"Bana buğzeden dinden çıkar. Araba buğzeden bana buğzetmiş olur." anlamında bir hadis var mıdır?

Tarih: 27.07.2013 - 01:04 | Güncelleme:

Soru Detayı

“İnsanların iyisi Arap, Arabın iyisi Kureyş, Kureyş’in iyisi beni Haşim’dir.” (Deylemi)

“Bana buğzeden dinden çıkar. Araba buğz eden bana buğzetmiş olur.” (Tirmizi, İ. Ahmed)

- Bu hadisleri sahih midir; eğer sahih ise, bu ve benzeri (Arabı sevin...) hadisleri "Arab’ın aceme acemin araba üstünlüğü yoktur." hadisi ışığında nasıl anlayabiliriz?

- Biz zaten iyi olan tüm Müslümanları sevmeliyiz, neden Araplar için özel olarak uyarılmışız?

- Geçmişte millet olarak bize olan zararları ve günümüzde İslam ve cihat konusundaki anlaşmazlık ve pasiflikleri dolayısıyla konuştuğumda, büyük günah işlemişim gibi muamele görüyorum, nasıl davranmak gerekir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Tirmizi’deki hadis rivayetinin şekli şöyledir:

Hz. Selman(-ı Farisi) anlatıyor. Resulullah bana:

“Ya Selman! Sakın bana buğzetme, dinden çıkarsın.” diye buyurdu. Ben:

“Ya Resulellah! Allah senin sayende bizi hidayete erdirmişken, nasıl olur da sana buğzederim?” dedim. Bunun üzerine,

 “Araplara buğz etmen, bana buğzetmen anlamına gelir.” diye buyurdu. (Tirmizi, Menakıb, 69)

- Evvela bu hadis hususi olarak Hz. Selman’a yapılan bir uyarı niteliğindedir. Şayet sahih kabul edilse bile, Hz. Selman’ın bir karşı tepki olarak Araplara karşı olumsuz bir tavır içinde olmuş olabilir ve bundan ötürü bu uyarıyı almış olabilir.

- İkincisi, bu hadis rivayeti zayıftır. Tirmizi bu rivayete “hasen” demekle beraber, “garib” olarak nitelemek ve senedinde inkıta (kopukluk) olduğuna dikkat çekmek suretiyle onun zayıflığına işaret etmiştir.

- İbn Hanbel’in Müsned’ini tahkik eden iki muhakkik de bu rivayetin senedinde bulunan bir ravinin zayıflığından ve seneddeki kopukluktan ötürü hadisin zayıf olduğuna işaret etmişler. (bk. İbn Hanbel, 39/135)

- Bu hadis rivayetiyle ilgili olarak bazı alimlerin yaptığı şöyle bir yorum da var:

“Burada Peygamberimiz (asm)'in maksadı şudur: Şayet bir kimse bütün Araplara karşı bir kin beslerse, o umumun içinde Hz. Peygamber de olduğundan, bazen bu kin bilmeyerek da olsa ona da yönelmiş olabilir. Efendimiz bu noktaya dikkat çekmiş olabilir. (bk. Tuhfetu’l-Ahvazi, ilgili hadisin şerhi, 10/296)

- Unutmayalım ki, Kur’an’ın “Allah katında sizin en şereflisiniz, Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan takva sahibi kimselerdir.” mealindeki ifadesi, bizim yegane ölçümüzdür. Bunun yanıda “Arabın Arap olmayana ve Arap olmayanların da Araplara karşı bir üstünlüğünün olmadığını, üstünlük ölçüsünün sadece Allah’a karşı gösterilen takvanın olduğunu...” bildiren sahih hadisler de ölçümüzün ikinci kaynağıdır. Bunlara muhalif rivayetler, ya sahih değildir, yahut da başkaca bir tevili vardır.

- Şunu tahmin değil, kesin olarak biliyoruz ki, Türkiye’de bazı kimseler, dine olan düşmanlıklarını Araplar üzerinden yürütmüşlerdir. Doğrudan -dinine bağlı Türk milleti ve Türk halkı arasında- dine karşı açıkça tavır alma cesaretini gösteremedikleri için, bu kinlerini Arap milletine karşı kusmakla kendilerini tatmin etmişler. Kur’an harflerinin kaldırılması, ezanın Türkçe şarkı haline getirilmesi, namazda Kur’an’ın Türkçe meal olarak okunması ve benzeri birçok din tahrifçiliği bu kabildendir.

İlginçtir, bu tahrifler, bazı gafil insanların hoşuna gitsin ve kabullensinler diye, Türk milliyetçiliği formatında yapılmıştır. Ancak Allah’a binlerce şükürler olsun ki, bin yıldan beri İslam’a hizmeti hayatlarının yegane sebebi olarak kabul eden bir ecdadın torunları olan bugünkü Türk milleti ve Türk halkı, bu oyunları bozmuştur. Allah’ın dinini her türlü mülahazaların üstünde ve ötesinde kabul etmiş ve tercihini o yönde yapmıştır.

Bizim bu gibi hadislerden ve hadiselerden almamız gereken ders budur, belki de bu olmak durumundadır.

- Dikkat çekici bir husus da şudur ki, yabancı din düşmanlarının borazanlığını yapan yerel din düşmanları, bu dinsizlik işini yaparken de en çok revaçta tuttukları şey, değişik yalan ve iftiralarla, abartılı ifadelerle, karşı tarafa yapılan zulümleri göz ardı ederek tekrarlanan “Araplar bizi arkadan vurdular.” nakaratıdır.

Bu sahtekâr hamiyet-füruşlar, İslam’ın en büyük kahramanı ve saff-ı evvel olan Araplar ile İslam’ın ikinci sıradaki en büyük kahraman ordusu olan Türklerin kardeşliğine, birlikteliğine ve bir araya gelerek, kuvvetli bir şekilde Din-i Mübin-i İslam’a hizmet etmelerine fırsat vermeme adına bunu yapıyorlar.

Aklı başında her mümin, Hz. Peygamber (asm)'in hatırına da olsa, prensip olarak -Müslüman olan- Arapları sevmelidir. Bugünkü Arapların içine düştüğü kötü durumlar onlara yakışmıyorsa, Türklerin ve diğer İslam milletlerinin de içine düştükleri kötü durumlar onlara da yakışmıyor.  

Bu yakışmayan durumun altında yatan sebeplerin başında, Bediüzzaman Hazretlerinin de ifade ettiği gibi, cahillik, yoksulluk ve ihtilaf-tefrika gelir.

Şairin dediği gibi,

“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”

- Birbirimizin kusurunu araştırıp, şuursuz bir alet olarak din düşmanları tarafından kül gibi savrulmaya hizmet edeceğimize, Allah’ın ve Hz. Peygamber (asm)'in tekrar tekrar vurguladığı iman kardeşliğimizi pekiştiren birlik bağlarımızı ön planda tutmak suretiyle, topyekûn İslam aleminin şaha kalkmasına hizmet etmeyi tercih etmek, hem dünyada hem ahirette bizi mutluluğa kavuşturan yegâne yoldur.

Neredesin sevgili Akif, saygın şair; ne olur bir kere daha haykır:

“Allah’a dayan, saye sarıl, hikmete ram ol!
 Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!”

- Ne olur büyük Üstadı dinleyelim:

“Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et; onun ref'ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adavet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için, mü'minlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen; kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. Evet nasılki muhabbet sıfatı, muhabbete lâyıktır; öyle de adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete lâyıktır.” (Bediüzzaman, Said Nursi, Mektubat, s. 265);

“Menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenub tarafındaki dindaşlara (din kardeşimiz olan Araplara) adavet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenub efradları (güneyimizdeki Araplar) içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenubdan (Arap aleminden) gelen Kur'an nuru var, İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur."

"İşte o dindaşlara (Müslüman Araplara) adavet ise; dolayısıyla İslâmiyete, Kur'ana dokunur. İslâmiyet ve Kur'ana karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harab etmek; hamiyet değil, hamakattır!” (Nursi, age., s.323)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun