım’ diyemiyorlar. Güneş de gezegenlerine sahip çıkamıyor.

İnsana bu imtiyaz niye tanınmış? "Benim aklım, benim elim, benim çocuğum, benim tarlam" diyebilmesi niçin?

“Arzın halifesi olduğu için...”

Halife, sultanın mülkünde, O’nun namına tasarruf eder. "Benim malım, benim mülküm" derken, mülkün gerçek sahibini hatırından çıkarmaz. Onun böyle deyişi, bir askerin "Benim tüfeğim" yahut "benim koğuşum" demesi gibidir.

Benlik gerçekte büyük bir nimet, büyük bir sermaye... Ama onu yerinde kullanmak şartıyla...

Arzın halifesi olduğunu unutmayıp Kâinat Sultanı’nın namına hareket etmek, O’nun emanetlerini, yine O’nun rızası yolunda kullanmak şartıyla... Hiçbir icraatına şahsî reyini, hevesini ve nefsini karıştırmamak şartıyla...

‘Nefsini bilen Rabbini bilir’ sırrına ermek, ‘ben’ diyebilmeyi bir anahtar yapıp ‘O’ diyebilmek şartıyla...

Tarlasına tohum serperken, rüzgârdan pek farklı bir iş yapmadığını, keza bahçesini sularken de yağmurun vazifesini taklide çalıştığını bilmek, tıpkı onlar gibi kendisinin de Allah’ın mülkünde bir hizmetçi olduğunu unutmamak şartıyla...

Kendi varlığını düşünürken, ‘Bana bu varlığı kim lûtfetti ise, şu bütün âlemi de yoktan var eden ancak O’dur.’ diyebilmek ve mutlak varlığın ancak O’na mahsus olduğunu bilmek şartıyla...

İlmini ve kuvvetini düşünürken de, ‘Bana ilmi tattıran elbette Âlim, bana kuvvet bahşeden elbette Kâdir'dir.’ diyebilmek şartıyla... Kendisine takılan diğer sıfatları, kabiliyetleri ve halleri de bu mânâda değerlendirebilmek şartıyla...

Kâinat, bir yönüyle, ‘benlikten’ uzak tutulanlar ordusu!.. Semâ yüksekliğine güvenmez, toprak çiğnenir aldırmaz. Ay, dünyaya bağlı olmayı mesele yapmaz, bülbül sesiyle övünmez, arı balıyla gururlanmaz... Niçin?

Cevap tektir:

“Hiçbirinde benlik olmadığı için.”

Benlikten uzak tutulan her mahlûk, bir yönüyle mahrumdur, ama diğer yönüyle korunmuştur. Meselâ, şu güneşimiz, “ben” diyebilseydi, belki Allah’ı bilme ve sevmede hayli yol kat edebilirdi. Ama bilemiyoruz, belki de büyüklük iddiasında bulunur, kuvvetine güvenir, gezegenleriyle gururlanır, ziyasıyla övünürdü... Bu ise onun için feci bir hâl olurdu... Şimdi bu gafletten korunmuş ve bu sapıklıktan uzak, sürdürüyor vazifesini...

Bir de melekler âlemi var. Onlar benlik dâvâsı gütmekten çok çok uzaktırlar. Gurur nedir bilmez, kıskançlıktan anlamaz, hasedi tanımazlar. Bu isyansız varlıklar, Rablerine kim daha iyi ibadet ederse onu daha çok severler.

GURUR: Kibir. Boş yere güvenmek. * Kıymetsiz şeylere güvenip mağrur olmak.

"Evet, gurur ile insan maddi ve mânevi kemalât ve mehâsinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemalâtına tenezzül etmeyip, kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malumat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izamın irşâdat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama mâruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar. Halbuki eslâf-ı izâmın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar." (Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye)

Kibir, kişinin kendisinde bulunan ilim, mevkî ve doğruluk gibi hususiyetleri başkasından üstün görmesidir. Bu, Allah'ın kızgınlığına, insanların hoşnutsuzluğuna sebep olduğu için sahibini felâkete götüren bir hastalıktır. (et-Tâc, V/31).

İnsan ruhunun arındırılması gereken kötülüklerden biri olan kibir, Râğıbu'l-İsfahânî'ye (Ö. 503/1109) göre, "Kendini beğenen insanın, bu isteğini nefsine tahsis ederek, kendini başkalarından daha büyük görmesidir." (Rağıbu'l-Isfahânî, el-Müfredât, s. 421). Kibir, tekebbür ve istikbâr birbirine yakın manada kullanılmışlardır.

İmam Birgivî (Ö. 981/1573) kibir için, "Kalbin hastalıklarındandır; kendini yüksekte görerek, karşısındakinin üstünde saymaktır; zıddı zaaftır." (Birgivî, et-Tarîkatü'l-Muhammediyye, s. 68 vd.) demiş, bazı ayet-i kerîmelerle kibri tanıtmaya çalışmıştır. Kur'an-ı Kerîm, kibiri, kibirden türeyen davranışları açıklamış, kibir ve örneklerini teşhir ederek zararlarını belirtmiş, ondan kaçınmanın ahlâkî bir zaruret olduğunu ortaya koymuştur:

"Meleklere, 'Âdem'e secde edin' demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler. O kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu." (Bakara, 2/34).

"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden yüz çevirteceğim. Onlar bütün ayetleri görseler yine de inanmazlar; doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler..." (A'râf, 7/146).

"Allah büyüklük taslayanları sevmez." (Nahl, 16/23).

Kibir, önce kişinin inanç dünyasına tesir ederek, hak ve doğruya inanmasına engel olur, Allah'ın birliğine, peygamberlere ve âhiret gününe inanmayanların inançsızlığa kibir yüzünden sürüklendikleri anlaşılmaktadır. (Nahl,16/22; Sâffât, 37/35; Bakara, 2/87; A'râf, 7/75-76, 88; Nûh, 71/7; Yunus, 10/75; Mü'minûn, 23/27, 46-47).

Kibir, ferdin Allah'a kul olma ve ona itaat etme görevini engelleyen davranış olduğu için, Kur'an bunun neticesine şöyle işaret eder:

"Kim, Allah'a kulluktan, O'na ibadetten çekinir ve büyüklenirse, bilsin ki, (Allah) kıyamette herkesi huzurunda toplayacaktır." (Nisâ, 4/172).

Çünkü Allah, zatına dua ve ibadet edilmesini istemekte; büyüklenerek kaçınanların, "küçülmüş kimseler olarak" cehenneme gireceklerini (Mü'minûn, 40/60) haber vermektedir. Buna karşılık Allah'a ibadette büyüklük göstermeyen melekler övülerek, insanlar da bu harekete teşvik edilmektedir (A'râf, 7/206; Enbiyâ, 21/19).

Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

"Allah şöyle buyurdu: 'Büyüklük ve azamet örtümdür. Bu bakımdan bunlardan biriyle kim bana nizaa kalkışırsa, onu ateşe atarım.' " (Ebû Dâvûd Libâs, 25; İbn Mâce, Zühd, 16; Ahmed b. Hanbel, II/248).

Allah'ın Resulu (asm) yüce mertebesinde tevâzu yönünden insanların en ileride olanıydı. Abdullah İbn Amr der ki: Resulullah'ın, kızıl bir devenin sırtında cemrelere taş attığını, önünde herhangi bir kimsenin dövülüp kovulduğunu ve "yol açınız, yol açınız" denildiğini görmedim. Resulullah (asm) hastalan ziyaret eder, cenazelerin arkasında gider, kölelerin davetine icabet ederdi. Ayakkabılarını bizzat pençeler, elbisesini yamalar, aile efrâdıyla beraber evinde onların ihtiyaçlarına koşardı.

Bir gün huzur-u saadetine bir adamcağız getirildi. Adam Resulullah'ın heybetinden tir-tir titremeye başladı. Efendimiz (asm) o adama:

"Canını sıkma! Ben padişah değilim. Ben ancak Kureyş soyundan gelen ve kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum." diyerek o kişiyi teskin etti.

Aişe vâlidemiz (r.anha), "Ey Allah'ın Resulu, Allah benim canımı sana feda etsin: Yaslanarak ye; çünkü yaslanarak yersen senin için daha kolay olur." deyince, bu ısrarına bir karşılık olarak Resulullah (asm), alnı yere değercesine mübârek başını eğdi ve sonra şöyle dedi:

"Hayır, ben kölenin yediği gibi yer ve kölenin oturduğu gibi otururum."

Büyüklenme üç kısımdır:

a) Cehâlet ve azgınlıktan ötürü bazı kulların kendilerini Allah'tan büyük görmeleri;

b) Peygamber'e karşı, O'nun buyruklarını küçümsemek, O'nu alelâde biri olarak görmek, prensiplerini hafife almak;

c) Etrafında bulunan insanları küçük görüp, kendini büyük görmek.

İnsan ruhunu çeşitli tezahürleriyle körelten zararlarına Kur'an-ı Kerîm'in genişçe bir açıdan baktığı kibir, maddî hayatta zararın ve kaybın sebebidir. Kibir örneklerinde gördüğümüz gibi büyüklenenler henüz dünyada iken, hareketlerinin cezasını çekerek helâk olmuşlardır. Büyüklenme ve çoğunluğa güvenmenin özellikle savaşta acı sonucuna dikkati çeken Kur'an, Huneyn muharebesindeki durumu şöyle anlatmaktadır:

"O vakit, Huneyn'de çokluğunuz size güven vermişti de, bir faydası olmamıştı." (Tevbe, 9/25).

Şu da var ki ilâhî yardım inananların imdadına yetişti ve Huneyn'de küffâra karşı galip geldiler

Büyüklenmenin manevî zarar ve kötülükleri, ceza ve azap şeklinde tecelli edecektir.

Şüphesiz kibirlenme insanlığı yokluğa iter. Onun giderilmesi gerekir; fakat bu kuru temenni ile değil, manevî ilâçla ve kibir ağacını kalpten söküp atacak vasıtaları kullanmakla mümkündür. Bu da iki şekilde olur:

a) Asıl ilaç; ilim ve ameldir. Şifa, bu ikisinin birleşmesiyledir. İlim, kişinin kendisini ve Allah'ını bilmesidir. Kibrin giderilmesi için bu yeterlidir. Kişi bildiği zaman bu var olan kâinat içindeki payını; Allah'ını bildiği zaman kibrin ve azametin onun hakkı olduğunu anlar. Kur'an-ı Kerîm bu hususta dikkati çekiyor:

"Canı çıksın insanın, o ne nankördür! Allah onu neden yaratmış? Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek, ona şekil vermiş, sonra tutacağı yolu kolaylaştırmıştır. Sonra onu öldürür ve kabre koyar." (Abese, 80/17/22).

b) Nesep, güzellik, mal, ilim vb. gibi büyüklenmeye iten sebeplerin gelip geçici olduğunu düşünerek, kendisini bu belâdan kurtarmaya çalışmak.

Allah Teâlâ bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:

"İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini de alçalt. " (Lokman, 31/18).

Hulâsâ, gurur ve kibir sâlih ve muttaki bir Müslümanda bulunmaması gereken; tevhid ehline yakışmayan en kötü huylardandır.

TEKEBBÜR:

Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek.

"İşte ey insan! Eğer yalnız ona abd olsan bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkâf etsen, âciz mahlukata zelil bir abd olursun. Eğer enâniyetine ve iktidarına güvenip, tevekkül ve duâyı bırakıp, tekebbür ve dâvaya sapsan; o vakit iyilik ve icad cihetinde arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zayıf düşersin. Şer ve tahrib cihetinde dağdan daha ağır, tâundan daha muzır olursun. " (Bediüzzaman, Sözler)

Tekebbür'ün zıddı, tevâzudur. O da büyüklenmeme, alçak gönüllü ve gösterişsiz olma demektir. Tekebbür, "istikbar" ile aynı anlamı ifâde etmektedir.

Kur'an'ın muhtelif yerlerinde Yüce Allah tekebbürü kınamış, kendilerini başkalarından üstün kabul edip, başkasını hor ve hakir gören kişileri tenkid etmiş ve bu türlü davranışların doğru olmadığını bildirmiştir:

"Yeryüzünde tekebbürde bulunanları, (haksız yere böbürlenenleri), ayetlerimden uzaklaştıracağım, (onları anlayamayacaklar). Onlar, bütün mucizeleri görseler, yine de imân etmezler. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler (o yola girmezler). Fakat azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir." (A'raf, 7/146).

Bu ayette ifâde edildiği gibi, geçmiş peygamberlerin zamanında tekebbürle hareket edip, Allah'ın yolundan uzaklaşanlar, ilâhî emirlerden ve peygamberlerinin tebliğlerinden mahrum olmuşlardır. Bugün de, tekebbürle hareket edip Hz. Muhammed (asm)'in yolundan ve onun bize emânet olarak bıraktığı Kur'an'dan yüz çevirenler, ilâhî hikmetlerden mahrum olacaklardır. (Seyyid Kutub, fı Zilâli'l-Kur'an, Beyrut 1971, III/637).

Peygamberler bile, tekebbürde bulunan, kendilerini başkasından üstün gören kişilerin şerrinden Allah'a sığınmışlardır:

"Musa dedi ki: 'Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de rabbim, sizin de rabbiniz (olan Allah)a sığınırım.' " (Mü'min, 40/27).

Bir de Yüce Allah, ahiret inancından mahrum, kalplerinde tekebbür duygularıyla hareket eden kişileri sevmediğini, Kur'an'ın çeşitli yerlerinde vurgulamıştır:

"Sizin tanrınız bir tek tanrıdır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkarcı, kendileri de böbürlenen kimselerdir. Hiç, şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez." (Nahl, 16/22, 23).

Yeryüzünde şımaranlara, kibir ve gururla böbürlenenlere, ahiret gününde şöyle denilecektir:

"Cehennemin kapılarından girin. Orada ebedî kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!.." (Mü'min, 40/76).

Bu durum, Nahl 29 ve Zümer 72. ayetlerde de hemen hemen aynı ifâdelerle dile getirilmiştir.

Hz. Muhammed (asm) de tekebbür hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştur:

"Kalbinde hardal tohumunun tanesi kadar kibir bulunan kişi, cennete girmez ve yine kalbinde hardal tohumunun tanesi kadar imânı olan kişi de cehennem ateşine girmez." (Ebû Dâvud, Libâs, 26).

Bu hadisten, iman ile kibrin asla bir arada bulunamadıkları anlaşılmaktadır. Tekebbürün olduğu yerde, imân barınamaz ve imânın bulunduğu yerde de tekebbür bulunamaz. Bu husustaki diğer bir hadis de şöyledir:

"Kibir, kişinin hakkı kabul etmemesi ve insanları hakir görmesidir." (Ebu Dâvud, Libâs, 26).

Yüce Allah, Kur'an'ın başka bir yerinde inanan kullarına seslenmiş, hiç kimsenin başka kimseyi hor ve hakir görmemesini istemiş ve belki hor görülenlerin kendilerini hor gören tekebbürlülerden daha üstün olabileceklerini haber vermiştir:

"Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler." (Hucurât, 49/11).

Tekebbür, şeytanın lanetlenmesine sebep olan kötü bir duygu değil miydi?.. Kibir ve gururun neticesinde tekebbüre kapılarak, Allah'ın emrine isyan etmişti. Kur'an'da bu husus Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:

"Meleklere: 'Adem'e secde edin.' demiştik. Hemen secde ettiler. Yalnız İblis diretti, böbürlendi ve inkarcılardan oldu." (Bakara, 2/34).

Buna göre, tekebbür duygularına kapılarak, Allah'ın emir ve yasaklarından kaçınan, ilâhî emirler karşısında teslimiyet içinde olmayan insanlar, iblisin oyununa gelmişlerdir. Onlar hakkı, tevhidi, doğruyu kaybetmiş; batıl, yanlış, tehlikeli ve zararlı olan bir yola sapmışlardır. Nefsanî duygularına kapılmış, süflî arzu ve isteklerinin esiri olmuşlardır.

FAHR: (Fâhire) İftihar eden. Kendi amelini ve kendini beğenen. Övünen. * Şa'şaalı. Ağır. Parlak. Şanlı. * Büyük ve iyi nesne. * Koruğu büyük çekirdeksiz hurma. * Memeleri büyük deve.

İFTİHAR: Övünmek. Kendini beğenircesine kendinden ve yaptıklarından bahsetmek. * Başkasının iyi bir hali ile sevinmek.

İlave bilgi için tıklayınız:

"Fakr benim fahrimdir (iftihar vesilemdir)." hadis-i şerifini nasıl anlamamız gerekiyor? ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun