HZ.MEHDİ

Tarih: 25.10.2006 - 12:52 | Güncelleme:

Soru Detayı
Hz. Mehdi var mıdır, gelecek midir; varsa geniş ve ayrıntılı bir bilgi verebilir misiniz? Ayetlerle ve hadislerle geleceğine ve var olduğuna dair deliller var mıdır?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Mehdi ile ilgili bazı noktalar iyi bilinirse, bu konuda gelen rivayetler ve yapılan yorumlar daha iyi anlaşılır diye düşünüyoruz. Şöyle ki:

- Mehdi meselesi akideye dahil değildir. Yani, bazı ehl-i iman mehdiyi inkar etse dinden çıkmış olmaz, onun feyzinden mahrum kalır, hizmetinden istifade edememiş olur.

- Mehdiyi şahıs olarak belirlemek zordur. Hemen her hizip, kendi üstadını veya şeyhini mehdi görme temayülündedir.

- Mehdi olmak ayrı, kendini mehdi zannetmek ayrıdır. Nitekim zaman zaman bazı meczuplar çıkmakta ve kendilerini mehdi veya İsa olarak takdim etmektedirler. Halbuki, mehdi kendisinin mehdiliğine değil, İslama davet eder. Bir peygamber "Ben Allah'ın elçisiyim, bana tabi olun." der. Ama mehdi, "Ben mehdiyim, bana uyun, yoksa küfre düşersiniz." diyemez.

- Her asır, ehl-i imanı ümitsizlikten kurtaracak bir mehdi manasına muhtaçtır. Yani, mehdi manasından her asrın bir çeşit hissesi vardır.

- Bediüzzaman Said Nursi, mehdi konusunda çok kıymetli bilgiler verir. Bunların en mühimlerinden biri şudur:

Bu zaman şahıs zamanı değildir. Eski zamanda bazı harika şahıslar çıkmışlar, kıymettar hizmetlere vesile olmuşlar. Ama bu zamanda küfür şahs-ı manevi olarak hücum etmektedir. Bu hücuma karşı en büyük ferdi mukavemet başarısız kalmaya mahkumdur. Onun için bu külli hücuma mukabil bir şahs-ı manevi çıkarmak gerekir.

- Bediüzzaman, mehdiyetin üç merhalesinden söz eder:

1. İman,

2. Hayat,

3. Şeriat.

Risale-i Nur, temelde iman hizmeti görmekle beraber, diğer iki merhalenin de öncülüğünü yaptığını söyleyebiliriz. Hz. Peygamber (asm) İslam davasının temelinde yer almış, sonraki İslami hizmetlerin de temelini atmıştır. Benzeri bir durumun mehdiyyette olmasına bir engel söz konusu değildir. Yani, iman hizmeti diğer iki hizmet alanını etkileyecektir. Bununla beraber, hayatın geniş dairelerinde hizmet edilirken sıra dışı bazı harika fertlerin eliyle bu hizmetlerin ifa edilmesi medar-ı bahs olabilir.

"Melikin atıyyelerini ancak matıyyeleri taşır."

Bu kutsi hizmetlerin icrasında elbette bir kısım maneviyat erleri istihdam edilecektir.

"Her ormanın kendine göre arslanları olduğu gibi, her meydanın da ona münasip erleri vardır."

- "Mehdi kimdir? Ne zaman gelecektir?" gibi sorular, bazan insanı asıl vazifelerinden alıkoyabilmektedir. Bunun yerine doğrudan aktif hizmetle meşguliyet tercih edilmelidir. Hele hele mehdiyyet konusunu tartışma alanına sokmaktan kaçınılmalıdır.

Nakledildiğine göre, Said Nursi sürgünde iken saf gönüllü bir zat,

"Efendim, üzülmeyin. Mehdi gelecek, her şeyi düzeltecek" der.

Said Nursi, şu anlamlı mukabelede bulunur:

"Mehdi geldiğinde seni vazife başında bulsun!.."

(Doç. Dr. Şadi EREN)

* * *

Mehdi ve Deccal'la ilgili hadislere ve bizzat hadislerin açıklamasına geçmezden önce, birbiriyle alâkalı ve hatta birbirini tamamlayıcı mahiyette olan iki tâbiri öncelikle açıklamada fayda umuyoruz.

Deccâl ve Mehdî tabirleri birbirinden ayrılmadığını ve hatta birbirini tamamladığını söylerken mübalağa etmiş değiliz. Birçok hadislerde bunlar beraber zikredilirler. Mehdî, Deccâl sebebiyle vardır. Yani O, Deccâl'in tahribatını telâfi etmek için gelecektir. Hadislerde otuz kadar yalancı Deccâl'in çıkacağı ifade edilir. Ancak Mehdi'nin sayıca çokluğundan söz edilmez. Fakat her asırda müceddid geleceği belirtilir.

Diğer taraftan, bazı rivayetlerde Hz. İsa (as)'ın müceddid ve Mehdî olduğu ifade edilir. Şu halde sâdece iki değil, bazı durumlarda dört tabirin iç içe sokularak, meselenin muğlaklaştırıldığı görülür, istikballe ilgili ihbarlarda Şâri'in muttarid usûlü, bu mübhemliktir. Böylece bu tabirlerde müşahhas bir şahıstan ziyade mücerred bir mefhum, her asra, pek çok kimseye tatbîk edilebilecek bir şahs-ı manevî mahiyeti kazandırılmış olmaktadır. Bu tabirleri şöyle açıklayacağız:

Müceddid inancı:

Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam:

"Allah, bu ümmet için her yüz senenin başında, dini tecdîd edip yenileyecek kimse(ler) gönderecektir."

buyurmaktadır. Bu hadisin mucibince, daha ilk asırdan itibaren müceddid beklenmiş, birinci asır müceddidi olarak Ömer Ibnu Abdilaziz kabul edilmiş; çeşitli şahıslar müteakip asırların müceddidi bilinmiştir. Bunların isimlerini ve muhtelif münâkaşaları burada vermek konumuzun dışına çıkmak olur. Ancak, müceddid mevzuunda Müslümanlarca beslenen telakkiyi, bir başka deyişle müceddide izafe edilen vasıfları az sonra ortaya koyarken anlamada yardımcı olmak üzere, Buhârî şârihlerinden Bedrü'l-Aynî’nin bir açıklamasını burada aynen vermede fayda mülâhaza ediyoruz:

"... Nevevî Tehzîbü'l-Esmâ'da der ki: "Alimler, birinci asır müceddidi olarak Ömer (İbnu Abdilâziz)'i, ikinci asırda Şâfi'î'yi, üçüncü asırda Ali İbnu Şureyh'i -Hafız ibnu Asâkir, üçüncü asır için Ebu'l-Hasanı'I-Eş'ari'yi teklif etmiştir. Dördüncü asır için Ali İbnu Ebi Sehl eş-Şu'luki'yi, -bu asır için Bakillânî'yi, Ebu H'âmid-el-İsferâyînî'yi de zikredenler olmuştur- beşinci asır için Gazâlî'yi zikretmişlerdir." Kirmanı de şunları söyler: "Müceddid mevzuunda yakın söz konusu değildir. Bu sebeple, müceddid olarak Hanefîler için ikinci asırda Hasan İbnu Ziyâd, üçüncü asırda Tahâvî ve bunların emsalleri; Mâlikîler için ikinci asırda Eşhab vs.; Hanbelîler için üçüncü asırda Hallâl, beşinci asırda er-Râğunî vs.; Muhaddisler için ikinci asırda Yahya İbnu Ma'în; üçüncü asırda Nesâî vs.; iktidar sahipleri için el-Me'mûn, el-Muktedir, el-Kaadir; Zahidler için, ikinci asırda Marufu l-Kerhî, üçüncü asırda eş-Şiblî vs. mevcuttur. Hadîs-i şerifte dinde tashih (düzeltme, tecdît) yapacak kimseye delâlet eden "men" (kimse» kimseler mânâsına gelir), müteaddide (yani sayıca çokluğa) muhtemel olması sebebiyle bu sayılan grupların hepsinden din hizmeti (tashîhu'd-dîn) vâkidir. 'Nitekim her asrın sonlarında dinin emrini ikâme edip tashihte bulunanlar olmuştur."

Bu iktibasın da yardımıyla Müslümanlar arasında müceddid hususunda şöyle bir telakkinin yerleştiği kesinlikle söylenebilir:

1. Müceddid, dine müteallik zahirî ve bâtınî ilimlerin âlimidir, sünneti bid'atten temizler, ilmi yayar ve ilim ehline yardımcı olur. Bid'at ehline karşı kor, onları zelil kılar.

2. Her yüz senede gelecek mezkûr müceddidin bir kişi olması gerekmez, aynı zamanda farklı yerlerde, çok sayıda müceddid gelebilir

3. Her grup (kavim) kendi büyüğünü (imâm) hadiste vaadedilen mezkûr müceddid bilmiştir. Halbuki bu mânâ her taifenin, müfessir, muhaddis, fakîh, nahivci, lügatçi, vs. her sınıftan büyüklere şâmildir.

4. Mezkûr müceddid, asrında kesin olarak "müceddid" diye bilinemez, muasırları, onun izhâr ettiği ahvâlin karînesine dayanarak zann-ı gâlible müceddid olduğuna hükmederler.

5. Tecdîdden maksad, Kitap ve Sünnet'in amelde ihmâle uğrayan hükümlerinin ihyâsı, Kitap ve Sünnet'in muktezâsının emredilmesi, bir de ortalığı saran, Sünnet'e aykırı bid'aların yok edilmesidir.

Müslümanların vicdanında böyle bir müceddid telâkkîsi olduğu müddetçe, -ki kıyamete kadar devam edecektir- dine aykırı kötülüklerin arttığı devirlerde ilmi, ameli ve din uğrundaki gayretiyle iştihar edecek olan kimseler dâimâ diğerlerince takip edilecekler, kendilerine tâbi olanlar çıkacaktır. Uyanış ve dinî salâbetini bu şahıslardan bilen etbâ'ı, onları müceddid bilecektir. Bu durumda, bâzı kimselerce bir kısım ilim ve hamiyet sahiplerinin müceddid bilinmesi, din açısından normaldir, kınamak, hatâkarlıkla itham etmek mümkün değildir.Tarihten vâki olan bu durumun bundan sonra da devam edeceği açıktır. Ancak hiç kimsenin de kesin bir dille: "Bu asrın müceddidi falancadır." demeye, bir başka iddiayı bâtıllıkla itham etmeye hakkı yoktur. Yukarıda yaptığımız iktibâstanda anlaşılacağı üzere, ciddi âlimlerce müceddid olduğu ileri sürülen isimler arasında bile dâima ihtilâflar olagelmiş, hattâ bizzat Sünnî alimler tarafından bâzı Şiîlere bile müceddid denmiştir.

Daha câlib-i dikkat olanı, Celâleddînü's-Suyûti gibi son derece meşhur ve muteber bir âlimin, her asrın müceddidini tâdâd ettiği bir kasîdede, kendisini dokuzuncu hicrî asrın müceddidi ilân etmiş olmasıdır. Müceddidleri sadece Şafiî fakîhlerine hasretmesi sebebiyle İbn-i Hacer'i tenkid eden Aliyyü'l-Kârî, dinî ilimlerin her birinde bir eser vermiş olması sebebiyle Celâleddînü's-Süyûtiyi müceddid lâkabına müstehak görür.

Mehdi innacı:

Gruplaşmalara psikolojik ortamı hazırlayan, dinden gelen diğer bir âmil de Mehdî inancıdır. Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın çok çeşitli vecihlerle gelen rivayetler, müceddidden başka, kıyamete yakın, içtimâî bozuklukların artması sonucu dinsizliğin siyâsî hâkimiyet kuracağı bir devirde, Mehdi’nin çıkıp veya Hz. İsa'nın inip ehl-i imânın başına geçerek şer kuvvetlere karşı mücâdele verip zafer kazanacağını haber veriyor. Bu Mehdî inancı da, birçok asırlarda, cemiyette şer ve fesadı artıran şahıslara karşı çıkıp mücadele eden bâzı fertlerin etrafında halkın "Mehdî"dır diye toplanmalarına sebep olmuştur. İstikbâlde geleceği haber verilen bu şahıs da, çeşitli hadislerde farklı şekillerde tarif ve tavsîf edilmektedir. Bir rivayette Mehdi’nin Âl-i Beyt'ten yani Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın, neslinden olacağı belirtilirken; bir başka rivayette Mehdi’nin yapacağı hizmetlerin hemen hemen tamamı Hz. İsa (as) tarafından görüleceği belirtilmiş; bir diğerinde de "Mehdi’nin Hz. İsa (as)'dan başkası olmadığı" söylenmiştir.

Müceddid, Mehdî, Hz. İsa (as)'ın tekrar yeryüzüne inmesi gibi birbirinden ayrı olan mefhumların böylece bâzı rivayetlerde iç içe girdiği müşahede edilmektedir. İbnu Hâcer, bâzıları tarafından, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne bir müceddid olarak ineceğinin söylendiğini kaydeder. Bu durumda tıpkı "müceddid" meselesinde olduğu gibi, yeryüzünün belli bir bölgesinde, belli bir târihinde, Mehdî olarak belli bir şahıs beklemek isabetli olmamalıdır. Her devirde, farklı bölgelerde bu mânâyı taşıyan şahıslar bulunabilir. Bu söylediğimizi, Mehdi inancının Deccâl inancıyla beraber oluşu daha da te'yîd eder. Zira bizzat hadiste, hakîkî Deccâl'den önce yeryüzünde otuz kadar yalancı Deccâl'in zuhur edeceği bildirilmiştir. Hattâ Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam bâzan, Deccal'den öyle bir tarzda söz ediyordu ki, kendi muasırları bile "devirlerinde Deccal'in fitnesine uğramaktan korkuyorlardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şöyle diyordu:

"Hz. Nuh'tan sonra, ümmetini Deccâl'e karşı inzâr edip korkutmayan peygamber yoktur. Ben de sizi inzâr ediyorum. Beni görüp sözlerimi duyan kimselerin bile Deccâl'e ulaşmaları mümkündür."

Bâzı rivayetlerde Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselamım, İbnu Sayyâd adında bir Yahudinin Deccâl olabileceği ihtimali üzerinde durup, tahkîk ettiği ve hattâ ashâbtan bir kısmının buna dayanarak onun Deccâlliğine hükmettiği kaydedilir.

Resûlullah'ın namazlardan sonra duasında "Deccâl'in fitnesinden istiâzede bulunması" da mevzumuz yönünden burada kayda değer bir husustur. Şu halde Deccâl'in fitnesini bertaraf etmek vazifesiyle gelecek olan Mehdi, Deccâl'in zuhûrundaki mübhemiyete tâbidir ve çıkacağı yer ve zaman için kesin bir şey söylenemez. Durum böyle olunca, her devirde ve islâm âleminin her köşesinde şerir insanlara "Deccâl", dine şümullü bir şekilde hizmet edenlere de bir nevî "Mehdî" nazarıyla bakılması, din açısından mahzurlu olmamalıdır. Bu konudaki hadislerin mübhem ve teşbihli olarak gelmiş olması da esasen meselenin böyle anlaşılmasına imkân vermek içindir. Mezkur ibhâm, rivayetlerin zayıflığından değil, lisân-ı nübüvvetin îcâzındandır.

Öyle ise, bir kısım büyüklere Mehdî nazarıyla bakanlar "aldanmış olmakla", "bâtıl îtikâda saplanmış olmakla" itham edilmemelidir. Yeter ki bunlar da, kanaatlerinde, hadislerle tahdît edilen, telakki ve ölçülerin dışına taşarak ifrata sapmasınlar, kendi Mehdilerine inanmayanları buna zorlamasınlar, bunu bir itham vesilesi yapmasınlar.

(Prof. Dr. İbrahim CANAN: Kütüb-ü Site Muhtasarı, XIV/266)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun