İslam dininde zorlama olmadığı halde, başka ülkeleri fethetmek için cihada çıkmak İslam'ın bu hükmü ile nasıl bağdaşır?

Tarih: 15.08.2013 - 12:18 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslam’da cihad prensip olarak savunmaya dayalıdır. Bu savunma stratejisi birkaç şekilde yapılabilir.

1) Müslümanlar fiilen saldırıya uğradığı için, bulundukları zamanın kritiği açısından kendilerini savunmak zorunda kaldıkları cihad. Müslümanların yurtlarından kovulmaları, mallarının ellerinden alınmaları, zulüm ve hakaret uğramaları halinde düşmana karşı cihad yapılabilir.

İslam’da ilk cihada izin verilmesi, Mekke müşrikleri, böyle bir muameleyi Hz. Peygamber ve arkadaşlarına yapmalarının ardından -aşğıda meali verilen ayet-i kerime ile- söz konusu olmuştur.

“Kendilerine savaş açılan müminlere, savaşmaları için izin verildi. Çünkü onlar zulme maruz kaldılar. Allah onlara zafer vermeye elbette kadirdir.”(Hac, 22/39).

Asr-ı saadette müşriklerle yapılan bütün savaşlar, fiili saldırıya karşı yapılan bir savunma refleksine dayanmıştır. 

2) Potansiyel düşman saldırısını caydırmaya yönelik bir savunma stratejisi olarak belirlenen cihad durumu.

Bazen olur ki, düşman o anda size fiilen saldırmamış, fakat her an size saldırmak için fırsat kolladığı bilinmektedir. Bu durumda da o günkü şartların elverdiği nisbette -eldeki delillerden kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılan veya bugün olduğu gibi her an tahmin bile etmediğinizi bazı emperyalist güçler tarafından çıkarılması muhtemel olan- müstakbel saldırıyı önlemek amacıyla cihad yapılabilir. 

“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.”(Enfal, 8/60)

mealindeki ayette bu cihad stratejisi ders verilmiştir.

Bu strateji, güçlü bir ordu kurmak yanında bazen de düşmanların sahasına doğru asker yığmak ve ordunun hareket kabiliyetini geliştirmeye yönelik tatbikatlar yapmakla da kendini gösterir. Asr-ı saadette düzenlenen bazı seriyyelerin/askeri birliklerin yaptığı cihad tatbikatı bu stratejinin uygulanmasıdır.

3) İslam ülkesinin himayesine girmiş herhangi bir topluluğun saldırıya uğraması durumunda Müslümanların yapması gereken cihad... Mekke fethiyle ilgili yapılan cihad buna bir örnek sayılabilir. Bilindiği üzere, bir süre önce Müslümanlarla Mekkeli Kureyşliler arasında Hudeybiye Antlaşması yapılmıştı. Mekkeli Kureyşlilerin müttefiki olan Beni Bekir kabilesi bu antlaşmaya aykırı biçimde Müslümanlar'ın himayesindeki Huzaa kabilesine saldırdı ve bazı adamlarını öldürdü. Bu kabilenin yardım istemesi üzerine Hz. peygamber Mekke'ye haber göndererek, öldürülenlerin kan bedellerinin ödenmesini veya Beni Bekir kabilesiyle olan ittifakın sonlandırılmasını, aksi halde Hudeybiye Antlaşması'nın bozulmuş sayılacağını ve savaşa mecbur kalacaklarını bildirdi. Mekkeliler, teklifleri reddettiler ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Mekkeliler daha sonra fikir değiştirip Ebu Süfyan'ı Müslümanları bir barışa ikna etmesi için Medine'ye gönderdiler. Ancak görüşmelerden hiçbir netice alınamadı. Ve Mekke fethedildi. 

4) Prensip olarak cihada çıkan İslam orduları bir toprak işgaline çıkmamıştır.

“Bir kişinin hidayetine vesile olman, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”(Kenzu’l-Ummal, h. no: 28802)

hadis-i şerifin ve benzeri hadislerin verdiği müjdeye dayanarak, yöneticileri zalim olan halkın İslam’ı öğrenmesine mani olan despotların idaresindeki toprakları şirkten ve isyandan temizlemeye çıkmışlardır. Gittikleri yerlerde kimseyi mü’min olmaya zorlamamışlar; sadece halkın iman etmesinin önünde engel olan manileri ortadan kaldırmışlardır. Yani fikir ve vicdan hürriyetinin önündeki engelleri kaldırmış ve gerçekleri öğrenmeye yönelik özgürlük alanını genişletmişlerdir.

Bu şekildeki cihadın vesilesi:

“(Ey Ümmet-i Muhammed!) Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz:  İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız...”(Âl-i İmran, 3/110)

mealindeki ayet ve benzeri ayetlerin ifade ettiği tebliğ görevinin bu ümmete yüklediği sorumluluktur.

Denilebilir ki, İslam tarihinde yapılan cihadın en geniş vesilesi budur. Bazı Müslüman yöneticilerin yaptığı yanlışlar İslam’a mal edilemez.

Bu asırda bu tebliğ görevinin önündeki maddi engeller kalktığı, elektronik iletişim ağlarının dünyanın her tarafını sardığı için artık cihad-ı manevi esas olmuştur. Savunma ihtiyacına yönelik orduların hazırlanması haricinde, İslam tebliği açısından maddi cihada ihtiyaç kalmamıştır.

“Amma cihad-ı haricîyi şeriat-ı garranın berahin-i katıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur.”(Hutbe-i Şamiye, s. 88)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun