İslamiyet'te insanın kendi kendini sevmesinin ölçüsü nedir? Kişi nefsini ayrı tutarak özünü nasıl sevebilir?

Tarih: 08.12.2006 - 12:30 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kalb, sevmek için yaratılmıştır. Bu yüzden, insan alâkadar olduğu bütün güzel ve mükemmel şeyleri sever. Çiçekleri ve yıldızları sevdiği gibi, hayatı, dünyayı, güzel ahlâkı ve dostlarını da sever. Nasıl kendisine yardımı dokunan bir kimseye sevgi duyuyorsa, asırlarca önce yaşayıp da insanlığa büyük hizmetlerde bulunan kimseleri, tanışıp görüşmediği hâlde, muhabbetle anar.

Öyleyse bu coşkun ve her şeyi kucaklayacak kadar geniş olan hissin insana veriliş maksadı nedir?

"Bâtın–ı kalb âyine–i Samed'dir ve O'na mahsustur."(Nursî, Bediüzzaman Said, Sözler, s. 598. İstanbul1980)

ifadelerinde belirtildiği gibi, sevgi mahalli olan kalbin asıl yaratılış maksadı Allah'ı sevmektir. Çünkü insan, kâinatın Yaratıcısı tarafından, yeryüzünde O'nun halifesi olarak yaratılmıştır. Bu hikmetin gerçekleşmesi için Allah, uçsuz bucaksız kâinatı yaratmış, gizli hazinelerini, misilsiz kemal ve cemalinin tecellilerini bu âlem sergilerinde teşhir etmiştir. Böylece kendi cemal ve kemalini hem kendi nazarıyla görüp müşahede etmek, hem de şuur sahiplerinin takdir ve teveccühlerinde görmek istemiştir. Bu husus bir hadîs–i kudsîde şöyle ifade edilir.

"Mahlûkatı bana bir ayna olsun ve o aynada cemalimi müşahede edeyim diye yarattım."(Nursî, Bediüzzaman Said, İşâratü'l–İ'caz, s. 17. İstanbul1959)

Kendi cemal ve kemalini seven, şuur sahibi misafirlerine de sevdirmek için bu koca kâinatı yaratan Cenâb–ı Hak, onların da kendisini sevmesini beklemektedir. Dünyada Allah'ın misafirleri olmak şerefine erişen insanoğlu, kâinat sergilerinde görülen ilâhî tecellilerdeki ihtişam ve güzelliği müşahede ederek hayranlığını bütün kâinata ilân etmekle vazifelidir.

Cemal ve kemale yaratılış itibariyle âşık olan ruhlar, o misilsiz güzelliklerin bâkî ve daimî olan Sahibine tükenmeyen bir aşk ve muhabbetle bağlanmak istidadındadır. Kalbin aşk–ı ebedî için yaratılmış olduğu ifadesinde bu hakikat dile getirilmiştir.

İslâm'ın özünde sevgi vardır. Cenâb–ı Hakk'ın insan ruhuna yerleştirdiği en güzel duygulardan biri sevgidir. İşte insan kendisini Allah'ın bir sanatı olarak bilip sever ve sevmelidir. Kendisine verilen maddi ve manevi aletleri Allah yolunda harcamak sevmenin göstergesidir. Aynı husus dünyaya duyduğumuz sevgide de bahis mevzuudur.

Allah'ın sevgisiyle alâkası yönünden dünyaya baktığımızda, Bediüzzaman Hazretleri'nin tespitiyle dünyanın üç yüzü olduğunu görürüz.

- Birinci yüzü Cenâb–ı Hakk'ın isimlerine bakar ve onların aynasıdır. Allah'ın sonsuz cemal tecellilerine sahne olarak Onun muhabbetine vesile olduğu için dünyanın bu yüzü sevgiye lâyıktır.

- İkinci yüzü ahirete bakar ve ahiretin tarlasıdır. Ahiret hayatının saadeti bu dünyada kazanılır. Bu yüz de sevilmeye layıktır.

- Üçüncü yüzü de insanın fani heveslerine bakar. Geçicidir ve aldatıcıdır. Bu yönüyle dünyayı sevmek, insanı Allah'tan ve yaratılış maksadından uzaklaştırır, felâkete sürükler. Fani dünya da elimizde durmaz, çabuk kaçar gider. Halbuki önceki iki yüzünü sevdiğimizde Allah'a muhabbetimiz daha da artar.(bk. Bediüzzaman, Sözler, Otuz İkinci Söz)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun