Hürriyet konusunda en çok merak edilenler

1 İslam’da kişisel özgürlüklerde neden sınırlar var?

1. Bugün dünyanın hiçbir ülkesinde insanlar sınırsız özgürlüğe sahip değildir. Çünkü, sınırsız özgürlük hayvanlıktır. Dünyanın bütün anayasalarında ve yasalarında onlarca yasaklar vardır.

Şunu unutmayalım ki, toplu halde yaşamak zorunda olan insanların, özgürlüğü başkasına zarar vermeyecek sınırlarla çevrilidir. Çünkü başkasının da zarar görmeme özgürlüğü vardır. Eğer siz insanlara -hayalinizde canlandırdığınız- sınırsız özgürlüğü tanırsanız, başkasının özgürlük hakkını daraltmakla kalmaz, aynı zamanda ona zarar vermiş olursunuz. Yasalardaki yasakçı maddelerin amacı bu zararı önlemektir.

Yüce Yaratıcı kadar insanların halinden anlayan var mı?  İnsanı hangi duygular, hangi biyolojik, psikolojik donanımlarla yarattığını, bu donanımların yan etkilerinin neler olduğunu, bunların aşırılığa kaçmaması için hangi tedbirin alınması gerektiğini insanı bizzat yaratandan daha iyi bilen var mı? Allah’ın kanunlarının hepsi, pek çok hikmetle dolu prensiplerdir.

“... Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır." (Mülk, 67/13-14)

mealindeki ayetlerinden alacağımız çok dersler vardır.

Bununla beraber, insanları yaratan Allah, âdil ve özgürce bir imtihanın gerçekleşmesi için hayvanların aksine insanların duygularına bir sınır koymamış, onları alabildiğince özgür yaratmıştır. Ta ki, her insan kendi özgür iradesiyle iyi veya kötü bir hayat tarzını seçebilsin, kendi özgür iradesiyle cenneti veya cehennemi hak etsin... Yaratılışta insana verdiği sonsuz özgürlüğün nasıl kullanılacağını, hangi yolun iyi hangisinin kötü olduğunu belirten peygamberler ve kitaplarla mesajlar göndermiştir. İmtihanda başarılı, dünya ve ahiret hayatında huzurlu yaşamaları için kullarına rehberlik etmesinden daha güzel bir şey olabilir mi?

2. Her insan bir dini tercih etme özgürlüğüne sahiptir. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256), “Sizin dinizin size benim dinim bana...” (Kafirun, 109/76) mealindeki ayetlerde bu özgürlüğün altı çizilmiştir.

Ancak dinden dönmek biraz daha farklıdır.  İslam dini bu farklılıktan kaynaklanan hususlardan ötürü, kişinin istediği dinde olmasına müsamaha ile baktığı halde, İslam dininden dönenlere yanı özgürlüğü tanımamıştır. Bunun sebebi kişinin din özgürlüğüne bir kısıtlama getirmek değil, toplumu mürtet olmuş kişinin kötülüklerinden korumaya yöneliktir. Dinden dönen kimseler genellikle toplumun huzurunu bozucu, kamu yararını zedeleyici davranışlarda bulunmaları söz konusu olduğu için, bu konuda gereken zecrî tedbirler alınmıştır. Dinden dönen kimseye yönelik düşünülen cezalar, İslam alimleri arasında farklı boyuttadır. Bu farklı içtihatlar da alimlerin toplumun korunmasına yönelik alınması gereken tedbirler, cezaî müeyyideler konusundaki farklı anlayışlarından kaynaklanmaktadır.

Bugün içinde bulunduğumuz toplumlarda mevcut anayasayı tanımayanlara “anayasayı ilgaya teşebbüs”ten ölüm cezası bile verildi. Dinden dönen kimse de İslam devletinin anayasasını ilgaya teşebbüs, kanunlarını reddetmiş olur. Bunun elbette bir karşılığı olmalıdır.

Ayrıca, her insan belli bazı kriterlere bağlı olarak insanca yaşayabilir. Bu kriterler, dinden de başka ahlakî doktrinlerden de kaynaklanabilir. Böyle ahlakî kriterlere sahip olmayanlar  kelimenin tam anlamıyla anarşist olur. Çünkü, elinde bir ölçü olmayan kimsenin -yaratılışta özgürlük adına verilmiş- sınırsız temayüllerini sınırlandıracak hiçbir müeyyideden söz edilemez. Başka insanlar bu ahlakî ve de insanî değer ölçülerini bir dinden, bir gelenekten yahut bir felsefî doktrinden alabilirler. Fakat bir Müslüman bütün değer ölçülerini Hz. Muhammed (asm)’in dininden almıştır. Eğer, bir kişi dinden dönmek suretiyle Hz. Muhammed (asm)’in ortaya koyduğu dinî gelenekten, dinî kültürden, dinî ahlak öğretisinden uzaklaşırsa, artık kendisini ölçüye alacak hiçbir kriter ruhunda yer almaz. Çünkü, İslam dini gibi bütün prensiplerini akla tespit ettiren, bütün ahlakî doktrinlerini gönüllere nakşeden, her an kendisini görmekte olan Allah’a ve hesap gününe imanı insanların iliklerine kadar yerleştiren evrensel bir dinden çıkan kimse, daha hiçbir ölçüye gelmez. Samimî bir insan bile olamaz, her an başkasına zarar verebilen anarşist bir ruh haline sahip olur. Böyle bir anarşiye özgürlük istemek insanlığın canına okumak anlamına gelir.

Acaba, bugün hangi  uygar ve özgür dünya ülkesinde, insan her türlü melaneti yapma özgürlüğüne sahiptir. Hangi devlet vardır ki, başkasını öldürme özgürlüğüne müsamaha ile baksın, başkasının şeref ve haysiyetini ayaklar altına alma özgürlüğüne izin vesin, başkasının malının çalınmasına müsaade etsin…

3. İslam’da yardımlaşma esastır. Bugün bütün uygar devletlerde vergi alındığı gibi, İslam ülkesinde de bu vergi alma sistemi vardır. Ancak, prensip olarak Müslümanlardan zekât alınır, gayri müslim vatandaşlardan ise, vergi alınır. Devlet yönetimi ihtiyaç duyduğu zaman zekât veren Müslümanlardan ayrıca vergi de alabilir. Fakat gayri müslimlerden ayrıca zekât almaz. Şimdi böyle bir sistemde “gayri müslimlerden adaletli olmayan bir vergi alınır” denilebilir mi?

4. Eşcinsellik, bütün insanlık camiasında kural dışı, normal olmayan bir hastalık olarak değerlendirilmektedir. Bir İslam ülkesinde  bütün insanların prensip olarak kötü gördüğü böyle insanlık dışı bir eyleme müsamaha ile bakmasını beklemek, elbette doğru bir beklenti değildir. Çünkü İslam dini fıtrat dinidir. Allah, İslam dinini, yarattığı varlıkların var oluş amaçlarına uygun prensiplerle göndermiştir. Bu prensiplerin başında insanların erkek-kadın olarak yaratılması, bu çiftlerden insan neslinin çoğalıp devam etmesini amaçlamıştır. İslam dininin bu prensibe taban tabana zıt olan eşcinsellik gibi bir saplantıyı hoşgörü ile karşılamasını istemek, bu fıtrat dininin kendi evrensel, ontolojik, sosyolojik hikmetlerini bırakıp bazı sapık insanların heva ve heveslerine uymasını beklemek anlamına gelir.

Ancak şunu belirtmeliyiz ki, bir İslam ülkesinde her türlü günahı işleyen insan -kendini küfre, inkara sokmadığı sürece- yine mümin bir vatandaş olarak kabul edilir. Ve İslam ülkesinde hiçbir zaman insanların gizli günahları araştırılmaz, insanlar fişlenmez ve günahları ortaya çıkmadığı sürece herhangi bir takibe uğramazlar. Tabii ki, suçlu olduğu belirlenmiş olan kimsenin gereken cezaya çarptırılması, toplumu kötülüklerden korumayı, vatandaşların huzurunu temin etmeyi düşünen her ülkenin yaptığı ve yapması gereken rutin işlerdir.

Özetle, insanları varlıkların  en değerlisi olarak yaratan Allah, onun soyunun tertemiz nikah yoluyla devam etmesini istemektedir. Allah’ın en son ve en kapsamlı prensiplere sahip evrensel bir din olan İslam dini, bu onurlu insanlık camiasında neslin karışmaması, lekelenmemesi için, zina suçunu yasaklarken; neslin yolunu tamamen tıkayan, biyoloji, ontoloji kanunlarına zıt, psikolojik saplantı sonu ortaya çıkan bir patolojik vaka olan eşcinselliğe izin vermesi düşünülebilir mi? Her devletin bu konudaki görevi, bu suçu işlemeye teşvik eden nedenleri ortadan kaldırmak ve bu gibi insanları tedavi etmek olmalıdır.

5. İslam’da kılık-kıyafetin standart bir şekli yoktur. Herkes istediği şekilde giyinebilir. Sadece İslam’ın öngörüsüne göre, -kadın erkek farkı gözetmeksiniz- toplumun ahlakını zedeleyen, ahlaksızlığı teşvik eden, insanların onuruna yakışmayan giyim-kuşama hoşgörüyle bakmaz. Çünkü, bu gibi aykırı davranışlar, sadece kamu ahlakını bozmakla kalmıyor, aynı zamanda kişinin kendi iman ve inancına da aykırı düşüyor.

İslam ülkesinin yöneticileri, vatandaşlarının sadece dünyada mutlu olmalarını değil, aynı zamanda ahirette mutlu olmalarını sağlamaya yönelik çaba sarf etmekle de yükümlüdür. Bilindiği gibi, giyim-kuşam insanların bedenini örtmek için vardır. Hayvanlar gibi tabii postlarla insanları örtmek mümkün olduğu halde, eşref-i mahlukat olarak yaratılan insanların bedenlerinin ayrı bir giyim-kuşama ihtiyaç duyacak şekilde yaratılması, yeryüzü halifesi olan insanların hilafet nişanesi olarak özel bir üniforma giymesi amaçlanmıştır. Bu sebeple, giyimin adı ne olursa olsun, bu hilafet nişanesi olma özelliğini yitirmemesi gerekir. Bunun içindir ki, insanlar tek başına da olsa, lüzumsuz yere çırılçıplak olmazlar. Vicdanları buna razı değildir.

6. Daha önce de ifade edildiği üzere, dünyanın hiçbir ülkesinde kişiler her isteğini yapabilme, her kötülüğü işleme lüksüne sahip değildir. Bunlar görünürde ferdî kararlar gibi görünse de, aslında fıtraten / yaratılıştan medenî olan insanların sosyal hayatlarını ilgilendiren toplumsal olaylardır. Bu husus -özellikle- özgürlük maddesinde detaylı bir şekilde geçtiği için kısa kesiyoruz.

7. Dinimizde, -genel prensip olarak- adam öldürmek ve evli olduğu halde zina etmek suçundan başka ölüm cezası yoktur. İslam’a göre, bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir.

“Bir tek insanı haksız yere öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir.” (Maide, 5/32)

mealindeki ayette bu gerçeğe dikkat çekilmiştir. Bir insanı haksız yere öldüren onun hayatını söndürmüş olduğu için, bu büyük suçun cezasını kendi hayatıyla ödeyecektir. Çünkü, öleceğini bilen kimse başkasını kolay kolay öldürmez. Böyle olunca da hem maktul hem de katil olma potansiyelini taşıyan iki kişinin hayatı kurtulmuş olur.

“Sizin için kısasta hayat vardır.” (Bakara, 2/179)

mealindeki ayette bu gerçeğe işaret edilmiştir. Bununla beraber, Kur’an’da katili affetmenin daha uygun olacağını tavsiye etmektedir. Şu ayette bu noktanın altı çizilmiştir:

“Ey iman edenler! Öldürülen kimselerin hakkını almak için size kısas farz kılındı. (…) Ama kim, maktûlün velisi tarafından affedilirse kısas düşer. (…) Bu esneklik Rabbiniz tarafından bir kolaylık ve lütuftur...” (Bakara, 2/178)

Zina da aslında bir insanın manen öldürülmesi manasına gelir. Çünkü, neslin karıştırılması sonucu olarak bir insanın gerçek kimliği öldürülmüş olur. Yanlış bir akrabalık yüzünden pek çok hukukî hatalar meydana gelir. "A"nın oğlu "B"nin oğlu sayılır; miras hukukunda asıl babası olan “B” ile değil “A” ile muamelesi söz konusu olur. Bununla beraber, bekarlık hafifletici bir unsur olarak kabul edilmiş ve ölüm cezası bekârlara tatbik edilmemiştir. Yine ilginç bir husus da şudur ki, Kur’an’da zina cezası sadece yüz değnek olarak öngörülmüştür. Recim cezası sadece hadislerde yer almaktadır.

2 Hürriyet, kişinin her dilediğini yapabilmesi midir? Değilse, gerçek hürriyet nasıl anlaşılmalıdır?

Hürriyet: “Serbestlik, hür olmak, meşru dairede herkesin tam serbest olması.” demektir.

Ders kitaplarında çocuklarımıza öğrettiğimiz en yaygın hürriyet anlayışına göre, “insan başkasına zarar vermemek şartıyla dilediğini icra edebilir.” Yani, insanlar başkalarına zarar vermekte hür değildirler.

İslâm, bu vadide daha geniş bir çerçeve çizer. İslâm’da kişinin kendine zarar verme, kendi aleyhine iş görme hürriyeti de yoktur. Bu vücut, bu ruh, bu akıl hepsi insana emanettir. Ve insan bu emanetlere hıyanet etme hürriyetine sahip değildir.

İnsan intihar edemez, zira bu can onun şahsî malı değildir. Değil intihar etmek, bir tek parmağını dahi kesemez. Ve yine insan, içki ve uyuşturucu kullanamaz, zira bu aklı o yapmış değildir.

Bundan dolayı İslâm’a göre “gerçek hürriyet, insanın ne nefsine ne de başkasına zarar verme yetkisine sahip olmaması, iradesini ancak bu sınırlar içinde serbestçe kullanması” şeklinde karşımıza çıkar.

Madem ki, insan Allah’ın kulu, Onun eseri, Onun mahlûkudur. Ve yine, bu dünyayı kendisi döndürmüyor, baharı o getirmiyor; öyle ise bir genç kızımız, bir bahar günü, sokağa dilediği kıyafetle çıkıp, başkalarının şehvetini tahrik edemez. Onun Allah’a karşı isyan hürriyeti olmadığı gibi, başkalarını günaha sokma, onların ruhlarını yaralama, hayallerini ifsat etme hürriyeti de yoktur.

Hürriyetin, hem dünya hem de ahiret hayatına bakan yönleri var. Ahirete bakan yönü; insanın kendi iradesini, hayır olsun şer olsun, dilediği sahada kullanabilmesiyle bu dünyada İlâhî bir imtihana tâbi tutulmuş olmasıdır.

Hürriyetin dünyaya bakan yönü ise, insanların değişik sahalarda faaliyet göstermeleriyle, bir tek canlı türü olan insandan sayılamayacak kadar çok meslek çeşidinin doğabilmesidir. İnsanoğlu, dülgerlikten mimarlığa, ressamlıktan doktorluğa kadar nice meslek guruplarından dilediğini icra edebiliyor ve etmiş de. Manevî sahada da insanlar, farz ibadetler yanında, diledikleri nafileleri istedikleri kadar icra etme hürriyetine sahipler. İstedikleri ilim dalında ilerleyebiliyorlar. Farklı hayırlar, değişik ibadetler yapabiliyorlar. Bütün bunlar, her mümin için ahirette ayrı bir cennet makamı olarak tezahür ediyor.

İşte hürriyetin ahirete bakan yönü de bu şekilde karşımıza çıkıyor. Ahiret denilince elbette ki sadece cenneti hatırlamak eksik olur; onun bir de cehennem ülkesi var. İşte hürriyeti yanlış anlayarak, hiçbir kayıt altına girmek istemeyen asi ruhlar, bu dünyada çok çeşitli günahlar ve isyanlar sergiliyorlar. Bunlar ise, cehennemdeki farklı azap menzillerini netice veriyor.

3 Münafıkların öldürülmesi neden yasaklanmıştır?

İlgili hadis rivayeti şöyledir:

Ubeydullah b. Adiy’den naklediliyor ki, Resulullah Efendimiz (asm) bir grup cemaatin arasında oturuyordu. Bir adam gelerek kendisine gizlice bir şeyler söyledi, fakat Resulullah (asm) bu söylenenleri bize söyleyinceye kadar adamın ne dediğini işitmemiştik. Bir de öğrendik ki adam münafıklardan birinin öldürülmesine müsaade istiyormuş. Bunun üzerine Resulullah (asm), açıktan açığa adama:

“O, öldürmek istediğin adam, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna şehadet ediyor mu?” diye sordu. Adam:

“Evet ediyor, fakat o bunu samimiyetle söylemiyor.” dedi. Resulullah (asm) tekrar:

“Namaz kılıyor mu?” diye sordu. Adam: “Evet, fakat samimi değil..” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“Böyle kimselerin öldürülmesini Allah Tealâ yasakladı.” buyurdu. (Muvatta, Kasru’s-Salât 84, 1, 171)

Böylelerin öldürülmesinin yasaklanma nedeni, görünürde de olsa Müslüman olmalarıdır ve Müslüman olduklarını söylemeleridir. İmanın alameti olan kelime-i şahadeti getiriyorlar; Müslümanlığın alameti olan namazı da kılıyorlar. Bunlar bir kimsenin mümin olduğunun kabul edilmesi için yeterlidir. 

Bu gibi kimseleri öldürmenin yanlışlığını bir kaç madde halinde açıklamaya çalışacağız.

a. Şayet Hz. Muhammed (asm) gerçek olarak münafık olduğunu bildiği kimseleri öldürseydi, İslam toplumunda birçok kimse tedirgin olacaktı. 

b. Şayet Hz. Muhammed (asm) kesin olarak bildiği münafıkları öldürseydi, daha sonra gelenler de onun bu icraatını esas alarak bazı kimseleri öldürebilirlerdi. Halbuki başkaları peygamberler gibi kimin münafık olduğunu kimin olmadığını kesin olarak bilemedikleri için, bir yığın masumun kanına girmek gibi bir yanlış tedbir söz konusu olurdu. 

c. Münafık olanların kesin bilgisi, ancak vahiy ile tespit edilebilir. Hz. Peygamber (asm)'den sonra vahiy olmadığına göre, böyle bir mekanizmanın bizler için kesin olarak söz konusu olamaz.

d. Bazı kimselerin, kin beslediği bazı kimseleri bu garazla münafıkla yaftalamaları her zaman mümkündür. Bu sebeple, rastgele kimselere böyle bir damganın vurulmasının kapısını tamamen kaldırmak hikmetinin gereğidir. 

Bu sebeple şu düstur İslam’da çok önemli bir kural olmuştur:

“Biz insanlarla zahirlerine göre muamele ederiz, onların gizli taraflarını Allah’a havale ederiz.”

4 Hatalarla dolu zulümlerle dolu, bir yönetimde halk ayaklanabilir mi?

a. Hangi şart ve durumlarda devlete / yönetime, sultana isyan edileceği kurallara bağlanmıştır. Yönetim İslam'dan ayrılırsa isyan farzdır. Yönetim günaha ve zulme saparsa en az zararla ya yola getirilir veya değiştirilir. Gerekçe meşru olur, zarar-fayda hesabı da doğru yapılmış olursa isyana "anarşi, fitne" denemez.

b. Devlete göre kendi haklı, halka göre de kendi haklıysa, doğruya nasıl varılmalı?

Alimlerden ve uzmanlardan oluşan danışma meclisi (şûrâ, ehlü'l-halli ve'l-akd) bu konuda karar verir.

c. İslam dininde yönetim, halkın isteğine göre mi yoksa devletin isteğine göre mi yapılmalı?

İslam dinine göre yönetim, şeriatın hükümlerine göre olur; devlet de halk da buna uymakla yükümlüdür. Hükmün ne olduğunu da alimler ortaya koyarlar.

5 Köle bir aileden doğan çocuğun, köle olması nasıl caiz olur?

- İslam dini geldiği zaman, köleliğin bir nizam haline getirildiği bir dünyada kendini buldu. Bütün dünyada geçerli bir sistem olduğu için, bunu bir anda kaldırmak imkânsızdı.

Bu sebeple, İslam dini, kölelik statüsünü çok farklı bir düzenleme ile olabildiği kadar insanlık onuruna yakışır bir duruma kavuşturdu.

   - Bundan böyle kimse köleye “Kölem!” diye çağırmayacak; “Kardeşim!” veya benzer ifadeler kullanacaktır.
   - Kimse köleleri “ayrı bir varlık gibi görüp de onları izole etmeyecek.”
   - Bundan böyle efendiler “onlara giydiklerinden giydirecek, yediklerinden yedirecek”, onlarla beraber aynı meclisi paylaşmaktan rahatsız olmayacaklar..
   - Müslümanlar, dini bir hata yaptıklarında kefaret olarak ilk yapacakları iş “köle azat etmek" olacaktır...

- İslâm hukukunda esas itibariyle köleliğin tek kaynağı savaştır. Savaş esirlerinin kaderi İslâm devletinin alacağı karara bağlıdır; bunlar karşılıksız olarak veya fidye mukabilinde salıverilirler (Muhammed, 47/4), düşman elinde bulunan Müslüman esirlerle değiştirilir yahut köle statüsüne geçirilirler.

Köle statüsüne geçirilen esirlerin gayri müslim olması şarttır; savaş esirleri arasında bulunan Müslümanlar köle yapılamaz. Bu hüküm, İslâm devletine karşı isyan eden ve ele geçirilen âsiler için de geçerlidir; bu gruba giren esirlerin er veya geç serbest bırakılması gerekir.

- Köleliğin ikinci kaynağı bir köleden doğmuş olmaktır. Bu ise birinci kaynağın tabii bir sonucudur.

Bu âdet de eskiden beri devam eden bir gelenek olduğundan ve evrensel bir statü olarak dünyaca kabul edildiğinden, İslam dini bunu da bir anda ortadan kaldırma imkânını bulmamıştır.

Ancak, İslam’ın getirdiği bir düzenleme ile köle/cariye bir anne artık köle olarak satılmayacaktır ve çocuğu da hür olacaktır. Annesi hür olan bir çocuk, -babası köle de olsa- köleleştirilmeyecek, artık hür bir insan olarak yaşamını sürdürecektir. (bk. el-Mevsuatu’l-Fıkhıyetu’l-Kuveytiye, 3/301)

İlave bilgi için tıklayınız:

İslamiyet'in köleliği kaldırmak için tedbirler aldığını söylediniz; bu tedbirler nelerdir?..

6 Dinde zorlama var mı?

- Kehf suresinin ilgili ayetin/ayetlerinin meali şöyledir:

“Nihayet (Zülkarneyn) güneşin battığı yere varınca, onu kara balçıklı bir göze de batar buldu. Onun yanında bir kavim buldu. Biz; 'Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onlar hakkında iyi davranırsın.'  dedik.  O şöyle dedi: 'Kim (şirkte ısrar etmek suretiyle) zulüm ederse, muhakkak ileride onu cezalandıracağız; sonra o, Rabbine döndürülecek, o da onu görülmemiş bir azapla cezalandırır.  İman edip güzel amel işleyene gelince, onun için en güzel mükâfat vardır. Buyruğumuzdan ona kolay olanı söyleyeceğiz.'” (Kehf, 18/86-88)

- Soruyla ilgili konuyu birkaç maddede açıklamaya çalışacağız:

a) İslam’da “Dinde zorlama yoktur.” prensibinin, Zulkarneyn’in “zulüm yapanları, iman etmeyenleri cezalandırması” prensibinden farklı olması, bir çelişki değildir. Çünkü, farklı dinlerde, şeriatlarda farklı hükümlerin olduğu bilinmektedir.

b) Ayette, Zulkarneyn’in mutlaka kâfirleri öldürmesi emredilmemiştir. Maslahatın gereği göz önünde bulundurarak, ceza veya affetme işi onun inisiyatifine bırakılmıştır.

Ayette -meal olarak- yer alan “Biz; 'Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onlar hakkında iyi davranırsın.' dedik.” ifadesinden bunu anlamak mümkündür. Zulkarneyn için ön görülen iki seçeneğin bir benzeri de Hz. Muhammed (asm)’e önerilmiştir:

“ ...Savaş bitince onları ister lütuf olarak karşılıksız salıverir, ister fidye alarak bırakırsınız...” (Muhammed, 47/4)

mealindeki ayette bunu görüyoruz.

c) Cezalandırma işi, onların şirkte ısrar etmeleri, hak ve hakikatin bütün çıplaklığıyla ortaya konulmasına rağmen, inat edip küfürde devam etmeleri durumuna bağlı olarak gerçekleşir. Ayetin “Biz zulmedenleri ileride (sevfe) cezalandırırız” mealindeki ifadesi, buna işaret etmektedir.

Demek ki, bu ceza onların kâfir oldukları için değil, hakkın güneş gibi ortada olmasına rağmen inat edip küfürde ısrar etmeleri sebebiyledir.

Demek ki ayetin ifadesinde, hakka davet edildikten, hikmet ve maslahata uygun bir durum değerlendirilmesi yapıldıktan sonra, inkârcıların öldürülmesi veya affedilmesi seçenekleri söz konusudur... Çünkü küfr-ü inadinin arakasında düşmanlık yatar. Ve bu düşmanlık en az potansiyel bir tehlike oluşturur.

Bu iki seçenekten biri tercih edilirken, bu düşmanlık ve tehlikenin durumu da göz önünde bulundurulur. (krş. Razi, Maverdi, Kurtubi, İbn Aşur, Şaravi, Meraği, ilgili ayetlerin tefsiri)

İlave bilgi için tıklayınız:

Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır ... 
Dinde zorlama yoktur deniliyor. Cihad da bir tür zorlama değil midir?