Kainat ve içindeki her şey bir ayet midir?

Tarih: 25.12.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kâinat ve içindeki her şey (gök, yer, dağ, taş, vs...) bir ayet midir?
- Ayet denilince, sadece Kur'an ayetleri mi anlaşılmalıdır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Kur’an vahiy olarak bir nurdur, bir ruhtur. Bedeni canlandıran ruh olduğu gibi, ruhu da canlandıran Kur’an’dır. Bedenin hayatta kalması için ışığa, suya, havaya, gıdaya ihtiyacı olduğu gibi, insanlığın da hayatta kalması için, Kur’an’a ihtiyacı vardır. Çünkü Kur’an; aklın nuru / ışığı, kalbin hayat suyu, ruhun gıdası, duygu ve düşüncenin esen meltemidir.

Kâinatı -değişik parçalarını nazara vererek- Allah’ın varlığı ve birliğinin bir delili olarak gösteren pek çok ayet vardır. Bir misal olarak kapsamlı bir ayet şudur:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün arka arkaya gelmesinde, insanların faydasına akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları döndürüp yönlendirmesinde, aklını kullanan bir topluluk için alınacak dersler / gözle görülen belgeler vardır.” (Bakara, 2/164). 

Kâinat ve içindekilerin hepsi birer ayettir. Kâinattaki ayrı ayrı incelikler de insanları düşündüren doğruya götüren ayetlerdir. Galaksiler, yıldızlar, denizler, ağaçlar, kuşlar, insan, hücre, atom... vb. kâinattaki her şey birer ayettir. İnsan önce kendine bakmalıdır. İnsanın kendisi de Allah'ın varlığına bir ayettir.

Ayetler ikiye ayrılır; tenzili ayetler, tekvini ayetler diye.

Tenzili ayetler: Allah’ın peygamberler vasıtasıyla insanlara gönderip kitaplara kaydedilen ayetlerdir. Tevrat, İncil ve Kur’an’da olan ayetler gibi.

Tekvini ayetler: Bütün kâinat ve o kâinata konulmuş kanunlardır ki, kâinat bu kanunlar ile ayakta durur ve faaliyetini devam ettirir. Gece-günüz, Güneş, Ay ve yıldızlar, mevsimlerin değişimi, buna bağlı olarak bitkilerin yeşerip sararması, rüzgârların esmesi, yağmurun yağması, bulutların oluşup intikali, ölü toprağın baharla canlanması ve benzeri bütün oluşumlar Allah’ın kâinatta varlığına ve birliğine, sonsuz kudretine delalet eden ayetleridir.

Ayet: Kelime anlamı işaret, alamet ve bir şeyi ispata yarayan delil, emare, eser, nişan, menzil, mekân anlamlarına geldiği gibi, Kur’an-ı Kerim’de iki durak arasında bulunan her bir bölüme de ayet denir... 

Peygamberlerin Allah’ın elçisi olduğunu ispat için verilen mucizelere de "ayet" denilmektedir. 

"Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmakları yaratan ve orada meyveleri çifter çifter var eden odur. Geceyi de gündüzün üzerine örtüyor. Bunların tümünde düşünen bir toplum için ayetler vardır. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten veya çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir tek su ile sulanır. Buna rağmen biz onların meyvelerini birbirinden üstün kılarız. İşte bunlarda aklını kullananlar için ayetler vardır." (Ra’d, 13/3) 

Allah tarafından sayılan bunca nimetin meydana geliş safhasını, birazcık durup düşünürsek; kökü toprağa bağlı bunca bitkinin besini aynı su ve aynı toprak olmasına rağmen, çiçeğinden meyvesine kadar, tadından görüntüsüne ve rengine kadar, bunca farklılığı meydana getiren Allah’ın kudreti ne büyük, şanı ne yücedir.

Yine bir menekşenin üzerindeki ayrı ayrı ton ve rengi, aynı su ve kara topraktan oluşturan; yeşil bir gövdeden geçirerek çiçeğin yapraklarını boyayan boyacının şanı ne yüce, marifeti ne büyüktür görüp de akledenler için.

Ayrıca Nahl suresinde insanı bir damla sudan yarattığını, fakat insanın ona karşı bir hasım olduğunu, hayvanlardan ısıtıcı ve yemek için istifade ettiğimiz birçok faydalar yarattığını, sabah akşam onları getirip götürürken, insanın onlardan zevk aldığını, bir kısmıyla yüklerimizi uzak mesafelere taşımak için kullandığımızı ve nihayet bir kısmını da süs ve saltanat için binmekte kullandığımızı ve daha nice nakil vasıtaları da yaratacağını beyandan sonra (bk. Nahl, 16/3-8) afaktaki ayetlerini göstermeye devamla şöyle buyuruyor:

"Yolun doğrusu Allah’ındır. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi."

"Gökten suyu indiren odur. Onda hem size içecek vardır, hem de hayvanlarınızı otlatacağınız bitkiler."

"O su sayesinde Allah sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir. İşte bunlarda düşünen bir toplum için ayetler vardır."

"O geceyi, gündüzü, Güneş'i ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da Allah’ın emriyle hareket ederler. Bunlarda akledenler için pek çok ayetler vardır."

"Yeryüzünde rengarenk sizin için yaratılmış olanlarda da öğüt alan bir toplum için ayetler vardır." (Nahl, 16/9-13)

"İnsanlar, develerin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yer yüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı?.." (Ğaşiye, 88/17-20)

Bunların her birinde Allah’ın nice ayetleri vardır. Fakat insan bunların farkında bile değil. Bir devenin özelliklerini anlamaya çalıştığımızda ne büyük bir hesapla yaratıldığını görürüz. Bilim adamları "Eğer develer olmasaydı insanlık yer yüzüne yayılamazdı." diyorlar.

Uzun çöl yolculuğunda bir ay ikmal yapmadan yol alan tek nakil aracı, devedir. Karnı su deposu, hörgücü de besin deposu olarak görev yapıyor olması nedeniyle, uzun yolculuklara tahammül edebilen tek hayvandır.

Yeryüzünün dizaynında dağların önemi ise ne kadar anlatılsa azdır. Dağından ovasına, akarsuyundan durgun göllerine, denizinden, dimdik yükselen karlı tepelerine, yakıcı güneşinden koyu gölgelerine kadar, hiçbir şey es geçilmeden insan için döşenmiş, kusursuz bir mekandır yeryüzü. İnsanın ayakları altına serilmiş ve "Arzı sizin için döşedik, onun omuzlarına basarak dolaşın." iltifatına muhatap olmuştur. 

Cevap 2:

Kâinat da bir kitaptır; onun da cümle, kelime ve harfleri vardır.

Kur'ân–ı Kerim, sık sık bakışımızı kâinata çevirmekte, kader, kudret, ilim ve irade kaleminin kâinattaki icraatına dikkatlerimizi çekmekte ve müminleri tefekküre ve araştırmaya sevk etmektedir.

Varlığın en küçük parçaları olan molekül, atom, elektron, proton hatta partiküller (parçacık, tanecik) gibi zerre, zerrenin büyüğü ve küçüğü her şey, kâinatın esasını ve temel yapısını teşkil etmektedir. Biz, âlem–i şehadetteki ilk teayyünleri, elektron âlemiyle ve kimyevî tayflarla müşahede ettiğimiz gibi, ışık ve hareket hadiselerini, çekme ve itme kanunlarını, yine maddenin en küçük parçası sayılan bu iç anatomi sayesinde kavramaya ve keşfetmeye çalışmaktayız.

Mekânda bir yer (hayyiz) tutan her şey ve her hareket, kendine has farklı farklı dalga boylarıyla birbirine karışmadan, kader kalemince bütün hususiyetleriyle mekana kaydedilmektedir. Hiçbirinin yazısı diğerini bozmamakta ve varlıklar, itaat halinde mevcudiyetlerini devam ettirmektedirler. Bir kudret eli, binlerce ve milyonlarca hâdiseyi kaderin pergeli üzerinde öylesine hassasiyetle işlemektedir ki, hiçbir hâdise diğerine karışmamakta, umumî ve hususî nizamı bozmamaktadır.

Biz, bütün bu baş döndürücü nizamın arkasında eşyaya şekil veren kudret elini, her şeyin temel kanaviçesi kader programını ve bu programın yaratıcısını biliyor ve her şeyi ona bağlıyoruz. Yine biliyoruz ki, Allah (cc), yarattığı bu eşyayı, insanların dikkatlerine, müşahedelerine arz etmeden evvel, her şeyi bir hesap ve plana göre hazırlamış ve programa koymuştur. Zira kâinatta her zaman ve her yerde bir kudret, ilim ve iradenin tedbiri, tedviri ve tasviri görülmektedir. Bu kudret, önce ilmî kader ve programlar altında eşyayı tayin ve tespit buyurmuş, sonra da sırası gelene adeta 'buyurun' diyerek onları sahneye sürercesine varlık sahasına çıkarmıştır.

Kâinatta, zahirî yönüyle bir kısım karışıklık ve nizamsızlık varmış gibi görünse de, esasen bütün evrende baş döndürücü bir nizam ve âhenk vardır. Bir taraftan hemen her gün müşahede ettiğimiz bir mumu, sobayı veya lambayı; diğer taraftan, dünyamızı aydınlatıp ısıtan güneşi göz önüne getirip düşünelim. Bunların herbirinin bir ışık ve ısısı vardır; ama hiçbirisi birbirine karışmamaktadır. Biz bunları, sahip oldukları farklı dalga boyları ile birbirinden ayırmaktayız. Dalga boylarının farklı olması, kâinatta geçerli olan bir kanundur. Bu hususiyet ve kanun ile kâinatta her şeyin nizam içinde hareket etmesi, Allah'ın (cc) her şeyi görüp gözettiğini ve her harekete müdahale ettiğini göstermektedir.

Esasen yaratılış âleminde her an sürekli kitaplar yazılmaktadır ve bunların hemen hepsi de, önceden planlanmış bir kader ve nizam içinde olmaktadır. Evet o mutlak kudret ve irade sahibi Cenab–ı Hak, her şeyi önceden takdir ve tayin etmiştir.

İşte kâinat da bu kader planı üzerine yazılmış bir kitaptır. Bu kitabın harfleri ve alfabesi atomlar ise, kelimeleri de moleküllerdir. Canlı ve cansız bütün varlıklar ise bu kitabın cümleleri mahiyetindedir. Allah (cc), "O Rabbinin adıyla oku ki, o hilkat âlemini kurdu." (Alak, 96/1) ayetiyle okumayı emrederken yaratılış sahasına dikkat çekmekte, okuma meselesini yaratılışa bağlamakta ve insanları kâinat ve hilkat kitabını okumaya davet etmektedir.

Cenab–ı Hak, "İnsanı bir alaktan (aşılanmış yumurta) yarattı." (Alak, 96/2) ayet–i kerimesiyle ise makro âlemi hatırlatmak için, insanı nazara vermekte ve kâinatın yaratılışı ile insanın yaratılışı arasındaki dengeye ve ölçüye temas etmektedir. Bu yüzden de biz, kâinata, kudret ve irade kalemiyle yazılmış bir kitap nazarıyla bakmaktayız. Zira Kur'ân–ı Kerim, Cenab–ı Hakk'ın kelâm sıfatından gelen bir kitap olduğu gibi, kâinat da kudret ve irade sıfatından gelen bir kitaptır. Kur'ân yer yer, insan ve kâinat arasındaki bu ilişkiyi arz eder ki, biz, bu arz edişlerde hep insanı küçük bir kâinat, kâinatı da büyük bir insan olarak değerlendiririz.

Kur'ân'da sık sık insan ve kâinatın anatomisi nazara verilmekte, makro ve mikro planda hilkatin sırları ortaya konulmakta ve varlığın esasını teşkil eden maddeler üzerinde durulmaktadır. Bunun neticesinde ise ilmin gözü ile Kur'ân'ın gözünün ciddi bir birlik oluşturduğu görülmektedir. İlim, maddenin içine girmeye çalışır ve burada öyle derinleşir ki, elektron mikroskoplarıyla ancak görülebilen derinliklere ulaşır. İşte tam o noktada, Kur'ân–ı Kerim'in ayet ve beyanlarının da aynı hakikatlere parmak bastığı müşahede edilir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, kâinat kitabı ile Kur'ân–ı Mu'cizü'l–Beyan, temelde aynı hakikati dile getirmektedirler ve bu mana açısından Kur'ân, kâinatın ezelî ve ebedî bir tercümanı ve lisanı sayılır. O olmadan kâinat kitabı anlaşılır şekilde okunamadığı gibi, onun mu'ciz beyanlarını göz önünde bulundurmadan ilimlerin sapmadan ilerleme göstermeleri de mümkün değildir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun