Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz, hadisiyle kastedilen nedir?

Tarih: 04.11.2015 - 20:52 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Hurma açılama konusunda Peygamberimiz ashabına: Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz demiştir. Efendimiz dünyevi konularda sahabeden az bilgili olabilir mi?
- Efendimiz siz dünyalık işleri benden daha iyi bilirsiniz buyurmuştur. Ancak eğer bir konuda Efendimiz den isabetli karar verebilir sahabe dersek buradan çok tehlikeli bir kapı açmış olmaz mıyız?
-  İslamiyetin Peygamberi olarak Efendimiz sadece din konusunda mı bize lider ve önder idi dersek İslamiyeti ruhban dini gibi göstermek tehlikesi var. Bu konuyu aydınlatabilir misiniz?
- Burada tevile girip Efendimiz nazarları ahirete çekmek amacıyla mı dünyevi işleri sahabe efendilerimize bilgi vermemiştir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuda farklı rivayetler vardır. Sizin de işaret ettiğiniz ve Sitemizde yer alan meşhur rivayet şöyledir:

“Hz. Peygamber (asm), aşılama yapan bir topluluğa uğradı. Onlara 'Siz bunu yapmamış olsanız da (hurma) olur!' buyurdu. (O sene) hurmalar koruk çıkardılar (iyi bir verim alınamadı). Hz. Peygamber (asm), (neden sonra) onlara (tekrar) uğradı ve 'Hurmalarınız ne durumdadır?' diye sordu.  Onlar da 'Şöyle şöyle buyurmuştunuz, (biz de öyle yaptık ve sonuç böyle oldu)' dediler. (Bunun üzerine Resûlûllah): 'Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz.' dedi.” (Müslim, Fedail, 141)

Bu rivayetin dışında Müslim’de iki rivayet daha söz konusudur. Hz. Peygamber (asm)'in bunlardan bir rivayetteki ifadeleri çok açık olduğundan konumuza ışık tutacaktır. Şöyle ki:

Talha b. Ubeydullah anlatıyor:

“Resulullah ile birlikte hurmalıklarının başında bulunan bir topluluğa uğradım. Allah’ın Resulü (asm), (orada bulunanlara bahçelerinde çalışanlarla ilgili olarak) 'Bunlar böyle ne yapıyorlar?' dedi. Onlar da çiçeğin erkeğini dişininkine aktarmak suretiyle aşılama yaptıklarını söylediler. Bunun üzerine Resûlüllah Efendimiz, 'Bunun bir fayda sağlayacağını zannetmiyorum.' buyurdular. (Aşılamayla uğraşan kişiler) Resûlüllah’ın bu haberini alınca yapmakta oldukları işi terkettiler. Sonra (onların aşılamayı) terkettikleri haberi Resûlüllah’a ulaştırılınca şöyle buyurdu: 'Bu, onlara bir fayda temin ediyorsa, bunu yapsınlar. Ben sadece bir zannımı (kanaatimi) ifade ettim, beni zannımdan dolayı muaheze etmeyin. Ancak size Allah adına konuştuğumda onu alınız/tutunuz, zira ben O’na asla yalan isnat etmem.' (Müslim, Fedail,139; İbn Hanbel, 1/162; İbn Mace, Ruhûn, 15)

Bu hadisten anlaşılan şudur ki, Hz. Peygamber (asm)'in dünya işleriyle ilgili bütün konularda diğer insanlardan daha bilgili olması gerekmez. Hz. Peygamber (asm), beşeri yönü itibariyle bizim gibi bir insandır. O da yer, içer, sıcaktan soğuktan etkilenir. Allah bildirmedikçe, yarın ne olacak, ilerde neler olacak bilemez. Risalet yönüyle ise, vahye mazhardır. Allah'dan gelen mesajlara bir alıcı durumundadır.

Sahabiler, Hz. Peygamber (asm)'in beşeriyet ve risalet yönlerini ayırt edebiliyorlardı. Nitekim, Bedir savaşı öncesi Rasulullah (asm) orduyu bir yere yerleştirdiğinde sahabilerden Hubab b.Münzir "Ya Rasulullah, eğer buraya yerleşmemiz Allah'dan sana gelen bir vahiyle değilse, suları tutup düşmana göre avantajlı bir durumda olmamız daha uygundur." der. Hz.Peygamber (asm) uygun görür. Hubab'ın görüşüne göre hareket edilir. (bk. İbn Hişam, Sire, 2/ 272)

Konuyla ilgili olarak, şu değerlendirmeleri de okumanızı tavsiye ederiz:

Hz. Peygamber Efendimiz (asm), sebepleri hiçbir zaman yok saymamıştır. Onun beyanları bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde, onun sebeplere riayet etmeyi bir mükellefiyet ve vazife olarak gördüğü anlaşılacaktır. Meselâ O, “...Allah’ın kulları! Tedavinizi görün, zira yaşlılık hariç Allah’ın verdiği hiçbir hastalık yoktur ki, onun için bir deva yaratmamış olsun.” (İbn Mace, “Tıbb”, 1) beyanıyla, tedavi konusunda sebeplere sarılmanın ufuk noktasını gösteriyordu.

Yine onun bulaşıcı bir hastalık olan vebayla ilgili olarak, “Bir yerde veba olduğunu işitirseniz oraya girmeyiniz; bulunduğunuz yerde veba meydana gelirse oradan da çıkmayınız!” (İbn Hanbel, Müsned, 1:192) şeklindeki ikazı da onun sebeplere verilmesi gereken önemi verdiğini ortaya koyar. Ve yine onun (asm), devesini kastederek, “Bazen bağlar tevekkül ederim veyahut serbest bırakıp tevekkül ederim.” diyen kişiye, “Onu bağla, sonra tevekkül et!” (Tirmizî, “Kıyame”, 60) şeklindeki ikazı da onun sebeplere riâyeti bir görev olarak addedip öğrettiğine çarpıcı bir misaldir. Burada sadece bir fikir vermesi bakımından serdettiğimiz bu misaller çoğaltılabilir.

Peki Resûlüllah Efendimiz (asm.), ilgili hadisteki “Bunun bir fayda sağlayacağını zannetmiyorum.”, “Belki siz böyle yapmazsanız da netice iyi/müspet olur.” ifadesiyle neyi anlatmak istiyordu?

Efendimiz (asm), cahiliye akıl ve mantığına karşı savaşıyordu. Şöyle ki, cahiliye devrinde çeşitli sebeplere hakikî tesir veriliyordu. Meselâ hadis kitaplarında, o dönem insanlarının “yağmuru bize nev’ verdi.” (Nesâî, “İstiska”, 16; İbn Hanbel, 2:526) şeklinde bir inançlarının olduğu anlatılmaktadır. Yani falan yıldız çıkınca bulut teşekkül eder ve o yıldız bize yağmur verir. Böyle bir anlayışa Hz. Peygamber (asm)’in tavrı gayet kesindir: “Yıldızın zuhuruyla yağmur geldi diyenler kafir oldu, yağmuru Allah verdi diyenler de mü’min...” (bk. a.y.) hadisinin bize anlattığından da anlaşılacağı üzere, o devirde, bugünkü materyalist bilim anlayışında olduğu gibi, sebeplere hakiki tesir verme çok yaygındı.

İşte bu anlayışı/inanışı kökünden kesip atmak ve her şeyin Allah’ın elinde olduğunu göstermek için Hz. Peygamber Efendimiz (asm) mesajını gayet net olarak veriyordu. Daha açık bir ifadeyle Resûlüllah (asm), Allah’ın, umum varlığın sahibi olarak ulûhiyetinde tek olduğu gibi, bu varlığın terbiye ve idaresinde de icraat sahibi olarak ‘tek’ olduğunu vurguluyordu. 

Bu çerçevede hatırlatılması gereken başka bir misal de şöyledir: Bir gün bir bedevi Resûlüllah’ın huzuruna geldi ve “Ya Resûlellah, devem uyuzlu develerin yanına bağlandığından uyuz oldu.” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm) buyurdular ki: “O uyuzlu deve, uyuzu yanına bağlandığı deveden aldı, öbürü nereden aldı?” (Buharî, “Tıbb”, 25; Müslim, “Selem,” 101)

“Bir yerde veba olduğunu işitirseniz oraya girmeyiniz; bulunduğunuz yerde veba meydana gelirse oradan da çıkmayınız!” hadis-i şerifiyle tezatmış gibi görünen bu hadisi, bulaşıcı hastalığı yok saymak şeklinde anlamak yanlış olur. Bu hadis-i şerifinde de Efendimiz (asm), incelemekte olduğumuz hurmaların aşılanmasıyla ilgili hadislerinde olduğu gibi, hastalığın arkasında da sebepleri yaratan asıl Kudret Eli’ni görmeyip, sadece sebeplere saplanıp kalan zihinleri uyarmaktadır.

Bunun yanısıra, söylediğinin elbette bir başka önemli gerçek payı daha vardır ki, o da meseleyi devir ve teselsül zemininde devir ve teselsülün batıl olmalarıyla noktalamakta ve sebepleri Yaratan’a dikkatleri çekmektedir.

Ayrıca, elbette her hasta olan kişi, o hastalığı bir başkasından almakta değildir ve dolayısıyla her hastalığın kendine ait sebepleri de vardır. 

- Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz, ne demektir?

Şimdi, mealini daha önce verdiğimiz bu hadis-i şerifin ifadelerindeki incelikleri görmeğe çalışalım:

- “Siz (aşılama) yapmamış olsanız da (hurma) olur.” Yani, sebepler dairesinin şartlarına uymakla yükümlü olan siz insanlar için aşısız iyi bir verim zor olsa da bu zorluk Allah için söz konusu değildir. Başka bir ifadeyle, her hangi bir sebebin terkine bağlı olarak meydana gelen bir zorluk sadece sizleri bağlar, sebepleri de sonucu da yoktan yaratan Allah’ı değil. Zira O (c.c.) sebepli veya sebepsiz Her türlü yaratma şeklini bilendir (Yâsîn, 36/79) ve dilediğini dilediği şekilde yaratmaya muktedirdir. Bu ifade, hiçbir zaman “Aşı yapmasanız daha iyi olur.” manasına gelmez. Vurgulanmak istenen, arzettiğimiz gibi, şudur:

Şu hâlde bu nebevî ifadeyle verilmek istenen mesajın iyi düşünülmesi lazımdır. Bizce, Hz. Peygamber (asm)'in onlara -biraz önce de değindiğimiz gibi- tevhîd-i rubûbiyet çerçevesinde vermek istediği mesaj şuydu: Sonucu (iyi bir verimi), sizin baş vurduğunuz sebep (aşılama) değil, böyle bir sebebe riâyetinizin karşılığı olarak Allah yaratmaktadır. Bu itibarla, eğer O dilerse, başvurduğunuz sebep olmadan da iyi bir netice mümkün olur.

Resûlüllah Efendimiz (asm), burada sadece su, toprak ve hava gibi aşının da varoluş olgusunda bir yaratıcı değil, çeşitli terkip ve çözülmelerde Yüce Yaratıcı tarafından zahirde kullanılan birer sebepten ibaret olduklarına dikkat çekerek sonucu belirleyen ve yaratan gücün sadece ve sadece mutlak kudret sahibi Allah olduğunu hatırlatıyordu. Diğer bir ifadeyle O (asm), zahiri bir kısım fonksiyonların kendilerine isnat edilmeleri hasebiyle sebeplerde sonucu belirleyen bir güç, bir tesir vehmedilmemesine dikkat çekerek, "ortaya çıkan her türlü sonucun tamamen Allah’ın eseri olduğu gerçeğini" zihinlere yerleştirmeyi hedefliyordu. 

Hemen ifade etmiş olalım ki, bu hâdise, Resûlullah’ın Medine’ye gelişinin akabinde meydana gelmişti. Yani o gün Hz. Peygamber (asm)’in muhatabı olarak hurmalıklarının başında bulunan söz konusu bu topluluk İslâm’la yeni tanışmıştı. Dolayısıyla onların öteden beri içinde bulundukları cahilî bir toplumun telakkilerinden bir anda kurtulmaları veya arınmaları mümkün değildi. Kendilerine verilen tevhidî bir hakikati de zahiriyle değerlendirip, hangi stilde aşı yapıyorlarsa onu bırakmış, yani Resûlullah’ın ifadesinden aşıyı terk etme anlamını çıkarmışlardı. Netice olarak, mevsim sonunda iyi bir verim alınamadı. Bunun zahirî sebebi de Resûlüllah’ın tevhid-i rubûbiyet gerçeğiyle alâkalı vurgulamak istediği bir hususu, kendilerince "bırakma" şeklinde anlayıp aşılamayı terk etmeleriydi.

Bununla birlikte, o sene ağaçların hurma vermemesini aşılamanın ihmaliyle izah edebileceğimiz gibi, doğrudan doğruya “o sene Allah’ın muradının öyle olduğu” şeklinde de açıklayabiliriz ki, buna hiçbir şey mani değildir. Zira O ne dilerse o olur. Nitekim bazen sebepler dairesinde yapılması gerekenler tam olarak uygulanır ama yine de bir netice alınamaz. Meselâ zeytin bazı seneler olur bazen de olmaz.

Hadisin devamında, Peygamber Efendimiz’in aynı topluluğa ertesi yıl da uğradığı ve “Hurmalarınız ne durumda?” sorusuna, “Siz şöyle şöyle buyurmuştunuz (biz de öyle yaptık ve sonuç bu oldu)” cevabını aldığını okuyoruz. İhtimal onlar, Cenab-ı Peygamber’in tevhid-i Rububiyet adına, hem de uygulamalı olarak vermek istediği bir dersi zahiriyle değerlendirip aşılamayı bırakmayı Allah Resûlü’ne itaat olarak değerlendirmişlerdi. Bunun üzerine Allah Resûlü, dersini tamamlama sadedinde, “Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz.” buyurdu. Bu sözde, “Ben bilmem” manâsı yoktu.

İkinci olarak, sözde, “Dünya işinizde, o işin tecrübeli yapanları, hattâ mütehassısları olarak, sebep dairesinde ne yapmak gerekirse yapmanız gerekir. Fakat, bilmeli ve inanmalısınız ki, neticeyi yaratan Allah’tır. Dolayısıyla, hurmaların olmasını ve olmamasını aşılamaya değil, Allah’a vermeli, ama olması için de ne yapmanız gerekiyorsa yapmalısınız.” manâsı vardı.

Üçüncü olarak, bu rivâyeti diğerleriyle birlikte değerlendirdiğimizde, Din’le alâkalı şu çok önemli gerçek de ortaya çıkmaktadır:

Din’de her mesele vahye dayanmaz. O’nda bilhassa dünya işleri noktasında geniş bir mubah sahası vardır ve bu sahada bilgi, tecrübe çok önemlidir. İşte Allah Resûlü, bu sahayla ilgili meselelerde mutlak manâda vahiy aramayın; bunlar bilgiye, tecrübeye, araştırmaya dayanan meselelerdir. Bu konuda söz, mütehassıslarındır demek istiyordu.

Konuyla ilgili iki önemli husus:

Birincisi: Mademki Resûlullah onların durumu kavrayamadıklarını gördü, o hâlde neden onların yanlış anlamalarını orada hemen düzeltmedi?

Bu noktada Hz. Peygamber (asm)’in "insanları seviyelerine ve ufuklarına göre muhatap alan" terbiyeciliğini hatırlatarak deriz ki, Hz. Peygamber Efendimiz (asm), o insanlara vicdanî bir tecrübe ve zamanla kazanacakları tevhid-i rubûbiyete ait ince ve derin bir gerçeği hemen açmayı uygun bulmayıp zamana yaymayı tercih etmiş, uygulamalı bir eğitim metodu ortaya koymuştur. Başka bir ifadeyle, tekemmül sürecindeki akıl ve vicdanlara zamansız bir hitapta bulunmamıştır.

Bu hususu tarihten başka bir misalle de açıklığa kavuşturmamız mümkündür. Hudeybiye’de müşriklerle yapılan musalahayı içine sindiremeyip Mekke’ye ne pahasına olursa olsun girilmesini isteyen Hz. Ömer’in (r.a.) heyecan dolu çıkışları karşısında ve onun “Sen Allah’ın Resûlü değil misin?”; “Biz hak üzere, onlar batıl üzere değiller mi?” şeklindeki sorularına Peygamber Efendimiz (asm) “Evet!” kelimesinden başka bir cevap vermemişti. Yani Resûlullah, Hz. Ömer’e (r.a.) bu anlaşmanın Müslümanlar için ne büyük tarihî bir fırsat ve bir fetih vesilesi olduğunu tek bir kelimeyle anlatmıştı. (İbn Hişam 1994, 3: 252, Buharî, “Şürut”, 15)

Daha sonra Hz. Ömer, bu durumdan dolayı hayatı boyu istiğfar etmiş, ayrıca sadaka vermiştir. O (asm) bu gerçeği onun bizzat kendisinin yaşayıp kendisinin görmesi için tabiî bir sürece bırakmıştı. Nitekim netice de öyle olmuştu.

İkinci olarak, Peygamber Efendimiz (asm), ziraat veya zenaat gibi dünyevî sahayla ilgili olarak insanların hayatlarının her noktasına doğrudan doğruya teşrî maksadıyla katılıp karışmamıştır. Şayet karışıp her şeyi talim etseydi, gerek o dönemin insanları gerekse biz bu emirlere de diğer teşriî emirler gibi uymak zorunda kalacaktık.

Sözgelimi, her şeyi bilen Allah, vahiy yoluyla peygamberine bildireceği bir usulle kullarının tarım alanında bire yüz alabilmelerini sağlayan bir yol gösterebilirdi. Ancak Allah peygamberleri vasıtasıyla beşeri böyle bir yola mecbur etmemiştir. Zira O (c.c.) beşere eşyaya müdahale hakkını vermiştir. Ona verilen bu müdahale hakkı aslında onun iradesinin varlık sebebi ve yüce Yaratan’a halife olmasının bir neticesidir. Dünyevî işlerde de Hz. Peygamber (asm)’in müdahil olması, beşerî ilgi ve bilgi kaynaklarının kuruması ve onların tecrübî birikimlerinin heba olup gitmesi anlamına gelecektir ki, bu, beşerin fıtratındaki istidatları inkişaf ettirme maksadıyla gelen zatın fıtratla zıtlaşması demek olurdu.

Sonuç

Sebeplere hakiki tesir veren Cahiliye dönemi insanlarında aşılama, hurmanın meydana gelmesinde âdeta "olmazsa olmaz" bir sebep olarak telâkki ediliyordu. İşte Hz. Peygamber (asm) böyle bir yanılgıya dikkat çekmek için “şayet Allah dilerse/dilemişse aşı olmadan da netice hasıl olur” anlamında “Siz (aşılama) yapmamış olsanız da (hurma) olur.” buyurmuştu.

Bu ikazıyla O, sebep ve vasıtaların sonucu belirleyen bir güç ve tesirlerinin olmadığına dikkat çekiyordu.

Diğer bir ifadeyle O, zahirde sebeplerle ilişkili olarak cereyan eden her şeyin Allah’ın emir, irade ve kudretiyle varlık sahasına çıktığını zihinlere yerleştirmeyi hedefliyordu. (bk. Yrd. Doç. Dr. Yener Öztürk, "TEVHiD-İ HALİKIYET" GERÇEGİ IŞIGINDA "HURMA AGAÇLARININ AŞILANMASI" İLE İLGİLİ RİVAYETLERE FARKLI BİR BAKlŞ, DÜ.ILAHIYAT FAKULTESI DERGISI, ClLT: V SAYI: 2, DiYARBAKIR - 2003)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun