Kainat hayal mertebesinde yaratılmıştır, ne demek?

Tarih: 28.06.2016 - 00:46 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bu sözlerden ne anlamak gerek?
- Sual: Âlimler diyor ki, Allahü teâlâ, bu âlemin içinde ve dışında değildir. Âleme bitişik de değildir. Ayrı da değildir. Bunun açıklanması nasıl olur?
- İmam-ı Rabbani hazretleri buna şöyle cevap veriyor: İçinde, dışında olmak, bitişik ve ayrı olmak gibi şeyler, var olan iki şey arasında düşünülebilir. Halbuki sualde, iki şey mevcut değildir ki, bunlar düşünülebilsin. Çünkü, Allahü teâlâ vardır. Âlem, yani Ondan başka her şey vehim ve hayaldir. Âlemin var görünmesi, Allahü teâlânın kudreti ile devamlı olup, vehim ve hayalin kalkması ile yok olmuyor. Ahiretteki sonsuz nimetler ve azaplar bunlara oluyor. Fakat, âlemin varlığı vehim ve hayaldedir. [Yani dışarıda var olmayıp, vehme ve hayale var görünmektedir.] Vehim ve hayalin dışında bir varlık değildir. Allahü teâlânın kudreti, vehim olunan, hayal olan bu görünüşleri devam ettirmektedir. Var gibi göstermektedir.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Tasavvuf ehlinin bir kısmı, varlıkların bağımsız bir kimliği olmadığı, gerek yoktan varlık sahnesine çıkmaları, gerek bu sahneye çıktıktan sonra ayakta kalmaları ancak Allah’ın kudretiyle mümkün olduğundan ötürü, onların varlık mertebesini bir hayal gibi tasavvur etmişler. “varlığıyla yokluğu birdir” ifadesinde olduğu gibi, yaratılmışların hiçbirisinin bağımsız bir vücudu olmadığını düşünerek, bunları “ke en lem yekün = yokmuş gibi” saymışlardır.

Onların bu “vücudun hayal mertebesi” ile ilgili tasavvurları da ilmi olmaktan ziyade hisse dayalı hayali bir düşüncedir.

- Bununla beraber, onların bu hayalleri, Allah’a olan güçlü imanlarının verdiği bir yakinle bezenmiş hissiyatlarının coşkun bir “istiğrak” halinin ürünüdür.

Bu sebeple, onların bu tasavvurlarını kendi konumlarında değerlendirmek gerekir. Yoksa onlara saygısızlık yapılabilir.

- Sorudaki sorunun temeli vahdet-i vücud mesleğine bakar. İmam-ı Rabbani Hazretlerinde de bir miktar vahdet-i vücud meşrebi olduğu kabul edilmektedir. Onun için bu konuyu asrımızın insanına hitap eden ve çağın vicdanına ve idrakine seslenen Bediüzzaman Hazretlerinden dinlemekte büyük fayda vardır. O şöyle der:

“Vahdet-ül Vücud ise, bir meşreb ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neşeli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar; en münteha mertebe zannediyorlar."

"İşte şu meşreb sahibi, eğer maddiyattan ve vesaitten tecerrüd etmiş ve esbab perdesini yırtmış bir ruh ise, istiğrakkârane bir şuhuda mazhar ise; vahdet-ül vücuddan değil, belki vahdet-üş şuhuddan neş'et eden, ilmî değil, hâlî bir vahdet-i vücud onun için bir kemal, bir makam temin edebilir. Hattâ Allah hesabına kâinatı inkâr etmek derecesine gidebilir.”

“Yoksa esbab içinde dalmış ise, maddiyata mütevaggil ise, vahdet-ül vücud demesi, kâinat hesabına Allah'ı inkâr etmeye kadar çıkar.” (bk. Mektubat, s. 83)

“Ehl-i vahdet-ül vücudun dedikleri gibi; mevcudat, evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi, Cenab-ı Hakk'ın âsârıdır. "Heme Ost" değil, "Heme Ezost"tur. Yani her şey O değil, belki her şey Ondandır. Çünkü hâdisat, ayn-ı Kadîm olamaz. …”

“İşte saltanat-ı uluhiyet Rahman, Rezzak, Vehhab, Hallak, Fa'al, Kerim, Rahîm gibi pek çok esma-i mukaddeseyi hakikî olarak iktiza ediyor. O hakikî esma dahi, hakikî âyineleri iktiza ediyorlar.” (bk. age., s. 84)

“Cenab-ı Hakk'ın bütün esmasıyla hakikî bir surette tecelliyatı var. Bütün eşyanın, Onun icadıyla bir vücud-u ârızîsi vardır. Ve o vücud çendan Vâcib-ül Vücud'un vücuduna nisbeten gayet zaîf ve kararsız bir zıll, bir gölgedir; fakat hayal değil, vehim değildir. Cenab-ı Hak, Hallak ismiyle vücud veriyor ve o vücudu idame ediyor.(bk. age., s. 85)

Yani yaratmak hayal değildir. Rızık vermek hayal değildir. Cennet ve cehennem hayal olamaz...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun