Peygamber Efendimizin, inancı uğruna katlandığı sıkıntılar hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 09.12.2006 - 15:36 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kâinatta en büyük belâ ve musibete hep peygamberler dûçâr olmuşlardır. Fakat bütün bu belâ ve musibetlere karşı en büyük sabrı da yine onlar göstermişlerdir. Hz. Nûh'un, Hz. Lût'un, Hz. Musa'nn, Hz. İsa'nın, Hz. Yahya'nın ve Kâinatın Efendisi'nin (s.a.s.) başına gelenler, az çok bütün mü'minlerin malûmudur. Fakat bütün bu belâ ve musibetler onları dâvâlarını anlatmaktan alıkoyamamış, aksine onlar sabır ve sebatla Allah'ı ve O'nun emirlerini tebliğde berdevam olmuşlardır.

İşte peygamberlere ait bu umumî gaye ve vazife Kur'ân'da şöyle dile getirilir:

"Onlar öyle seçkin kimselerdir ki, Allah'ın buyruklarını tebliğ ederler, onu sayıp, ondan çekinir ve ondan başka kimseden çekinmezler. Hesaba çeken olarak Allah yeter." (Ahzab, 33/39)

Allah Resûlü'nün, bu ulvî vazifeyi yüklendikten sonraki bütün hayatı dini tebliğle geçti. O kapı kapı dolaşıyor ve mesajını kendilerine tebliğde bulunabileceği âşina sima ve gönüller arıyordu.

Karşı cephenin infiâli, evvelâ ilgisizlik ve boykot şeklinde oldu. Daha sonra istihza ve alayla devam etti. Son sahada ise işkencenin her çeşidiyle sürüp gitti. Geçeceği yollara dikenler serpiliyor, namaz kılarken başına işkembe konuyor ve kendisine her türlü hakaret reva görülüyordu. Ne var ki, Allah Resûlü bunların hiçbiriyle yılmadı ve usanmadı. Çünkü O'nun dünyaya geliş gayesi buydu. Can alıcı hasımları dahil herkese defaetle uğradı. Ve ilâhî mesajı sundu. Evet, Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi din ve iman düşmanlarına bile kim bilir kaç defa gitti, hak ve hakikati anlattı!.. O panayırları dolaşıyor, bir kişinin hidâyetine vesile olabilmek için çadır çadır geziyor; gittiği her kapı yüzüne kapanıyor; fakat O bir başka sefer yine aynı kapıya varıyor, aynı şeyleri tekrar ediyordu...

O, Mekke daha fazla ümit vermeyince Taif'e gitti... Taif mesîrelik bir yerdir. Rahat ve rehavetin şımarttığı Taifliler, Mekkelilerden daha baskın çıktı. Bütün sefîh ve ayak takımı toplanıp Resûl-i Ekrem'i; evet O, meleklerin dahi yüzüne bakmaya kıyamadığı güneşler güneşini taşlayarak Taif'ten kovdular. Allah Resûlü'nün yanında, evlâdım deyip bağrına bastığı Zeyd b. Hârise vardı. Zeyd, gelen taşlara vücudunu siper ederek, Efendiler Efendisini korumaya çalıştı ama, yine de mübarek vücuduna isabet eden taşlar her yanını kanlar içinde bıraktı.

Bu müsamahasız atmosferden sıyrılıp bir ağacın altına iltica etmişlerdi ki, birdenbire Cibrîl-i Emin beliriverdi. Ve eğer izin verilirse, çevredeki bir dağı, bu azgın insanların başına geçirebileceğini teklif etti. Allah Resûlü çok rencide olduğu bu dakikalarda bile, böyle bir teklife "hayır” diyordu. Evet O, çok ileride bile olsa, eğer bunlardan bazıları imana uyanacaksa, onlara gelebilecek belâlara karşı "Hayır!" diyordu...

Ve, sonra ellerini açıp Rabb'ine niyazda bulundu:

"Allah'ım, güçsüzlüğümü, zaafımı ve insanlar nazarında hakir görülmemi sana şikâyet ediyorum. Ya Erhamerrahimîn! Sen hor ve hakir görülen biçarelerin Rabbisin. Benim de Rabbimsin... Beni kime bırakıyorsun? Kötü sözlü, kötü yüzlü uzak kimselere mi, yoksa işime müdahil düşmana mı? Eğer bana karşı gazabın yoksa, çektiğim mihnetlere, belâlara hiç aldırmam. Ancak afiyetin arzu edilecek şekilde daha ferah-feza, daha geniştir. İlâhî, gazabına giriftâr yahut hoşnutsuzluğuna düçâr olmaktan, senin o zulmetleri parıl parıl parlatan dünya ve âhiret işlerinin medâr-ı salâhı Nûr-u Vechine sığınırım. İlâhî, Sen razı olasıya kadar Senin affını muntazırım! İlâhî, bütün havl ve kuvvet sadece Senin elindedir."

O böyle duâ ederken, yanlarına sessizce biri yaklaşır; bir tabağa koyduğu üzüm salkımını Allah Resûlü'nün önüne uzatır ve "Buyurun, bundan yiyin." ricasında bulunur. İki Cihan Serveri elini tabağa uzatırken, Allah'ın adıyla mânâsına "Bismillâh" der. Üzümü ikram eden Addas ismindeki köle için bu, beklenmedik bir hâdisedir. Hayretle sorar: "Sen kimsin?" Allah Resûlü cevap verir: "Son Peygamber ve son Resûlüm!" Addas üzerine abanır ve öpmeye başlar.. senelerce gökte aradığını şimdi yerde, hem de hiç beklemediği bir anda karşısında bulmuştur.. ve iman eder. (İbn Hişam, Sire, 2:60-63; İbn Kesir, el-Bidaye, 3:166).

Batılı yazarlar, "Hz. Peygamber Mekke Dönemi'nde peygamberdi. Medine'ye geldikten sonra ise hükümdar oldu." demektedirler. Ama gerçek şudur ki, bütün Arapları boyun eğdirip idaresine aldıktan sonra da Hz. Peygamber dünya nimetlerinden uzak kalmış, aç kalmış, her türlü imkân bulunmasına rağmen hükümdarlar gibi davranmamış, kendine dünya servetinden en ufak bir pay çıkarmamıştır. Sahih-i Buhari'nin Cihad bölümünde şöyle bir rivayet vardır:

Hz. Peygamber vefat edeceği sırada zırhı bir Yahudinin evinde, üç ölçek arpa karşılığında rehin duruyordu. Vefat ettiği sırada üzerinde bulunan elbiseler de yamalıydı. Bu, öyle bir zaman, bu fırsat ve imkânlar öyle arkası kesilmeyen fırsat ve imkânlardı ki, bunlara normal devletler her zaman sahip olamazlardı. Suriye sınırlarından başlayarak Aden'e kadar bütün Arabistan fethedilmiş, Medine meydanı, altın ve gümüş akınına uğramıştı.

Hz. Peygamber 'in önemli görevlerinden biri de, ruhbanlığı (Dünya nimetlerinden tamamen sıyrılarak, dünya işleriyle hiç ilgilenmeyerek kendini sadece Allah'a adamayı) ortadan kaldırmaktı. Bu konuda Allah Tealâ

"Kendi kafanızdan uydurduğunuz ruhbanlık... " (Hadid, 57/27)

buyurarak Hristiyanları kötülemiştir. İşte bu yüzden Hz. Peygamber arasıra güzel yemekler yemiş, güzel elbiseler de giymişti. Ama O'nun asıl ruh yapısı, dünya süslerinden uzak durmaktı. Allah Resulü her zaman şöyle buyururdu:

"İnsanoğlunun şu üç şey dışında, başka bir şeye zorunlu ihtiyacı yoktur: Barınacağı ev, örtünebileceği elbise ve karnını doyurmak için ekmek ve su."

Hz. Aişe (ra), "O'nun hazır duran hiçbir elbisesi yoktu." demektedir. Bu, sadece bir kat elbisesi vardı, değişiklik için bir kenarda duran yedek başka bir elbisesi olmazdı demektir.

Bir gün Abdullah b. Ömer (ra) evinin duvarını tamir ediyordu. Tesadüfen Hz. Peygamber bir taraftan çıkageldi ve "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Abdullah b. Ömer, "Duvarı tamir ediyorum." deyince, Hz. Peygamber, "Bu kadar zamanı nerden buldun?" buyurdu.

Evde genellikle aç dururdu ve geceleyin çoğu kere Hz. Peygamber ve bütün ev halkı aç yatarlardı. "Hz. Peygamber peş peşe bir çok geceyi aç geçirirdi. O ve ev halkı akşam yemeği bulamazlardı." (Tirmizî, Zühd, 38)

Peş peşe her gün iki ay boyunca evinde ateş yanmadığı olurdu. (Hicretin yedinci yılında oruç farz kılındı diyerek Hz.Peygamber'in fazla oruç tutmadığını ima eden cahillere ithaf olunur.) Hz. Aişe (ra) bir gün bu durumu anlatırken Urve b. Zübeyr, "Peki neyle geçiniyordunuz?" diye sorunca Hz. Aişe (ra), "Su ve hurmayla. Komşularımız ara sıra keçi sütü gönderirlerdi de içerdik." dedi. (Buhârî, Rikâk, 16, 17)

Hz. Peygamber hayatı boyunca hiçbir zaman has buğday unundan yapılmış ekmek yüzü görmedi. Araplar'ın "hıvari" ve "naki" dedikleri saf una ömründe rastlamadı. Bu olayı anlatan Sehi b. Sa'd'e, "Hz. Peygamber döneminde elek yok muydu?" diye sorulunca "Hayır." cevabı vermişti. "Peki, o zaman unu neyle eliyorlardı?" diye sorulunca da: "Ağızlarıyla üfürerek kepekleri uçururlardı, kalanları da yoğurarak pişirirlerdi." dedi. (bk. Tirmizî, Şemail)

Hz. Aişe (ra) şöyle der:

"Hayatı boyunca yani Medine'ye gelişinden vefat edinceye kadar geçen dönemde, Hz. Peygamber hiçbir zaman üst üste iki vakit iyice doyarak yemek yemedi." (bk. Tirmizî, Şemail)

Fedek, Hayber ve diğer savaşları anlatan hadisçiler ve siyer uzmanları, Hz. Peygamber, buralardan gelen gelirlerden yıllık masraflarını alırdı, diye yazmaktadırlar. Bu rivayetlerin zahiri ile Hz. Peygamber'in yokluk içinde yaşaması çelişiyor gibi görünmesine rağmen her ikisi de doğrudur. Şüphesiz Allah Resulü gelirlerden geçimini temin edecek miktarı alıyor, geri kalanları fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine veriyordu. Hatta kendisi için ayırdıklarını da daha sonra ihtiyaç sahiplerine veriyordu. Hz. Peygamber'in açlık çektiği ve elinde avucunda hiçbir şey olmadığıyla ilgili olaylar hadislerde sıkça geçmektedir. Onlardan birkaçını örnek olarak vermek istiyoruz:

Bir gün Hz. Peygamber'in huzuruna bir adam geldi ve "Çok açım." dedi. Hz. Peygamber mübarek eşlerinden birine; "Yiyecek bir şeyler gönder." diye haberci gönderdi. Giden kişi döndüğünde, evde sudan başka bir şey olmadığı haberini getirdi. Hz. Peygamber diğer eşinin evine haber gönderdi, oradan da aynı cevap geldi. Kısacası sekiz-dokuz evden, sudan başka bir şeyin olmadığı haberi geldi. (Müslim, 2/198)

Enes (ra) anlatır:

"Bir gün Hz. Peygamber'in mübarek huzuruna geldiğimde Hz. Peygamber'in karnını bir kuşakla çok fazla sıktırarak bağlamış olduğunu gördüm. Sebebini sorduğumda oradakilerden biri, 'Fazla acıktığı için' dedi." (Müslim, 2/193)

Ebu Talha (ra) şöyle der:

"Bir gün ben Hz. Peygamber'in mescidde kuru toprağa uzanmış, açlıktan kıvranarak bir o tarafına bir bu tarafına döndüğünü gördüm."

Bir keresinde sahabe-i kiram, Hz. Peygamber'in huzuruna gelip açlıktan yakındılar ve karınlarını açarak kuşaklarının altına bağladıkları taşları gösterdiler. Hz. Peygamber bunun üzerine açlıktan dolayı kendi karnına bir değil iki taş bağlamış olduğunu gösterdi.

Çoğu kere açlıktan dolayı sesi o kadar kısılırdı ki, sahabe-i kiram durumunu anlarlardı. Bir gün Ebu Talha (ra) eve geldi ve eşine; "Yiyecek bir şey var mı? Az önce Hz. Peygamber'in açlıktan sesinin kısıldığını gördüm." dedi. (Müslim, 2/191)

Bir gün çok acıkmış olarak tam öğle vakti evden çıktı. Yolda Ebu Bekir ve Ömer (ra) ile karşılaştı. O ikisi de açlıktan bitkin düşmüşlerdi. Allah Resulü hepsini alarak Ebu Eyyüb el-Ensari'nin (ra) evine gitti. Ebu Eyyüb el-Ensari, Hz. Peygamber için daima hazır süt bulundururdu. O gün gelmesi gecikince sütü çocuklara içirmişti. Eşi haber alınca dışarı çıktı ve

"Allah Resulü hoş geldi." dedi. Allah Resulü, Ebu Eyyüb'un nerede olduğunu sordu. Hurmalık yakın olduğu için Ebu Eyyüb el-Ensari sesi duyarak koştu geldi ve

"Hoş geldiniz." dedikten sonra "Bu vakit, Allah Resulü'nün geldiği vakit değil." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber durumu anlattı. Ebu Eyyüb el-Ensari hurmalığa giderek bir salkım hurma koparıp getirdi ve

"Şimdi et hazırlatıyorum." dedi. Hemen bir keçi kesti, yarısını tas kebap şeklinde yarısını da ateşte kızartarak pişirdi. Yemeği Hz. Peygamber'in önüne koyunca Allah Resulü:

"Bir parça ekmek üzerine az miktarda et koyarak Fatıma'ya gönder. Birkaç günden beri bir şey yemek nasip olmadı." buyurdu. Sonra ashabıyla birlikte yemeği yedi. Birkaç çeşit yemeği görünce gözlerinden yaşlar boşandı ve:

"Allah Teala'nın: 'Verdiğim nimetlerden kıyamet günü hesaba çekileceksiniz.' (Tekasür, 102/ 8) buyurduğu işte bunlardır." buyurdu. (et-Terğîb ve't-terhîb, 2/175)

Çoğu kere öyle olurdu ki, Hz. Peygamber sabahleyin mübarek eşlerinin yanına gelir ve "Bugün yiyecek bir şeyler var mı?" diye sorardı. Onlar, "Yok!.." derlerse Hz. Peygamber, "Öyleyse ben de oruçluyum." buyururdu. (Müsned, 2/49; bk. Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 621-629)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun