Deist olunup, sadece akıl ve vicdan hakem tutulsa, yine dine, şeriate ihtiyaç duyulur mu?

Tarih: 30.08.2015 - 09:04 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Sizleri uzun zamandır takip ediyorum. Gerek imani hakikatlerin izahı ve gerekse sorulara verilen cevaplarınızla hizmetlerinizi görüyor ve tebrik ve takdir ediyorum. Cenab-ı Hak hizmetlerinizi kabul ve daim eylesin. Sizlere sorum inanç hakkında olacak.
- Akıl ve vicdanı hakem olarak insan kullansa, insanlar arasında sınırlar rahatça çizilip düzen oturtulamaz mı?
- Niçin dine ihtiyaç duyuluyor. İnanç yeterli olmaz mı?
- Deizm monoteist inanca dönüşüp belirsiz bir din mensubu olmakla İslamiyet dinine mensup olmak arasındaki fark nedir?
- Yani monoteist olup akıl ve vicdanı hakem tutmak iyilik ve huzur için yeterli oluyor gibi zannediyorum; durum böyle olunca İslamiyet abestir manası Vesvese ile kalbime geliyor?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Yapan bilir, elbette bilen konuşur.

“Allah yarattığını bilmez mi?” (Mülk, 67/13)

- Akıl ve vicdan insanlar için inanç noktasında önemli olmakla beraber, bunlar hiçbir zaman dinin yerine geçemezler ve onların görevlerini yapamazlar.

Bunun en açık delili, akıl ve vicdanı olan binlerce kişinin hızsızlık yapması, zina yapması, gasp yapması, adam öldürmesidir.

Kur’an’da (Şems, 91/8) ifade edildiği gibi, insanın imtihan gereği olarak kendisinde akıl, vicdan gibi iyiliği isteyen mekanizmalar yanında, her türlü kötülüğü isteyen nefsani duyguları da vardır.

Nefsin kötü arzularını dizginlemek için insanın akıl ve vicdanı her zaman yetmez. Bırakın dine inanmayanları, dine inanlar bile akıl, vicdan ve din tarafından takviye edilmesine rağmen bu kadar kötülük yapabiliyorlarsa, ya bir de din olmasaydı neler olurdu?..

- Akıl bize diyor ki: “Aklı, vicdanı olmakla beraber, bunun yanında hesap gününe de inanan dindar bir kimse, buna rağmen kötülük işleye devam ediyorsa, hesap gününe inanmayan deist bir kimsenin bu kötülüklerden uzak durması imkânsızdır. Böyle bir tasavvur mantık açısından kabul görmez.”

Bu konuyu belli bir mantık silsilesi içinde şöyle açıklayabilirz:

- İnsan, latîf, acip bir mizaç ve karakterle, bütün canlılardan farklı olarak şeçkin ve müstesna bir şekilde yaratıldı. Bu mizaç, onda seçme, en güzelini isteme, süslenme ve insaniyete layık bir hayat ve kemâl ile yaşama arzusunu ve meylini doğurdu.

Sonra, bu meyillerden dolayı insan; yeme, giyme ve mesken gibi ihtiyaçlarını güzel bir şekilde karşılayabilmek için pek çok sanatlara muhtaç oldu. Ama bunları tek başına yapamadığından yardımlaşmak ve çalışmalarının sonuçlarını birbirleriyle mübadele etmek için diğer insanlarla beraber yaşamaya ihtiyaç duydu.

Fakat, duyguları belli bir sınır altında olan diğer canlılardan farklı olarak, Allah, kendi istek ve iradeleriyle, terakkilerini sağlamak için insanın şehvet, gadap ve akıl duygularını, yaratılıştan sınırlamamış ve serbest bırakmıştır. Bundan dolayı da bir kısım kötü alışkanlıklar ve başkalarının haklarını çiğneme gibi zulümler meydana geldi.

Bu duyguların sınırsız bırakılmasından dolayı meydana gelen bu kötü alışkanlıklar ve haksızlıklardan dolayı, insan toplulukları çalışmalarının meyvelerini mübadelede adalete ihtiyaç duyar.

Sonra, her insanın aklı adaleti anlamada yeterli olmadığından, insanlar herkesin aklının istifade edeceği küllî bir akla muhtaçtır. Böyle bir akıl ise ancak küllî bir kanun şeklinde olur. Bu ise ancak şeriattır.

Sonra, bu şeriatın tesirini korumak ve uygulanmasını sağlamak için bir kanun koyucu, bir sahip, bir tebliğci, bir merci gerekir. Bu ise ancak Allah'ın elçileri olan  peygamberdir.

Sonra peygamber, hâkimiyetini beden ve ruhta, fertte ve tolumda, akıllarda ve vicdanlarda devam ettirmek için manen ve maddeten, sîreten ve sûreten, hilkaten ve ahlâken imtiyaz ve üstünlüğe ihtiyaç duyar.

Keza peygamber, kendisiyle mülkün maliki, âlemin sahibi arasında kuvvetli bir münasebete, bir delile muhtaçtır. Bu ise, ancak mucizelerdir.

Sonra, emirlere uymayı gerçekleştirmek ve yasaklardan kaçmayı sağlamak için, yaratıcının ve mülkün sahibinin büyüklüğünün, zihinlerde yerleşmesine ve devam etmesine ihtiyaç vardır. Bu ise, ancak imanın ve inancın tecellisi ile gerçekleşir.

Sonra, bu düşüncenin devam etmesi ve inancın kökleşmesi için sürekli bir uyarıcıya, yenilenen bir amele ihtiyaç duyar. Bu sürekli uyarıcı, ancak ibadettir.

Demek ki, insan yaratılışı gereği; vahye, şeriata, peygambere ve ibadete muhtaçtır.

- Deist, Allah’a inanmakla beraber dinlere, peygamberlere inanmayan kimsedir. Bu kimseler ahirete ve hesap gününe de inanmazlar. Oysa insanlarda hazır lezzete konma aceleciliği olduğu gibi, hazır sıkıntılardan uzaklaşmak düşüncesi de güçlü bir şekilde vardır. Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle:

“Nefs-i insaniye, muaccel ve hazır bir dirhem lezzeti; müeccel, gaib (daha sonra olacak) bir batman lezzete tercih ettiği gibi, hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azabdan daha ziyade çekinir.”

“Hem insanda hissiyat galib olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı, ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden ziyade çekinir. Çünki tevehhüm ve heves ve hiss, ileriyi görmüyor belki inkâr ediyorlar. Nefs dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlub oluyorlar.” (Lem'alar, s. 76-77)

İşte yaratılışta var olan bu gibi hisler, duygular hazır bir haram lezzeti cennetin ileride olacak lezzetine tercih ettiği gibi, şimdilik bir zorluktan, örneğin bir hapse girmekten veya kendisine çok ağır gelen dini hayatın zorluklarından kurtulmayı, ileride olacak cehennemin azabına tercih eder...

Bugün bu dünya devletlerinde sosyal hayatın düzenlenmesi fertlere bırakılmayıp, hukukla tanzim edilmiştir.

Bunun anlamı şudur: İnsanlar kendi başlarına her zaman toplumun barış ve huzurunu sağlayacak şekilde hareket etmezler. Bunları hizaya getirecek müeyyideler gerekir. Dünyanın bu tedbiri dahi insanların akıl ve vicdanlarının -her zaman- tek başına adalet ve hakkaniyet çizgisini takip etmeye yetmeyeceğinin en bariz göstergesidir.

- Bununla beraber, din hayali bir tasavvur değil ki onun bir alternatifi değerlendirilsin. Örneğin; İslam dini, kırk yönden mucizeliği ispat edilen Kur’an’ın ve yüzlerce mucizelerle hak peygamber olduğu ortaya çıkan Hz. Muhammed (asm)’in ortaya koyduğu hak ve hakikatin ta kendisi olan bir dindir.

Bu dinde iman esasları vardır, onlara iman etmek gerekir. İslam esasları vardır, onlara uymak gerekir. Kısaca Allah’ın emir ve yasaklarına uymak gerekir.

“Allah ve Resulü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 33/36)

mealindeki ayette, insanların dine göre hareket etmek zorunda oldukları açıkça ifade edilmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

İslam dininin mantık ve bilime bakışı nasıldır?
Din akılla (beyinle) yaşanılır mı? Yani ben aklımla dinimi / İslamı ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun